ZAZALAR KİMDİR?

Azad Ronî

 

Yıllar önce 2009’da AKP, Avrupa Birliği’nden fon almak için devlet yanlısı işbirlikçi-koruyucu Kürtlere TRT Kurdî televizyonunu açmıştı. O zamanlar Avrupalılara, „Kürtçe yasak değil. Artık Kürtlerin de bir televizyonu var. Kürt dili serbest.“ diye propaganda yaparak Avrupa Birliği’ne girmeye çalışıyorlardı. Yalancıların yalanı yatsıya kadar sürdü. Demagojiden başka birşey değildi. TRT Kurdî yıllardır Kürtçe dilinde AKP’nin ve soykırımcı, işgalcı devletin propagandasını yapmaktadır. Öbür yandan devlet Kürt yurtsever ve demokratların kendi olanaklarıyla Kürt kentlerinde açtıkları özel Kürtçe okullar kapatıldı, kapısına kilit vuruldu. İstanbul Kürt Enstitüsü (Enstîtuya Kurdî) özerinde baskılar yoğunlaştırıldı. Sokakta Kürtçe konuşan insanlar, MİT’in organize ettiği kitleler tarafından linç edildi. Kürtçe türkü söyleyen insanlar öldürüldü.

Yani Kürtçe, devletin korucular ve devşirmeler için açtığı TRT Kurdî dışında gene yasaktı. Şimdi 15 Ocak 2022 tarihinde MHP’lı eski ülkücüler, devlet yanlısı işbirlikçi, korucu Zazalar’a „Zaza Televizyonu“ açıyorlar. „Zazalar’ın da bir televizyonu olacak. Türklerin ve Kürtlerin baskısı altında ve yok olmakla yüzyüze bırakılan Zaza dilini geliştireceğiz.“ diye mağduriyeti oynayarak propaganda yapıyorlar. Madem yok olmakla yüz yüze bırakılan „Zazaca’yı“ (Kirmancî’yi) geliştirmek istiyordunuz; peki öyleyse neden o dili konuşan halka Koçgiri’de, Dersîm’de Bingöl-Ahmed’de, Maraş’ta soykırım yaptınız ve hâlâ yapmaya devam ediyorsunuz? diye sorarlar adama. Kadım bir kültürü, bir dili, yok etmek istiyorsanız önce o dili konuşan halkı fiziki olarak, barbarca ortadan kaldırıp yok edeceksiniz. Bu yeterli değilse kılıç artıklarını asimile ederek, dillerini yasaklayarak o halkın dilini yok ederseniz, o halk birkaç yüzyıl sonra tümden yok olur gider. İşte Türkiye, Kürtlere soykırım yaparak, dillerini yasaklayarak, asimile eder bunu yapmaya çalışıyor.

Katliamcı, soykırımcı devlet eliyle yukardan aşağıya pratiğe uygulanan bu proje, aslında çok derin, perde arkasındaki uygarlık güçlerin projesidir. „Zaza dili, Zaza milleti“ diye bilinen bu projenin 60-50 yıldan beri birçok ülkede hazırlığını yapıyorlar. Ama dikkat edin, uygulama yer Kürtlerin yaşadığı kentler ve bölgelerdir. „Zazalar Türktür, Turani ırkındandır. Zazalar ayrı bir millettir“ iddiaların ileriye sürülmesindeki amaç soykırım kıskaçına alınan Kürtlerin birliğini bölüp parçalamaktır. Ne yazik ki bazı Kirmancî (Zazakî) konuşan ve sahte cumhuriyet döneminde devşirilip Türkleştirilen Zazalar bu oyuna geliyor. Kimisi, „Biz Horosan’dan gelen Türkleriz“, kimisi „Zazalar ayrı bir millet“ gibi çelişkili yorumlarda bulunuyorlar. Zaza Federasyonu başkanı eski ülkücü, devşirme Murat Bukan’dır. Yardımcıları eski ülkücü Bingöl Zaza Derneği Başkanı devşirme Muharrem Alan, şu an MHP’den ayrılan İYİ Parti saflarında görünüyor.

Öbürü eski ülkücü ve Gerger Zaza Derneği Başkanı devşirme Hasan Aslan. Aslan da aynı zamanda Meral Akşener’in genel başkanı olduğu İYİ Parti’nin Gerger ilçe başkanıdır. Bu özel Harp Dairesi tarafından seçilmiş eski ülkücülerin Kirmancî dilini konuşan yerli halka, yani onların deyimiyle “Zaza milletine” bir faydaları ya da yararları olabilir mi? Kesinlikle Hayır. O Kirmancî dilini konuşan Kürt halkını, katliamcı, soykırımcı ve işgalcı Türk devletinin yanına çekip potasında eriterek Türkleştirmektir. Ve bölüp parçalayarak, Kürtlükten uzak tutmaktır. Kendileri de Kirmancî konuşan Kürt anne ve babadan doğma olmalarına rağmen soyağacı olan etnik kimliklerini inkar ediyorlar, uygarlık güçlerin projeleri çerçevesinde “Zaza milletinden” oldukları iddia ediyorlar. Zazalar kimdir? Eski Kaynaklar: Kirmancî dili binlerce yıl önce, Kuzey Mezopotamya’nın dünyanın kültür merkezi olduğu ve Zagros dağlarından deltaya inerek büyük bir uygarlık kuran Sümerliler döneminde Gutilerin, Lulubi, Lor, Hurri, Kassit, Urartu ve Medler’in konuştukları dildir.

O dönemde o kadar gelişmiş ve çok daha geniş bir coğrafyada konuşulan bir dildir ki; önce MÖ. 3000 yıllarında Lulu ve Lorlar’ın (Bugünkü Lolan aşireti) şehir devletlerin resmi dili, sonra Medlerin resmi dili olmuştur. Bugünkü Dêrsim, Gımgım, Bingöl dağları ve Orta Zagroz’larda yaşayan Lorların önceki ataları olan Lulubi ya da Lulu Aryen halkın ülkesine beş bin yıl önce Lulubium adı verildiğini tarihçiler çok bilir. Gutiler, Lulubiler, Lor ve Hurrilerin hep birlikte hem Sami tüccarları’n önderliğinde kurulan Akad devletine, hem Asur devletine, hem de Arabistan çöllerinden gelen barbar akınlara karşı binlerce yıl birlikte savaştılar. Düşmanlarına yenik düşmediler. Tarihçilerin Birinci Zerdüşt dedikleri Gutilerin ilk krallarından ve tufanı yaşayan Ziusudra’nın (Riusudra’nın) adı Kirmancî kelimesidir. Sümerliler döneminde kullanılan Z harfi bugün R harfi olarak okunuyor. Z(R)iusudra; yüz uyandı, yüz göründü anlamına geliyor.

Üçüncü Zerdüşt’ün kutsal kitabı Avesta Kirmancî (Zazakî) diliyle yazılmıştır. 2600 yıl önce yazılan Avesta Gothalar’dan bir cümle aynen şöyle: “Tad thwa peresa ereş môi vaoca Ahura.” (Kaynak: Avesta, Yayına hazırlayan M. Sirac Bilgin, Weşanên Îstituya Kurdî /Mezopotamya Verlag, 1996) Günümüzün Kirmancî dilinde ise şöyle: “Îta to ra persena raşt mi ra vace Ahura.” Eskisi 25 harf, yenisi birbirine benzer 26 harfle yazılmış. Bunca yıl geçmesine rağmen çok iyi anlaşılıyor ki, ikisi de birbirine çok yakın, aynı dil. Prof. Dr. Jost Gippert, Dilbilimci O. Mann ve K. Handk gibi bazı dilbilimciler Zaza ve Partça dillerinin Avesta diline yakın olduğunu söylerler. Zaza kelimesinin kökeni Za kelimesinden geliyor. Za, hem eski çağlarda hem de bugünkü Kirmancî dilinde “yeni doğan“ demektir. Bugünkü Kürtlerin etnik kökenlerini anlatan bir Za’gmuk (Newroz) efsanesinden geliyor. Yaratılış ve diriliş efsanelerine ait bayramları Guti ve Lulubilerin MÖ. 2340 yılından beri kutladıklarını tarihçi Cemşid Bender şöyle anlatmaktadır: „Kürt Mitolojisinin ortaya koyduğu yaratılış efsanesi bu halkın kültür ve coğrafi tarihiyle bütünleşerek uzun süre varlığını korudu. Tarihi belgeler Neolitik çağdan inip gelen bu mitosun İÖ.2340 yıllarında (Akad devleti kurulmadan önce de. A.R.) Guti (ve Lulubi) Kürtlerinin son dönemlerinde ve Gudea’da döneminde var olduğunu gösteriyor.

Danimarkalı bilimadamı Arthur Chistensen Newroz ile ilgili araştırmalar yaptığı sırada, bu bayramın yukarda belirttiğimiz gibi Öİ. 2340 yıllarında Gutilerce kutlandığını ve daha sonra Babil’de Tanrıların Baştanrısı Marduk için yaptırdıkları Esağila mabedinde yapılan törenlerin Kürt inancı Êzîdîlik (ve Zerdüşt’lüler) tarafından aynen uygulana geldiğini ortaya koydu. Böylece hem yaratılış efsanesine ait kutlanan dini törenlerin hem de Newroz orijinalinin Kürtlere ait olduğu kanıtlanmış oldu. Arthur Christensen bu konudaki araştırmasını Archives D’Etudes Orientales adlı derginin 14. cildinde yayınladı. Guti-Gudea (MÖ. 2150-2047) döneminde bu bayramın adı Zagmuk’tu. (Lulubi Kürtlerinde kutlanan Za-gmuk bayramı bugünkü Lolan aşireti içende 21 Mart’ta „howtemal“ ve „Newroz“ olarak aynen kutlanmaktadır. A.R.) Bu deyim daha sonraki tarihlerde anılan Newroz’la aynı anlamdadır: Yeni gün.

Çünkü Zagmuk’ta gece ve gündüzün eşit olduğu 21 Mart günü kutlanıyordu. Zagmuk’taki Za eski Kürtçe’de ve şu anki Kırmakcî dilinde ’yeni doğan’ demektir. (Cenneti sulayan ırmaklardan biri olan A.R.) Ünlü Zap Irmağı da ismini Za’gmuk’tan almıştır. Yeni fışkıran su, ilk çıkan pınar suyu, çıkış gözesinde beliren su anlamına gelir.“ (Kaynak: Cemşid Bender,Kürt Mitolojisi 1, Berfin Yayınları, İstanbul 1996, s.59) Öyle anlaşılıyor ki, Kürtlerin ataları tapınaklarda Za’gmuk bayramlarını kutladıklarından beri uygarlık güçlerin köklerinden dolayı bir gün onlara lakap ismi/nickname olarak Za-za deyecekleri anlaşılıyor. Eskiden yerli halklara, köy ve şehirlerde yaşayan bir çok insana alay etme ya da dalga geçme anlamında lakap ismi dıştan birileri tarafın verilirdi. Fakat Kürtler kendilerine Zaza demezler. Bu ismin kendilerine dışardan verildiğini bilirler. Bizim Zagros dağları eteklerindeki köyde bir çok insanın lakap ismi vardı. Mehmet adında birinin „Kakuç“/ Çekiç lakap ismi vardı. Kim ona, „Kakuç“ diye bağırırsa, çok kızar kovalardı onu. Öncelikle Med İmparatorluğu’n yıkılmasından ve Arabistan çöl merkezci Semavi dinlerin (Musevi, Hıristiyan, İslam) ortaya çıkması, Mezopotamya’nın daha fazla Sami tüccarları’n tarihsel projeleri çerçevesinde Sami halkların tek tanrılı din ideolojileri adı altında işgal, yağma, talan ve sömürge bölgeler haline getirmesiyle birlikte giderek bu dil zayıfladı. İlk cennet bahçelerinin kurulduğu, ilk neolotik devrimin gerçekleştiği bu coğrafyadaki erdemli uygarlık yağmalanıp talan edilerek dil, kültür ve inandıkları tanrıları, inançları sömürgeciler tarafından toprağa gömülmek istendi. En son bu Kirmancî dilini, eski güneş kültü yaşan yerli Aryen halkı, aşırı şiddet kullanan İslam’ın ulaşmadığı (Koçgiri, Dêrsim, Gımgım, Bingöl, Wan, Ahmed, Adıyaman, Maraş, Şengal) dağlık bölgelere sıkıştırıldı. Emevi ve Abbasi döneminde Kürtlerin yaşadıkları bölgelerin büyük bir kısmını işgal edip yağma ve talan ederek, İslamı yayma adı altında ganimet toplayan cihatçı Arap orduları kendi dillerini konuşan Kürtlerin dilini barbarca makasla kesiyorlardı; “eski kültürünüzü, örf ve adetlerinizi, inançlarınızı o dille konuşmayın, Kuran diliyle konuşun” diye. İşgal ettikleri Kürtlerin ülkesinde atalarının tarihi eserlerini yıkıyor, Zerdüştlerin kutsal kitabı Avesta’nın da içinde bulunduğu kitapları yakıyorlardı. “Eğer bu eserler Kuran ile uyumlu ise, zaten Kuran olduğu için bunlar gereksizdir.

Eğer Kuran ile uyumlu değillerse o zaman yanlıştırlar. Halkın yanlışı öğrenmesi gereksizdir.” diyerek işgalcı Arapların asimilasyonunu derinleştirip yaygınlaştırıyorlardı. Böylece baskı ve şiddet temelinde Arapçayı Kürt halkı arasında konuşan resmi dil, Kürdistan’ı ise Arapların her türlü sömürüsüne tabi tutmaya çalışıyorlardı. Cihatçı Arap orduları dört yüzyıl boyunca Mezopotamya uygarlığını ve Sümer uygarlığın kalıntılarını yakıp yıkarak mezara gömme görevinde yorulunca, bu erdemli uygarlığı yıkıp yıkarak buraları çöle çevirmenin görevini bu kez barbar göçmen Türklere verdiler. Çünkü bu coğrafya onların atalarının değildi; en iyi yıkımı onlar gerçekleştirecekti. Uygarlık güçlerin Orta Asya’dan gelen barbar göçmen Türk Beylerine devlet güvencesi vererek Selçuklu devletin kuruluşuyla İslamı yayma görevi verdikleri ve bin yılların başından beri de, ulaşamadıkları o dağ bölgelerinde İslam olmayan Zerdüşt ve Êzîdî Kürtler üzerinde katliam ve soykırımlarını hiç ama hiç eksik etmediler. Bu katliam ve soykırımlar hâlâ tüm hızıyla devam ediyor. Ve „Zaza milleti“ projesi bu devam eden katliam ve soykırımların devamı olarak kurgulanıp devreye sokuldu. Bütün tarihçiler Guti, Lulubi, Lor, Hurri, Kassit, Urartu ve Medler’in bugünkü Kürtlerin ataları olduğu konusunda hemfikirdirler.

Kirmancî dili de onların konuştuğu dil olduğuna göre, nasıl oluyor da Kirmancî (Zazakî), uygarlık güçlerin yapay olarak oluşturmak istedikleri “Zaza milletin” dili olur? “Zaza milleti” projesi, Selçuklu ve Osmanlı döneminde kılıç zoruyla İslamlaştıran çeşitli halkların (Arnavut, Bulgar Rum, Ermeni, Kürt, Laz, Çerkez) ulus-devlet çağında yukardan aşağı doğru zorla Türkleştirilerek, İttihat-Terakki ve ardılları eliyle Anadolu’da yapay “Türk milleti” oluşturma projesi gibi bir şeydir. Kirmancî (Zazakî) Kürtlerin konuştuğu bir dildir. “Zaza Milleti” kelimelerle oynayarak yapay bir ulus yaratmak isteyen uygarlık güçlerin projesidir. Arap sömürgeciliği Mezopotamya’ya egemen güç olduktan sonra Kürt halkını Sünni-Şii-Alevi diye mezheplere bölüp parçaladılar. Zorla da olsa Müslüman olmak istemeyen Zerdüşt inancındaki Kürtleri de Şii mezhebine yakın, güya sanki öbür halifeler gibi İslam şeriatını istemiyormuş gibi ve mağdur gösterilen Ali taraftarları olmaları adeta teşvik edildi; biraz da ateşi kutsal gördükleri, başlarına kızıl bir eşarp bağlayarak İslam’a karşı savaştıkları için Alev kelimesinden gelen Alevi (hem Zerdüştlülerin kutsal gördüğü ateşi, hem de Ali taraftarlarını çağrıştıran) bir kelimeyi son yüzyıllarda ortaya attılar: Aleviler. Oysa bunlar İslam’dan önce hepsi Zerdüşt’tüler. Asıl anlatmak istediğim bu değildi tabii. Kürtler ancak Sünni-Şii diye mezheplere bölünüp İslamlaştırıldıktan sonra ülkeleri de önce 1639’da Kasr-ı Şirin antlaşmasıyla Sünni Osmanlı devleti ile Şii Safevi devleti arasında ikiye bölündü. Sonra da Birinci Dünya Savaşı’nda Sami tüccarları’n Akadlar’dan beri süren Mezopotamya’nın topraklarına ve siyasi yönetimine sahip olmak isteyen -bugün hâlâ Büyük Ortadoğu Projesi adıyla sürün- tarihsel projeleri çerçevesinde İngiltere ve Fransa eliyle ulus-devletler arasında, Rusya da dahil beş parçaya bölündü.

Kürtçe’nin beş ayrı lehçesinin beş ayrı millet olduğu fikri ulus-devlet çağında Sami tüccarın akıllarına geldi. “1.) Kurmanci, 2.) Kirmancî (Zazakî), 3.) Sorani, 4.) Gorani (Hewrami) 5.) Lorî (Lur). Bir halkın konuştuğu dilin beş lehçe durumuna getirilmiş durumu, Kürtlerin özellikle son bin dörtyüz yıldan beri siyasi İslam’ın baskı, katliam ve soykırımlarından ayrı ele alınamaz. Ülkelerinin Arap ve Türk iktidarları tarafından sömürgeleştirilmiş olmalarından ayrı ele alınamaz. Şiddet kullanan İslam’ın baskıları altında Kürtler kendi eski Aryen kültürlerini, dillerini geliştiremediler. Kürtçe’nin lehçelere ayrılmış doğal halini bile, kötü siyasi amaçları için kullanıyorlar. Her bölgede konuşulan dili ayrı bir halk olarak kabul edip kolay yutulabilir bir lokma haline getirmek, hiç kuşkusuz Kürtlerin ülkelerini dört parçaya bölüp yok etmek isteyen Sami tüccarları’n ulus-devlet projelerinde yaşayan şeytan aklıdır.” (Azad Ronî, Berlin Dêrsim 1937-38 Konferansı ve Kürt Soykırımları, Mezopotamya Yayınları, s. 350-368) ** MS.1597 tarihinde Bedlis Hükümdarı Şeref Han tarafından Farsça yazılan ve o dönemde Kürt tarihini anlatan, bir çok kürt kavmi gibi Lor kavminden bahseden Şerefname kitabında Zaza adına ve Alevi kelimesine hiç rastlanmamaktadır. Bu da bize bazı Kürt aşiretlerin o dönemde konuştuğu Kırmackî, Kirmacî, Dilimkî dilinin henüz “Zazaca” kelimesiyle telaffuz edilmediğini göstermektedir.

Arabizmin bütün Mezopotamya bölgesini egemenlikleri altına aldıkları ve bu dönemde Sünni Kürtlerin Osmanlı devleti yanına, İslamlaştırılmayan Zerdüşt kökenli Kızılbaş Kürtleri de Şii Safevi devleti yanına çekip ikiye bölerek birbirine karşı savaştırıldığını, Alevi kelimesini henüz kullanılmadığını görmekteyiz. Bana göre Şeref Han, her ne kadar bir Kürt yurtseveriyse, bir o kadar da Arabizm kültürüyle asile edilmiş, Osmanlı egemenliği altındaki Kürdistan’da, Arap ve Türk sömürgeciliğini kabullenmiş, bugünkü AKP içindeki Kürtler gibi siyasal İslama hizmet eden Sünni bir Kürt Beyidir. Hele Arap ve Türk sömürgeciliğinin önyargılı bir biçimde Kürtleri vahşi ve aşağılık bir topluluk olarak göstermek amacıyla anlattıkları, „Muhammed’in Kürtd’e Bedduası“nı ciddiymiş gibi eleştirisiz bir şekilde aktarması utanılacak bir şeydir. Uygarlık güçleri, Sümerliler’den beri tarihin her döneminde Kürtlerin birliğini engellemek, bölüp parçalamak için siyasi önyargılarla propaganda ederler, krallar, peygamber ve siyasetçiler ağzıyla onlara beddualar ederler. Örneğin Medler bin yıllık Asur tiranlığını yıkınca bütün Mezopotamya halklarına özgürlük getirdi. İsrailoğulları’nı Babil sürgününden kurtardı. Medler iktidarda olduğu sürece; doğu, batı, kuzey ve güney komşularına saldırmayacaklarını, dolayısıyla o bölgede savaşların kolay kolay olmayacağını çok iyi bilen uygarlık güçleri, her dediklerini yapabilen göçmen bir Persli olan Kyros’u iktidara getirmeyi planladılar.

Çünkü İktidara geçecek olan „Kyros’un rahat durmayacağını, tersine hiçbirini ayırmadan bütün uluslara saldıracağını çoktan biliyorlardı.“ (Herodotos Tarih, s.102.) Kyros, Med kralı Astyages’ın damadıydı. Sami tüccarları, onu kayınpederine karşı kışkırttılar. İki yıl boyunca Medlere karşı savaşan Kyros başarılı olmayınca, Med başkomuntanı Harpagos’u birkaç çuval altınla satın alarak Kyros’un tarafına geçmesini sağlıyorlar. Ve böylece göçmen Persli Kyros’u iktidara getiren Sami tüccarları, hem Asurları yıkan, hem de kanunlar önünde herkesin eşit olduğu, kanunlara uymayı, özgürlüğü ve barışı seven Medler’den intikam almış oldu. Fakat Med başkomuntanı Harpagos’un neden Kyros tarafına geçtiğine dair siyasi önyargılarla öylesine aşağılayıcı, yaralayıcı ve ancak vahşi bir toplumun yapabileceği "iğrenç propagandalar" yapıyorlar ki, uydurulup yaydırılan bu hikâyeleri okuyan ve duyanlar iktidarın hiç bir zaman Kürtlerin eline geçmesini istemezdi. Ve öyle bir niyeti de beyinlere kazmışlar. Herodotos, Med ülkesine kadar gidip savaşan Roma askerleri ve komuntanlarından bu uydurulmuş hikâyeleri duymuş ve ilginçtir, tıpkı Tevrat yazarlarının Daniel’de anlattıkları rüyalı hikâyeler ve aynı benzer ağızla anlatmış: Güya "Med kralı Astyages, evine çağırdığı Harpagos’un çocuğunu kurban niyetine kesmiş, parçalatmış, pişirtmiş, akşam yemeğine çağırdığı başkomuntanı Harpagos’a yedirmiştir. Astyages, sordu: ‚Et iyi miydi?’ Harpagos, ‚Çok güzeldi,’ dedi. Ve orda hizmetçiler kendisine oğlunun eti olduğunu söylüyorlar. Bu yüzden Harpagos, Kyros’un tarafına geçmiştir.“ ‚Ve böylece iktidar bir daha bu vahşi Kürt toplumun eline geçmemek üzere Perslerin eline geçmiş.’ Hikâye çok uzun isteyen Herodotos Tarih’inde okuyabilir. (Kaynak: Herodotos Tarih, s.60-74) „Muhammed’in Kürtd’e Bedduası,“ işte bu, -Harpagos’un kendi halkına yaptığı ihanet Bedduası- uydurma Hikâyelerin devamıdır.

(Günümüzde de Harpağos’un altın karşılığında kendi halkına yapmış olduğu ihaneti, petrol paraları cebine akıtılan milyarder Barzani ailesi yapmaktadır.) Rum devşirmesi, baba ve kardeş katili Yavuz Sultan Selim’in 1516 yılında Kürdistan seferine çıkarken Kürd’e ettiği beddua ise, Muhammed’in bedduası’nın devamıdır: „Kürd’e fırsat verme ya Rab, dehre Sultan olmasın, ayağını çarık sıksın, gönlü huzur bulmasın, vur sopayı, al haracı, karnı bile doymasın, ol çeşme’den gavur içsin, Kürd’e nasip olmasın, vasiyetim oldur ki kim, Kürd bin kere yalvarsın, inanma kanma, yakana bit, kapına Kürd dadandırma.“ Hepsi Sami tüccarları'n, vekalet savaşçıların eline verdikleri önyargılı siyasi operasyon propagandalarıdır. Kürtler, eğer o coğrafyada devlet kurarlarsa, Sümerlilerden beri devam etmekte olan „Mezopotamya’nın topraklarına ve siyasi egemenliğine sahip olma projeleri“nin (ulus-devlet sisteminde ise Büyük Ortadoğu Projeleri’nin) gerçekleşmeyeceklerini çok iyi biliyorlar.

Şerefname’de, Arabistan çöl merkezci siyasal İslamın Kürtlerin birliğini engellemek için onları Sünni-Şii, Kızılbaş diye mezheplere ayırıp parçalayarak birbirlerine karşı savaştırdığını görmüyor, henüz İslamlaştırılmayan Zerdüşt kökenli Kızılbaş ve Êzîdî Kürtlerini düşmanmış gibi göstermeye çalışıyor. Şeref Han, Kızılbaş Kürtler hakkında şöyle yazıyor: „Kızılbaşlar bu hızla saldırıyı Rum (Osmanlı) ordusuna karşı koymak için ayırmış oldukları birkaç bin kişilik öncü birlikleriyle karşıladılar; eğitilmiş ve tecrübeden geçmiş askerlerden meydana gelen çoğunluklarını da dağın arkasında pusuda gizleyerek fırsatın çıkmasını beklediler. İslam ordusunun öncülüğünde bulunan Kürd kahramanları, kükreyen arslanlar gibi bu Kızılbaşlara saldırdılar ve göz açıp kapayıncaya kadar onları darmadağan ettiler. Tam o sırada birkaç bin eğitilmiş süvariden meydana gelen pusudaki Kızılbaşlar, ansızın dağın arkasından çıktılar ve saldıran Kürdlere birdenbire hücum ederek, bileziğin bileği sarması gibi onları sardılar. Bunun üzerine savaş daha da şiddetlendi.“ (Şerf Han, Şerefname, Deng Yayınları, İstanbul 2009, s.105) „Mırdasî Hükümdarlarından olan Pir Mansur Egil tarafına gitti ve Egil kalesi yakınlarında Piran köyüne yerleşti... Oğlu Pir Musa’nın ünü, o yörelerde „Mırdasî ve diğer Kürd aşiretleri ve kabileleri arasında da yayıldı.“ (Şerf Han, Şerefname, Deng Yayınları, İstanbul 2009, s.138) Şeref Han, Bingöl ve Genç’te Süveydi Beylerini, Pertek ve çemişkezek’te Pîr Hüseyin oğullarını Osmanlı Padişahı Sultan Selim’e bağlı Kürt aşiret Beyleri olarak yazar. Bin yılların başından sonra bazı İslam devletlerin kaynaklarında Dûnbelî (Dımılî), Zerzârî, Süveydi, Mırdasî, Dersiman aşiret ve kabile isimleri geçse de bunun, bugün uygarlık güçlerin „Zazalar ayrı millettir“ dediği Kırmac ve Dımılkî Kürtler olabilir ama Zaza kelimesiyle bir ilişkisi yoktur. Şeref Han, Lorlar hakkında şöyle yazıyor: “Zübdet el-Tevarih adlı kitapta yazıldığına göre ‘Lor’ adının bu kavme verilmesinin hikâyesi şöyle olmuştur: ... Loristan bölgesi iki kısma ayrılır: Büyük Lor ve Küçük Lor. Bunun nedeni, aynı çağda yaşamış olan iki kardeşin 300 (913) yılı dolaylarında ülkelerini yönetmeleriydi. Büyük Lor’un hükümdarının adı Bedir, Küçük Lor’un hükümdarının adı ise Ebu Mansur’du. Bedir’in ülkedeki iktidar dönemi uzin sürdü. Ondan sonra yerine gelen torunu Nasirereddin Muhammed bin Hilal bin Bedir geçti; vezirliğine de Muhammed Hurşid’i getirdi. 500 (1107) yılında 400 kadar Kürt ailesi, Şam ülkesindeki sımaq (Sımak) dağından Loristan’a göç etti.”

(Şerf Han, Şerefname, Deng Yayınları, İstanbul 2009, s.30) Demek ki eski kaynaklarda Şerefname’nin yazıldığı tarihe kadar, lor ismi hâlâ bir Kürt kabilesi olarak geçiyor. Şimdiye kadar araştırdığımız bütün Arap, İslam, Osmanlı, Rusya ve Avrupa kaynaklarında, ancak 17. Yüzyılından sonra Zazalar ve Zazaca kelimelerine rastlayabiliyoruz. Ondan önceki eski kaynaklarda Zazarlar, Zazaca ve Alevi kelimelerine rastlanmamaktadır. Bu da bize uygarlık güçlerin Batı’da “Avrupa merkezci milliyetçiliğin” geliştirildiği ulus-devlet çağında Kürt boylarına dışardan verilen isimler olduğu gerçeğini gösteriyor. Şimdi burda çok önemli bir hatırlatma yapalım: 4500 yıl önce, Sami halkların bir avuç elit en zengin, en saldırgan, en gerici hanedan aile reisleri olan Sami tüccarları; Sümer şehir beyliklerin saraylarına girerek, Sümerlileri yendiler. Aynı şeyi Avrupa’da yaptılar. Önce 1600 yıllarında İngiliz Kraliyet Ailesi’nin sarayına, sonra bütün Avrupa Kraliyet ailelerin sarayına girerek altın gücüyle içten fethederek egemenlikleri altına aldılar.

Ardından uluslaşma hareketlerini başlatarak var olan bütün büyük imparatorlukları (Fransa, Çar Rusya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları’nı) parçalayarak Birleşmiş Milletler çatısı altında ulus-devlet biçiminde küçük parçalar haline getirdiler. Şimdi bu ulus-devletlere bütün Batı kurumlarıyla (Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası, NATO, Roma Kulübü, 300’ler Komitesi) danışmanlık yapanlar, dünyanın bütün finans merkezlerini, merkez bankalarını, basın ve üniversitelerine hakim olanlar bu uygarlık güçleridir. Kürt soykırımlarını devşirme Türk vekalet savaşçıları eliyle sürdürenler de onlar. Ve bu yüzden biliyoruz ki, 17. Yüzyılından sonra uygarlık güçleri Batı’da Avrupa merkezci milliyetçiliği geliştirdikleri tarihtir. Batı’da Fransa merkezli uluslaşma hareketleri başlayınca, uygarlık güçleri -kapitalist ulus-devlet çağında- kendi çıkarlarına hizmet eden bir anlayış çerçevesinde bilim insanlarına her ulusa ilk etnik köken hikâyesi bulma görevlerini verdiler. İngilizlerin kökenini Beowulf destanına bağladılar. Almanların kökenini Nibelungenlied destanına bağladılar. Hintlilerin kökenini Ramayana destanına bağladılar. Eski Çin kaynaklarını araştırarak, Doğu’da uygarlık yıkıcı etmen olarak kullanacakları Türk egemenlik sistemi için Dişi Kurt Asena efsanesini uydurdular. Beowulf Destanı İngilizlerin en eski destanı olarak bilinen Beowulf, aslında Anglosaksonlar’dan değil, İskandinavyalılar’dan bahseder. Beowulf adında çok güçlü bir İskandıvav savaşçını şiirsel bir dille anlatan destandır. 3,182 dizeden oluşan bu destan eski İngiliz şiirleri gibi adsızdır. 11. yüzyılda yazıya geçirilen bu şiirsel destan, Beowolf adını 1805 yılında aldı. Ve 1815 yılında ilk kez destan olarak basıldı. İngiliz milliyetçiliği bu destanla şahlandırıldı.

Nibelungenlied Destanı Almanların „Nibelungenlied“ destanı Ortaçağ olaylarını yorumlayıp değerlendiren hayali bir destandır. 1815 yılından sonra altın gücüyle Alman derebeyliklerini Prusya krallığı adı altında Bismarck döneminde tek bir ulus-devlet çatısı altında birleştiren Sami tüccarları (O günün Rothschild Hanedanı), Nibelugenlied’i 19. Yüzyılda Almanların ulusal destanı olarak kabul ettirdi. Ejderja avcısı Siegfried bir Alman ulusal kahraman olarak gösterildi. Alman milliyetçili geliştirildi. Ve daha sonra bu ulusal kahraman Hitler olarak Almanlara görünerek, Avrupayı kasıp kavurarak Alman halkını insanlık suçu işleyen suçlu bir duruma getirdi. Dişi Kurt Asena efsanesi Eski Çin kaynaklarına göre, çok önceleri totem dinine inanan ilkel Türk kabileleri atalarının, „İki ak köpekten türediklerine inanıyorlardı. Köpek tabularıdır...“ (Kaynak: W. Eberhard, Çin’in Şimal Komşuları, s. 126) Bu, birinci türeyiş hikâyeleri. Evcilleştirilmiş „iki ak köpek“ totem dininden vahşi „dişi kurt“ totem dinine evrilme aşaması tam da Çin seddin temelinin atıldığı; yani yağma ve talanla geçinmenin yüzlerine kapanacağı zor koşulların ve Batı’ya doğru göçlerin başlanacağı yüzyıllar dönemine denk geliyor: „Bunlar Tu-cüe’ler hakkında en eski haberler meyanındadır. Kurt efsaneleri yalnız Tu-cüe’ler için değil, fakat bütün Türkler için tipiktir. Burada bildirilmiş olandan başka, bir de Hie-yen-to (Sir Tarduş)’lar kabilesine ait bir kurt efsanesi vardır. Bunda, bu kabileye başı kurt başı olan bir adam görünmüş ve mahvolacaklarını bildirmiş. Bu vaka, Şa-do-mi’in başına Yü-du-cün dağın civarında gelmiştir. Bu dağ Türklerin kutsal bir dağıdır.“ (Kaynak: W. Eberhard, Çin’in Şimal Komşuları, s. 87-88) TC’nin kuruluşuyla birlikte, „bu kabileye başı kurt başı olan bir adam görünmüş ve mahvolacaklarını bildirmiş“ tarihi köklerinden dişi bir Bozkurt hikâyasi çıkartıldı. Ve Asena adında dişi bir Bozkurt Türk boylarına yol gösterdi diye bir „Ergenekon“ destanı uyduruldu. O vahşi kurt, Türklerin Orta Asya’daki barbar vahşi atalarının ruhunu Anadolu ve Kürdistan’da canlı tutarak, hâlâ yerli halkları parçalayıp yemeye devam ediyor. Ve bu Orta Asya’daki vahşi atalarının ırkçılık ruhu aşılanmış dişi Kurt (Devşirme Türkler) Ortadoğu’da onlarca kadim halkı katliam ve soykırımlarla yok etti.

Anadolu’yu bir halklar mezarlığına çevirdi. ** Elbette son üç bin yıldan biri dünyamızın tanrıları ve 5 bin yıl önce Sümer şehir beylikleriyle hep savaş halinde olan ve bugün Avrupa saraylarını egemenlikleri altına alan Sami tücccarları, Medler’den beri devlet olma haklarını gaspeden ve devşirme Türk vekalet savaşçıları eliyle soykırım kıskacına aldıkları Kürtlerin Sümerliler dönemindeki efsanelerini, destan ve bayramlarını çok iyi biliyorlardı. Guti, Lulubi, Lor ve Hurri Kürtlerin 21 Mart’ta Za’gmuk (Newroz) bayramı kutladıklarını çok biliyorlardı. Ulus-devlet çağında onları öbür Kürt aşiretlerinden ayırmak için, ilk kök destanlarındaki Zagmuk bayramlarından, Kürtler vahşi ve cahildir anlamında alay ederek, „Zazaca ayrı bir dildir. Zazalar ayrı bir millettir!“ hikâyesini uydurdular. Yakın kaynaklar: 1700 yılından sonraki Rusya, Arap, İslam, Osmanlı kaynakları-Arşiv belgeleri, Avrupalı misyonerlerin ve araştırmacıların eserlerinde Kirmancî (Zazakî) dili konuşan Zazalar’dan Kürt olarak bahsedilir. Evliya Çelebi, 17. Yüzyılda (1742’de Mısır’da basılmıştır) yazdığı ve Kürdistan şehirlerini dolaşırken sık sık “Kürdistan, Kürdistan diyarı, Musul’dan Kürdistan içine gidişim” diye bahsettiği Seyahatnâme kitabında, “Akar toprağında ve Musul’a bağlı beşyüz evli saf Êzîdî Kürtleridir ki, Allah korusun insanı kesmek için fırsat gözetirler.“ diye Osmanlı devletin resmi ideolojisiyle Müslüman olmayan ve kendi öz savunmalarını geliştirmiş olan Êzîdî Kürtleri ve Zaza Kürtleri’ni yer yer „şeytana, ateşe tapan ve insanı kesen“ vahşiler olarak önyargılı göstermesine rağmen, her iki grubun da Kürt olduğunu söyler. Hoy-Şuhoy Kalesi’ni anlatırken, “...vech-i tesmiyesi lisân-ı Ekrâd-ı Zâzâ’da Şuhoy derler. Anunçün kal‘a-i Şuhoy dediler.” Kirmancî (Zazakî) koşuşan Zazalar’dan, “Zaza Kürtleri, Zazaca konuşan Kürtler” anlamına gelen “Ekrâd-ı Zaza” diye bahseder. Bingöl Yaylası ve Çapakçur’a geldiğinde yörede gördüğü Kürt aşiretlerin isimleri ve mallarını sayar. Bunlar arasında birinci sırada Ekrad-ı Zaza (Zaza Kürtleri) diye sayar. Daha sonra, “Burası Kürdistan ise de halkı Arapça konuşur.

Kürtçe, Türkçe ve Ermeni dilini de bilirler.” diyerek Arapların İslam din ideolojisi altında işgal ettiği Kürdistan ülkesinde resmi dilin Arapça olduğunu söyler. “Burası Kürdistan” diye gerçeği dile getirir. Kürdistan halkı, “Arapça, Kürtçe Türkçe ve Ermeni dilini bilir” diyor. Türkiye ise Osmanlı’nın çok daha gerisine düşerek, Kürdistan kelimesini ve Kürtçe’yi yasaklamıştır. Tabii ki, hiç kimse halklara vahşet dolu katliamların yapıldığı, ölüm emrinin padişahın ağzına bağlı olduğu Osmanlı İmparatorluğu’nu övmek istemez, o döneme geri dönmek istemez; ama henüz ulus-devletlerin kurulmadığı o dönemlerde İmparatorluğun bir ucundan diğer ucuna, Kürdistan’ın bir ucundan bir ucuna mayınsız, sınırsız, kontrolsüz geçilebiliyordu. Kürdistan bölgelerinde olduğu gibi birçok bölgenin de kendi özerk iç yönetimleri vardı. Her halk, resmi dil Arapçanın yanısıra kendi anadilini konuşabiliyordu.

Koçgiri’nin otonomi hakkını 1921’de, Dêrsim’in otonomi hakkını 1937-38’de Ankara Hükümeti o bölgelerde Kirmancî (Zazakî) dilini konuşan Kürtlere korkunç katliam ve soykırımlar yaparak ortadan kaldırdı. Ulus-devlet sistemi bu olumlu yanlarını da rafa kaldırdı. Herhalde insanlık ilerledikçe yerli halkların özerk ya da otonomi hakları, etnik kimlikleri, insan hakları, anadil hakları gittikçe kısıtlanıyor ve yok ediliyor. Yapay “Türk milliyeti”ni oluşturmak için, Anadolu’da bütün öbür etnik kökenli halklar gibi Türk ulus-devleti şu an, “Zazalar” dediği Kırmac Kürtleri de uzun vadede Türkleştirmeye çalışmaktadır. Bugün birisi Evliya çelebi gibi Kürt şehirlerinde, “Burası Kürdistan” dedi mi hemen anında yakasından tutup cezaevine atıyorlar. Ekim 2021’de Siirt’te mikrofon başında İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’e, “Burası Kürdistan” diyen esnaf Cemil Taşkesen, “Terör örgütü propagandası” yaptığı iddiasıyla hemen tutuklanıp gözaltına alınmıştı. İşkence, katliam, soykırım ve siyasi asimilasyon politikaların yoğun yaşandığı Türkiye’de, “Ben Kürdüm, burası Kürdistan” demenin faturası Kürtlere çok ağır oluyor.

Kürt milletvekilleri parlamento’da kendi anadillerinde Kürtçe konuştukları için yıllarca cezaevlerine konuldu. Milletvekili ve Bakan Şeraffettin Elçi, “Türkiye’de Kürtler var. Ben de bir Kürdüm.” dediği için 2 yıl, 4 ay cezaevine konuldu. Carsten Niebuhr, 1765’de Erzurum, Diyarbakir ve Urfa bölgelerine yaptığı gezisini kaleme aldığı eserinde, Erzurum ve Siverek arasında 20.000 çadırlık Zaza aşireti, Diyarbakir’in güneyinde 500 çadırlık Dünbülî, (Dimilkî) aşiretini kaydeder. Yukarda anlatımız gibi Osmanlı dönemin resmi yazışmalarında Kürtler içinde Kurmanci’den farklı bir lisanı kullanan bir grubun varolduğu arşivlerde yazılı. Bu dönemde Dêrsim’deki Alevi Kırmanc Kürtlerle (Zazalarla) ilgili kayıtlar şöyle: „Fakîr (Mehmet Arif), bin ikiyüz doksan bir (1291/1875) sene-i hicriyesinde bir memuriyet-i muvakkata ile Erzincanın civarında bulunan bir aralık Dersim Vilayeti namıyla bir vilayet teşkil olunan mahallin bazı nevahi ve kazalarına gitmiştim. Oralar ahalisi Kürddür. Lisanları Kurmanc değil, Zaza lisanıdır....“

(Mehmet Arif, Binbir Hadis-i Şerif, 1325/1908, Kahire, s. 408) Zazaca mevlidin basımı için Şubat 1314’de (1898) yapılan Osmanlı resmi yazışmalarında, Zazaca’nın Kürtçe olduğu şöyle kaydedilmiştir: “Diyarbakır vilayet-i aliyyesinden işbu tahriratıyla li ecli’t-tedkik irsal buyrulan Zaza lisanı üzerine muharrer Kürdçe medlüd-i şerifin tab’ve neşrinde be’s olmadığı lede’l-mu’ayene anlaşılmış olduğu ale’l-usul tanzim olunacak...” Ahmedê Xasî’nın (Osmanlı Zaza din âlemi) Kırmancî/Zazakî Mevlidi’nin basımı ile ilgili resmi yazışma belgelerinde: “Diyarbekir vilayet-i âliyet-i âliyesine, 4 Kanun-ı sani 1314 (1898) tarihli 13 numaralı athrirat-ı valayi vilayetpenahileriyle li-ecli’t-tedkik irsal olunan Zaza lisanı üzerine muharrer Kürd’çe menkıbe-i velad-i Hazret-i Risaletpenâhi’nin tab’ ve neşrinde be’is olmadığı lede’l-mü’ayene anlaşılmış olduğundan...” Kirmancî Kürtleri’n lakap ismi „Zazalar“ Osmanlı, Kürtler içinde Kurmanci’den farklı bir lisan konuşan bir grup olduğunu biliyordu. Genellikle Kurmarci konuşan Kürtler Osmanlı’nın Sünni mezhebine bağlılar, merkezi uygarlıkla, yani Sünni Osmanlı merkeziyle ilişkileri iyidir. Kürtçe ders veren medreseleri vardır. Kurmanci ders veren bu medreselere okuma yazma öğrensinler diye Kirmancî konuşan Kürtler de çocuklarını gönderirlerdi. Zaten az bir lehçe farkı olduğu için Kurmanci’yi bilen Kirmancî lisanını, Kirmancî bilen ise Kurmanci’yi rahatlıkla konuşabiliyordu. Anne babalarımız her iki lehçeyi de çok iyi konuşuyorlardı. Osmanlı devletiyle ilişkileri iyi olan Sünni Kurmac Kürtler, şehirlerde açtıkları medreselerde kendi dillerini azbiraz geliştiriyorlardı.

Müslüman olmayan Kürtlerin böyle bir şansları yoktu. Kirmancî konuşan Kürtler genelikle Müslüman değildi, Aleviydiler, baskıcı Sünni Osmanlı siyasi iktidarından uzak duruyorlardı. Yüksek dağlık bölgelerde özerk bir yaşamları vardı. İslam devletin baskıları altında kendi kültürlerini, inançlarını ve dillerini geliştirme olanakları pek yoktu. Şehirlerde, köylerde okulları yoktu. Okula gitmek isteyenler Kurmaci konuşan Sünni Kürtlerin medreselerine gidiyorlardı. Hem dinleri Osmanlı ile aynı değildi, hem Sünni Kurmarc Kürtler’den farklı bir lehçe konuşuyorlardı, hem de Êzîdî ve Hıristiyanlar gibi sürekli İslam devletlerin katliamlarına uğruyorlardı. Emevi, Abbasi, Selçuklu mirasını devralan Osmanlı devleti de Zerdüşt kökenli Alevi Kirmancî Kürtleri ve Êzîdî Kürtlerine düşmandı. Devşirme ordusu yetmiyormuş gibi bir de Osmanlı yüzyıllar boyu İslamlaştırılan Sünni Kurmanc Kürtleri kendi kardeşleri olan Kırmanc Kürtleri ve Êzîdî Kürtleri üzerine, „bunlar ateşe, şeytana tapıyorlar, katli helaldır“ diyerek Maraş, Çorum, Sivas ve Şengal’daki gibi saldırtır, katliam ve soykırımlar yapardı. Osmanlı dillerini bilmedikleri, bir türlü Müslümanlaştırmadığı ve merkezi uygarlığın yetişemedi dağlık bölgelerde oturan bu Kırmanc Kürtleri’ne, biraz da aşağılamak ve alay etmek anlamında, kendisinden önceki İslam devletleri gibi „dağlılar“ ya da „Zazalar“ diye bir lakab isim takmıştı.

Osmanlı devletine gelen konsolosluklar, biliminsanları, arkeologlar ve dilbilimciler ve akademisyenler, tabi ki devletin resmi ideolojisi çerçevesinde ve Osmanlı’nın resmi yazışmalarında onların lakab ismi „Zaza Kürtleri“ olarak gördü, öyle işlem yaptılar, ve öyle yazılı kaynaklara geçti. Kimse onların içine girerek, gerçek isimlerini öğrenme zahmetine katlanmadı. Oysa gerçek daha farklıdır. Babam bir keresinde bana şöyle demişti: „Oğlum biz kendimizi Kırmanc Kürtleri olarak biliriz. Kirmancî/Kirmanckî konuşuruz. Ama şehire indiğimizde yabancıların bize Zaza dediğini öğrendim. Biz Za-za değiliz. Bizim aşiretimizin ismi Lolan. Lolan aşireti Kürt bir aşirettir. Burda çok açık ki, yukarda anlantığımız gibi binlerce yıldır merkezi uygarlıktan uzuk, o yüksek dağlık bölgelerde Kirmancî (zazakî) konuşan Kürtlere, eskiden tapınaklarda kullandıklar Za’gmuk bayramından beri Za-za lakab ismini takanlar uygarlık güçleridir. Dışarıdan verilen bir isimdir.

Onları tam anlatamaz. Tersine sakatlamak için, bitirmek için, dil bilmeyen, „kekeleyen tarzda konuşan vahşiler“ olarak göstermek istemişlerdir. Osmanlı’nın devamı olan Türkiye’ye danışmanlık eden küresel uygarlık güçleri, 1980 askeri cuntadan sonra, vekalet savaşçıları olan devşirme Türklerin eline verdikleri Beyaz Kitap’ta, „Dağların yüksek kısımlarında, tepelerde yaz kış erimeyen karlar vardı. Güneş açınca karın yüzü, üzerleri buzlaşan camsı parlak bir tabaka ile örtülürdü. Üstü sert altı yumuşak olurdu. Bu karın üstünde yürüyünce, ayağın bastığı yer içeriye çöker, ’kırt-kürt’ diye ses çıkarırdı. Doğulu Türkmenlere Kürt demesinin nedeni buydu. Bölücülerin Kürt dedikleri, yüksek yaylalarda, karlık bölgelerde yaşayan Türklerin karda yürürken ayaklarından çıkan sesin adıydı aslında.“ diyerek Kürtler dağlı Türkler ilan edildi. Bu projeleri tutmayınca, Kürtler birliklerini oluşturmasınlar, bölüp parçalayalım diye “B” planını devreye soktular: “Zazalar, yüksek dağlık bölgelerde yaşayan Türkmenlerdir. Zazalar, Kürt değil, ayrı bir millettir. Çin, Afganistan, Horasan’dan buraya geldiler.” diye başka yalanlara başvurdular.

Devşirilip Türkleştirilen ve maddi çıkarları için bu projenin arkasında koşan Zazalar olsa da, bu projeleri de tutmayacaktır! Dört bin iki yüz yıl önce Mezopotamya’nın yerli halklarına karşı savaşan Akad devleti de bugünkü Kürtlerin ataları olan Guti, Lulubi, Lor, Hurri ve Kassitler’e “dağlılar” diyorlardı. Asurlar da savaştıkları bu yerli halklara “dağlılar” diyorlardı. Bugün Türkler de “dağlılar” diyor. Yani “dağlılar” kelimesi gibi “Zazalar” kelimesi de Türk barbarlığın icat ettiği bir kelime değil, uygarlık güçlerin vekalet savaşçıların eline verdikleri bir silahtır.

Böyle keskin bir çizgi çekelim ki, “Ben Kürt değilim, Zazayım. Zaza milletindeyim.” diyerek kendi kimliğini ve inancını inkar eden devşirmelerin soyuna ihanet ettiğini gösterebilelim. Osmanlı yetmiş katliam yapmasına rağmen bir türlü İslamlaştırmadığı Êzîdî Kürtleri’ne de aşağılamak anlamında bilinçli bir şekilde onların ismini yanlış telaffuz ederdi. „Êzîdî“ değil de, „Yezidi“ diyorlardı. Ve hâlâ öyle devam ediyorlar. Ve hâlâ Türk devleti aynı dini kodlara sahip IŞİD ile birlikte Şengal’daki Êzîdî Kürtlere soykırım yapmaya devam ediyor. Arapların kendi aralarındaki siyasi İslam iktidar kavgasında Hüseyin ve arkadaşlarının başını MS. 680’de Kerbela’da kesen Muaviye oğlu „Yezid“ ismini takmışlardı. Yezid, Hüseyi’nin başını kestiği için Alevi Kırmanc Kürtleri ve Sünni Kurmanc Kürtlerin nefret ettiği bir isim. Êzîdîler’e, „Yezid“ lakab ismi takmişlar ki, hem Alevi Kırmanc Kürtleri, hem de Sünni Kurmanc Kürtleri onlardan nefret etsin ve düşman olarak görsün. Uygarlık yıkıcı Türk egemenlik sistemin bu fesat, çirkin, insanlık dışı oyunlarına bakın. Gene Osmanlı’nın İttihat Terakki döneminde Diyarbakırlı Kirmancî (Zaza) Kürtlerinden olan ve henüz İttihatçıların Türkçülük tezine sarılmadan önce; İstanbul’da 1898-1900 yılları arasında yazdığı, “Kürt Aşiretleri hakkında Sosyolojik Tetkikler” tez kitabında Ziya Gökalp, “Kürtlerin eskiden beri Kurmanc, Zaza (Kirmanc), Soran, Gûran (Goran Hewrami), Lur (Lorî) diye beş ayrı dil, beş ayrı kavme (kabileye) ayrıldığını, Gûran diliyle Zaza’nın birbirine çok yakın olduğunu, Zazaların Kürt kavmi içinde olduklarını yazmıştır.

Tabi sadece sonradan Türkçülüğün teorisiyenliğine yükseltilen Ziya Gökalp değil, antropolog dilbilimci Dr. Orville Boyd Jenkins da, Zazaların Kürt boylarından biri olduğunu yazar. Batı’nın Osmanlı’ya „hasta adam“ dediği ve onun ölmekte olan ceseti üzerine üşüştükleri bir dönemde Anadolu, Kürdistan ve Mezopotamya’da İngiliz, Fransız ve Amerikan misyonerleri, arkeologları inceleme ve araştırmalar yapıyorlardı. 1800 yıllarından sonra Doğu kültürünü oryantalist düşünceyle Batı’ya taşıyorlardı. Bir de bu misyonerlerin dışardan Kürtlere nasıl baktıklarına bakalım. Profesör Ellsworth Huntington, Fırat Nehri ile ilgili gezi ve gözlemlerine dayanan 1902 tarihli bilimsel makalesinde Zazaların Kürt etnik kimliğinde olduğunu yazar. İngiliz diplomat, coğrafyacı, arkeolog Charles W. Wilson, 1895’de yayınladığı “Handbook for Travelers” adlı kitabında, Kürtlerin Kurmanci ve Zaza diye iki diyalektiği konuştuklarını ve Zazaca konuşan Kürtlerin Dêrsim, Harput, Palu, Muş, Diyarbakır vilayetlerinde yaşadıklarını yazmıştır. Henüz Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan ve İttihatçıların ardılları olan Kemalist-İttihatçılar Dêrsim hakkında üst üste raporlar yazmadan önce; İngiliz yüzbaşı L. Molyneux-Seel, Dêrsim ve Koçgiri’de iki ay boyu süren gezisinde bir inceleme raporunu yazdı. İngiliz Kraliyet Ailesine sunulan bu rapordan kısa alıntıların anlatıldığı 1914 tarihli makalesinde, Müslüman olmayan Zazaları ve “Kızılbaş” olarak belirttikleri Koçgiri ve Dêrsim Alevilerin Kürt olduğunu ve Kürtlük için çalıştıklarını yazar. İşte bunun üzerine 300’ler Komitesi’nin başkanlığını yapan İngiliz Kraliyet Ailesi, (Rothschildler, Kürtlerin toprakları altındaki petrollara sahip olmak, bu petrolları dünya pazarlarında satmak ve Ortadoğu’yu istedikleri gibi dizayn etmek için o dönem kapitalist sistemin motor güçü olan İngiltere’yi kullanıyorlardı.

Daha sonra eski İttahatçılar Kerkük ve Musul’u bu yüzden hiç ses çıkarmadan İngilizler’in isteği üzerine, 1926’da İngilizler’in mandası olan Irak’a bıraktılar. İngilizlerin Irak mada süresi bittikten sonra, 1961’de zengin petrol bölgesi Kuveyt’i Irak’tan ayırarak iki parçaya böldüler. Osmanlı’yı, sınırları tel örgülerle sarılmış 24 ulus-devlete ayırarak bu bölgeleri daha iyi daha kolay kontrol etmeyi amaçladılar.) suçlu eski İttahatçılarla Anadolu’da kurdukları ileri karakolları olan Türk ulus-devlet eliyle Koçgiri ve Dêrsim sorununu acilen hal etme görevleri verildi. Ve sonuçta İngilizler’in vekalet savaşçıları olan eski İttihatçılar dünyanın gözleri önünde Koçgiri ve Dêrsim’de tarihin o ana kadar hiç görmediği çok korkunç katliam ve soykırımlar yaptılar. Tıpkı daha önce Ermeni, Pontus Rumları ve Süryanilere yaptıkları soykırımlar gibi. Hiç kimse ses çıkarmadı. Ve Batı uygarlığı, büyük insanlık suçu işleyen bu katillerini hiçbir zaman uluslararası ceza mahkemesinde yargılayıp cezalandırmadı. Bugün aynı insanlık suçlarını işleyen diktatörleri Erdoğan’i uluslararası ceza mahkemesinde yargılamak istemedikleri gibi. Gene İngilizlerin Ortadoğu uzmanı ve 1916 yılında Sykes-Picot Antlaşmasıyla Kürdistan’ı dört parçaya bölen Mark Sykes, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Kürt aşiretlerini ele aldığı ayrıntılı çalışmasında Zazaları ve Zaza dilini konuşan aşiret ve kabilelerin çok eski kültür inançlarını sürdüren Kürtler olduğunu yazar.

Zaza Kürtler hakkındaki çalışmalarını İngiliz Kraliyet Ailesi’ne raporlar halinde sunar. İslamlaştıran Sünni Kürtlerle ile henüz tümüyle İslamlaştırılmayan Zerdüşt kökenli Alevi ve Êzîdî Kürtlerini topraklarıyla birlikte birbirinden uzaklaştırıp parçalasalar işleri daha da kolaylaşacaktı. „Kürtler birlik olursa, dünyanın en güçlü orduları bile bu savaşçı halkı yenmeleri mümkün olmayacaktı. Bunları ne kadar parçalayıp bölersek o kadar Mezopotamya’ya sahip olmuş olacağız.“ Bu bilgiyi altın gücüyle saraylarını hâkimeyleri altına alan günümüzün Büyük Sargon’u Sami tüccar olan Rothschildler’den almışlardı. (Kaynak, Dr. John Coleman, Rothschild Hanedanlığı) İngiliz askeri doktor-yazar H. Sandwith, 1853-1856 Kırım Savaş’ı sırasında bölgede görev yaptığı sıralarda derlediği Zazaca sözcükler listesini sunarken, Zazaları bir Kürt aşireti olarak tanıtır H. Sandwith’in sözcükler üzerine yaptığı çalışmasını, İngiliz etnolog, dilbilimci ve Londra Kraliyet Cemiyeti üyesi, Robert Gordon Latham aracılığıyla 1856’da yayınlanmıştır. Yalnız İngiliz Kraliyet Ailesi’nin düşünceleri ve oryantalist zihniyet çerçevesinde önce Zazaları Kürt aşiretleri olarak tanımlamak istemedi.

Bilimdışı siyasi açıklamalarla meslektaşlarından eleşiri alınca ve kariyerine leke düşürdüğünü anladıktan çok sonra, söylediklerinden vazgeçerek, H. Sandwith gibi, Zazaları bir Kürt boyu olarak değerlendirmek zorunda kaldı. Kürdolog Basile Nikitine Zazalar’ın Kürt olduğunu yazıyor. 1878-1893 yılları arasında Harput’ta Fırat Koleji (Amerikan Misyoner Okulu) idareciliğini yapmış Amerikalı misyoner Crosby H. Wheeler ve eşi Susan A. Wheeler, 1876’da yayınladıkları kitapta Kürtlerin Kurmanci ve Zaza (Kırmancî) Kürtçelerini konuştuklarını yazdılar. Arkeolog ve dilbilimci Peter Lerch, 1856-58’de Almanca „Forschungen über die Kurden und Die Iranischen Nordchaldäer” adlı kitabında Zazakî ve Kurmanci’yi Kürtçenin diyalektleri olarak sınıflandırır. Dilbilimci, etnolog Dr. Friedrich Müller, 1865 yılında yayımlanan „Neue Persischen Dialekte /Zaza-Dialekt der Kundensprache“ adlı kitabında Peter Lerch’in metinlerini esas alarak Zazaca’yı dilbilimsel olarak analiz eder; Zazakî’yi (Kirmancî’yi) Kurmanci ile karşılaştırır ve Kürt dilinin bir dialektiği olarak sınıflandırır.

İngiliz doğubilimci ve Kürtler üzerine çalışmaları bulunan Godfrey Rolles Driver, Kürdistan’da Zaza (Kırmancî) dilini konuşan kabilelerin Kürt olduğunu söylüyor. Cladius James Rich’in 1836’da yayınlanan, „Narrative of a Residence in Koodistan“ adlı Seyahatnamesi’nde Diyarbakır, Palu, Bingöl, Muş çevresindeki dağlık bölgelerde yaşayanlardan bahsederken, „Burada yaşayan halk tamamen bağımsız hareket etmektedir. Burada yaşayan Kürtlere Zaza adı verilmektedir.“ diye yazmaktadır. Seyahatnamenin 376 sayfasında şu açıklamayı yapar: „Hassan Dağı, Zagros ve Toros dağlarının bir parçası olup Diyarbakır, Palu ve Muş arasında kalan bir coğrafyada yer almaktadır. Bu yöre pek işlek bir güzergahta bulunmaktadır. Fakat burada yaşayan halk tamamen buyruk ve bağımsız hareket etmektedir. Burada yaşayan Kürtlere Zaza adı verilmektedir. Bu isim bir lakab/nickname gibi görünüyor.

Anlamına gelince ise kekeleyen tarzda konuşan kimselerdir.“ Cladius James Rich’in kuşkusuz çok haklı. Kürtlerin Guti, Lulubi, lor aşiretlerinden bugünkü Lolan, Gron, Dimlîj aşiretlerine kadar tarih boyunca uygarlık güçleri dağlarda yaşayan bağımsız özgürlükçü Kürtleri kıskanıp aşağılamak için ve alay etme için „dağlılar“, „Zazalar,“ „vahşiler“ diye çeşitli lakablı isimler takmışlardır. Ziya Gökalp’ın “Kürt Aşiretleri hakkında Sosyolojik Tetkikler” kitabında yazdığı gibi „Zaza“ kelimesini ne Kırmanc’lar, ne de Kurmac’lar kullanmazlar! Kırmanc’lara Zaza ismini verenler Türklerdir. Zazalar, uygarlık güçlerin Kürtçe'nin Kirmancî dilayektiğini konuşan ve Êzîdîler gibi Kürtlerin en eski inançlarından biri olan Zerdüşt kültünü İslamın baskıları altında sürdürenlere verdiği isimdir. Kadim bir dil için bölgelere göre; Kirmancî, Kirmanckî, Zazakî, Dimilkî diye çeşitli isimler kullanılır. Bugün Koçgiri, Dêrsim, Çorum, Sivas, Elağız, Bingöl, Gımgım, Amed’in kuzeyi, Adıyaman, Maraş gibi bölgelerde kullanılan Kirmancî lisanın ağız farklılıkları çok fazladır. Kelimeler bölgelere göre farklı kullanılıyor. Kötü diyetli ve bilbilgisi olmayan birileri bunların her birisinin ayrı bir dil olduğunu iddia edebilir.

TC. Üniversitelerindeki sözüm ona devşirme dilbilimcilerin(!) yaptığı işte bu. Zazalar, yanyana komşu olarak birlikte yaşadıkları Ermeni arşivlerinde de, „Kürd“ olarak kayıtlara geçmişlerdir. Boğos Natanyan’nın 1878 tarihli raporunda, „Palu yedi eyalete bölünmüştür; Karaçor, Bulanık, Okhu, Oşin, Karabegyan, sivan ve Gökdere. Bunları Palu idaresi yönetir. Diğer Kürtler ise iki çeşittir. Zaza ve Kırmaçi diye adlandırılıyorlar... Toprak sahibi ağalar ve beyler haricinde bir de Bulanık ve Gökdere nahiyesinde Zaza Kürtler var.... Hem Ermenilerle karışık halde, hem de tek başlarına ikamet eden diğer milletler Türkler, Kırmaçi Kürtleri ve Zaza Kürtleridir. Zazalar daha kalabalıklar. Dêrsim’lilerle aynı dil ve dine sahipler.“ (B. Natanyan 1878/Raporlar) Antroplog Ernest Chantre, Kürtler üzerine yaptığı araştırmalarda Zazaları da Kürt grupları içinde incelemiş ve Zazalardan bahsederken, “Kurde Zaza” “Kurdes Zazas” diye yazmıştır. Arkelolog-antropolog Ernest Chantre, 1890-1894 yılları arasında çeşitli milletleri araştırıp incelediği kitabında, Kürtler ile ilgili bölümde; Êzîdî, Zaza, Kîkan, Mîlan, Rojkî, Kurmancî, Burukî gibi çeşitli Kürt boy aşiretlerini ayrı ayrı incelemiştir.

Terry Lynn Todd, „A Grammar of Dimili /Also Known as Zaza“ adlı gramer kitabında, Zazalar’ın Kürt olduklarını yazar. Rus coğrafyacı ve etnograf Petr Petrovich Nadezhdin, Kakkasya coğrafyası ve halklarını konu aldığı 1891 tarihli kitabında Kürtleri tanıtırken şöyle yazar: “Kürt dili İrani diller grubuna aittir ve iki kısma ayrılır: Kurmancî ve Zaza.” Xaçatur Abovan, Kavkaz Gazetesin’de 1848’de çıkan “Kürtler” adlı makalesinde şunları yazar: “Kürt dili temelde iki lehçeden oluşur: Kurmancî ve Zaza. Zazakî, Kurmancî’den o kadar farklıdır ki, Kurmancî konuşan ve Zazakî öğremeyen biri onu zorlukla anlar. Egnus, Tujik, Muş ve diğer şehirlerde kalanlar Zaza lehçesini konuşurlar.“ ( Kaynak: Xaçatur Abovan, “Kürtler” ,Kavkaz Gazetesi, sayı:46, Tiflis, 15 Kasım 1848) Alman tarihçi Prof. Egon von Eickstedt, „Türken, Kurden und Iraner seit dem Altertum“ (İlk Çağlardan beri Türkler Kürtler ve İranlılar) adlı araştırma kitabında bugünkü Kürtlerin ataları olan Lorlar’dan (yani bugün Kirmancî dilini konuşan Lolan aşireti’nden) bahsederken şöyle yazıyor: „Ortaçağda, özellikle ilk çağlarda Lor aşireti önemli bir role sahipti. Hatta dünya tarihi içinde bunların önemli bir yeri var. MÖ. 3000 yılların sonlarına doğru LULUBU veya LULU adı verilen bir halkın olduğunu ve bu halkın ülkesine de LULUBİUM adı verildiğini bugün biliyoruz. İşte bu halkın adının anıldığı eserlerde, GUTİ ülkesi Kürdistan’la birlikte anıldığını da biliyoruz. Bu durum coğrafi konuma da uygun düşmektedir.

İşte bu nedenle Lulu hemen hemen Gutiler kadar bir öneme sahip oluyor. Lulu’ların beyleri, kralları şehirleri ve hazineleri tarihi öneme sahiptir.“ Bu tarihi gerçekler, Zaza Kürtlerin kökünü götürüp Tevrat’a bağlayarak Yahudi’lere, İncil’e bağlayarak, „Pallu ve Zara’nın Dêrsim ve Koçgiri’ye geldiğini, Düzgün Baba dağındaki Düzgün’ün Hıritiyanlığı yayan Aziz Paul’un mezarı olduğu, İbrani soyunun bir kolu Zara’nın bugünkü Sivas’ın Zara’ya (Koçgiri’ye) geldiğini“, Orta Asya ya da Horasan’dan getirip Türkmenlere bağlayanların iddilarını yalanlıyor. MÖ. 3000 yıllarında şehir beylikleri kurmuş bugünkü Zazaların ataları olan olan Guti, Lulubi, Lor, Hurri ve Kassitler’in Tevrat’taki İsrailoğulları ile arasında iki bin yıl, İncil’de anlatılan hikâyelerle arasında üç bin yıllık zaman farkı var.

Daha İsrailoğulları tarih sahnesine çıkmadan Kürtlerin ataları o coğrafyada yaşıyorlardı. İttihatçıların hiç biri gerçek Türk değildi Gerçek buyken, yüzyıldır hiç birisi gerçek Türk olmayan İttihatçıların fikirlerini devletin her türlü baskı ve şiddet araçlarını devreye koyarak, Sami tüccarları’n tarihsel projeleri çerçevesinde herkesin Türkleştirilip kendi etnik kimliğinden uzaklaştırıldığı Türkiye sınırları içinde üniversiteye kadar okuyup resmi ideolojiyi savunan hiç bir biliminsanı, profesör, doktor, siyasetçi ve akademisyenin, „Zazalar Türktür, ayrı bir millettir“ söylemlerine asla inanmayın. Çünkü size yalandan başka anlatacakları birş eyleri yoktur. Çünkü belki size, „Zazalar Çin, Afganistan’dan, Horasan’dan geldiler“ diye yalan söyleyecekler; ve zorla Türk kimliği dayatmak için böyle yalan-yanlış iddialar ortaya atarak asimile etme politikalarını dayatmaya çalışacaklar. Çünkü son yüzyılda Türkleştirilen bu devşirmelerin çoğu, kendileri bile Türk olmadıklarının farkında değiller. „Zazaların ayrı bir millet“ olduğunu nasıl bilebilirler? Kürtler hakkında tarih bilgileri olmadığı halde düşmanlıklarından, Kürt olmasınlar da ne olurlarsa olsunlar anlayışıyla Zazaların kökünü Tevrat’a, İncil’e, Kuran’a dayandıraya çalışıyorlar, zavallılar. Halbuki Tevrat, İncil, Kuran daha dünün çocukları. Bu „Kutsal“ denilen kitaplar daha ortalıkta yokken, binlerce yıl önce Kürtler o bölgelerde yaşıyordu. Bugünkü Zaza Kürtlerin ataları olan Gutiler Lulubiler, Lorlar, Hurriler ve Kassitler en az 9-10 bin yıldan beri o coğrafyada yaşamaktadırlar. Sami halkların bir avuç elit en zengin, en saldırgan, en gerici hanedan aile reisleri, Mezopotamya’nın en iyi topraklarını ve siyasi egemenliğini ele geçirmek için Akad ve Asur devletlerinden sonra, Arabistan çöl merkezci semavi (Musevi, Hıristiyan, İslam) dinlerini daha inşa edip Sami halkların kafalarına yukardan aşağıya boca etmeden 2100 yıl önce, yani MÖ. 2150’lerde Lulubi-Sümerli yazar Lu’dingira, yaşam öyküsünü çivi yazısıyla yazdığı birinci Tablet’te şunları kaydediyor: „Bu öyküleri neden yazıyorum? Ben bir Sümerli öğretmen, şair ve yazarım. Yaşım yetmiş beşi bulduğundan öğretmenliği bıraktım çoktan; fakat şairlik ve yazarlığım ölünceye kadar sürecek herhalde. Bu yaşamöykümü daha çok gelecek kuşaklar için yazmaya başladım. Bizim ulusumuz, dilimiz, geleneklerimiz, sosyal yaşantımız, sanatımız unutuluyor artık. Bu güzel ve uygar ülkemize her taraftan göz diktiler. Göklere uzanan basamaklı kulelerimizin, görkemli tapınaklarımızın, arı gibi işleyen çarşılarımızın her tarafa ulaşan kervanlarımızın, dümdüz uzanan yollarımızın, bol ürün veren tarlalarımızın, nehirlerimizde ve açtığımız kanallarda salına salına yüzen teknelerimizin, dolup taşan iskelelerimizin, her tür bilgiyi veren okullarımızın ünü uzak ülkelere kadar yayıldığından; ilkel olan bu ülkelerin halkı kıskandı bizi. Fırsat buldukça üzerimize saldırdılar. Kentlerimizi yakıp yıktılar. Biz yaptık, onlar yıktılar; biz yaptık onlar yaktılar. Halkımız hatta krallarımız tutsak oldu. Ailelerimiz dağıldı. Tarlalarımız, bahçelerimiz bakımsızlıktan kurudu; hayvanlarımız açlıktan öldü ve böylece kökü binlerce yıl önceye dayanan ulusumuz yoruldu, dayanamayacak hale geldi ve içimize yavaş yavaş sızıp bizi yiyen yabancıların kucağına bırakıverdi kendini.

Onlar yönetiyor bizi şimdi. Topraklarımıza ilkel geldiler; sayemizde uygar olmaya başladılar. Ne yazıdan, ne tarımdan, ne sanattan, ne dinden, ne okuldan, ne attan, ne arabadan, ne aydan, ne yıldan haberleri vardı. Hepsini bizden öğrendiler. Sonra da „biz yaptık, biz bulduk“ diye övünmeye başladılar. Hep korkuyorum, bir gün gelecek, adımız da uygarlığımız da unutulacak. Biz ne yaptık, ne başardıysak hepsini onlar üstlenecekler. (Muazzez İlmiye Çığ, Sümerli Ludingirra, Ludingirra’nın Yaşamöyküsü Tablet 1, Kaynak Yayınları, İstanbul 1996, s. 12) Annesi Arnavut, babası Yahudi olan Selanik’li Mustafa Kemal, Kürt İsmet İnönü, Sırplı Süleyman Demirel, Makedonya’lı göçmen Kenan Evren, Gürcü Tansu Çiller, Gürcü R. Tayyip Erdoğan, ve Dêrsim’li Kürt Kemal Kılıçdaroğlu gibi devşirme Türk siyasitçileri bilinç altında Türk olmadıklarının farkında olsalar bile, kendi çıkarları için Türklük pazarında uygarlık yıkıcı Türk egemenlik sistemi için çalışmak ve yerli halklara düşmanlık yapmak zorunda olduklarını biliyorlar. Çulsuz-pulsuz iktidara gelen bu devşirmeler hazineden çalıp çarparak, hırsızlık yaparak, mafya ve devlet ihale satışlarından aldıkları % 10 komusiyonla dünyanın zenginleri arasına girdiler. Onun için İttihatçı devşirme Türklerin uydurduğu yakın Türk kaynaklara değil, eski kaynaklara bakın. 5000 yıl önce Sümerlilerin çivi yazısıyla tabletlere yazdığı ve günümüze kadar hiç değişime uğramadan gelen ve Arkeologların toprak altından yeni çıkardığı tabletlerin çevirisini okuyun, Turan Dursun gibi.

Hasan Cemal Berlin’deki Dêrsim Konferansı’da şöyle konuşuyordu: “Resmi tarih buyurdu ki: Yalanda yaşayacaksın! Bir süre yalanda yaşadık, ama sonra resmi tarihe burada -Dêrsim katliamında- olduğu gibi isyan ettik... Ben 66 yaşındayım. 1961 yılında, 17 yaşında Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne girdim. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde, 1965’de çıktığım vakit; ne Kürt, ne Alevi, ne Dêrsim, ne Cemevi, ne Çerkez, ne Laz, ne de Kürt sorunu konusunda hiçbir şey bilmiyordum. Bunların hiçbirini öğrenmeden Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden çıkmıştım. Sözde Türkiye’de Siyasal Bilgiler’i okumuştum; sözde siyasi tarihi okumuştum. Hayır, aslında bunların hiçbirini öğrenmeden çıktık. Ancak Siyasi Bilgiler’den çıktıktan 4-5 yıl sonra, 1969’da Kürtlerin varlığı konusunda bir şeyler öğrenmeye başladım. Düşünebiliyor musunuz, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde değil, pratik yaşamda kendi çabamla Kürtlerin, Alevilerin varlığından haberdar oluyorum. O da gizli saklı baskılar altında; önce Güneydoğu sorunu olarak, sonra Doğu Sorunu şeklinde kulağıma çalındı. 1970’lerde henüz Kürt sözcüğü yoktu. Devletin gizli kapılar ardına kilitleyip çeşitli yabancı kelimelerle ifade ettiği Kürt sözcüğü üzerindeki yasak, Kürtlerin yok edilmek istenen etnik ve dinsel kimlikleri için 1974’lerden sonra mücadeleye girişmeleriyle parçalandı. Biz de duymaya başladık...“ (Azad Ronî, Berlin Dêrsim 1937-38 Konferansı ve Kürt Soykırımları, Mezopotamya Yayınları, Neuss 1917, s.216) Türkiye’de Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okuyan biri bile, o ülkede Kürtlerin, Ermenilerin, Rumların, Süryanilerin, Çerkezlerin Alevilerin varlığından bile habersiz.

Devşirilip Türkleştirilen Zaza Kürtleri ve Korucu Kırmac Kürtlerin halini varın siz düşünün! Yakın zamanda planlı ve programlı olarak yetiştirilen Zazacı Kürtler Eski Kürtçü Zülfü Selcan Almanya’da Zazacı olarak yetiştirildi. Asıl mesleği makine mühendisliği olan Selcan’a 1978’de TU Berlin’de (Technische Universität Berlin) öğretmeni Georg Hincha tarafından hiç hak etmediği dilbilimi koltuğu verilerek satın alındı. Kirmancî konuşan Kürt çocuklarına, “siz Kürt değilsiniz, Zazasınız” diye yıllarca Berlin’de siyasi Zaza kurslarını düzenledi. Sonra bu siyasi Zaza kursları bütün Avrupa üniversitelerine yayıldı. Selcan, Zaza projesinin daha da yaygınlaştırması çerçevesinde 2010 yılında Tunceli Üniversitesine gönderildi. Binlerce akademisyenleri üniversitelerden atıp açlığa mahkum eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, Zülfü Selcan’a bu baskıcı dönemde hiç dokunmaması, tek başına onun kimler için çalıştığının bir kanıtıdır. 12 yıldır “Tunceli Üniversitesi”nde soykırımcı devlete “biz Kürt değiliz” diyen Zaza öğretmenleri yetiştiriyor. “Ben Kürdüm” diyen öğrencileri de sınıfından kovuyor.

Türk devleti bilinçaltında şöyle düşünüyor: “Küresel uygarlık güçleri bana Kürtleri soykırımdan geçirip yok etme görevi vermiştir. Kürt olmayın, Kürt Özgürlük Hareketi ile yan yana gelmeyin, onlarla birlikte yürümeyin de, ne olursanız olun!” Bu yüzden devşirilip Türkleştirilen Zazalara dokunmuyorlar. Zülfü Selcan’nın kimler tarafından Almanya’da Zazacı olarak yetiştirildiğini çok geniş bir şekilde “Berlin Dêrsim 38 Konferansı ve Kürt Soykırımları” kitabımızda anlatmıştık. Daha fazla bilgi için bu kitaba başvurabilirsiniz. Avrupa merkezci milliyetçilik anlayışıyla özellikle 1980’lerden sonra Almanya ve İsveç’de Zaza dili ve kültürü tezleri üzerine akedemik çalışmalar başlatıldı. Avrupa devletleri tarafından finanse edilen dergiler ve çeşitli yayınlar yapıldı. Bu yayınlarda, “Zazaların ayrı bir millet, Zazaca’nın da ayrı bir dil olduğu” vurgulanıyordu. Bir zamanlar MİT ile birlikte çalışan eski solcu Ebubekir Pamukçu ise İsveç’te Zazacı olarak yetiştirildi. O da İsveç’te Kirmancî konuşan Kürt çocuklarına, “siz Kürt değilsiniz, Zazasınız. Zazalar ayrı bir millettir.” diye yıllarca Stockholm’de Zaza kurslarını düzenledi. Pamukçu, 1991 yılında Stockholm’e vefat etti. Cenazesi Türkiye götürülerek, Çermik’in Buderan köy mezarlığında toprağa verildi. Ama onun Zaza çalışmalarını öğrencileri devam ettirdi.

Şimdi Türkiye; Zazacı Georg Hincha, Zazacı Zülfü Selcan ve Zazacı Ebubekir Pamukçu’nun yaptıkları çalışmalarının ürününü biçiyor. Bunlar uygarlık güçlerin plan ve projeleri çerçevesinde yapıldı. Kendi Katillerinize Aşık Olmayın! Sırf Kürtlerden ayrı durmak için kendilerine Zazayım diyenler AKP ve MHP’nin propagandasını yapacak olan Zaza televizyonu açıyorlar. Yani onların Kirmancî (Zaza) diliyle onlara hem küfür edecekler, hem de onlara uygarlık yıkıcı Türk egemenlik sistemin yaptığı katliam ve soykırımları meşrulaştırmak istiyorlar. Öyle değilse devlet neden Berlin’de yıllardır çok kısıtlı olanaklarla Kirmancî (Zazakî) dilini geliştiren, Vate Dergisini çıkaran, dil konusunda konferaslar düzenleyen „Înstîtutê Ziwan û Kulturê Kirmancî (Zaza) –IKK- e. V“ kurumunu desteklemelerini bir yana bırakalım, İstanbul’daki Enstîtuya Kurdî’ye yaptıkları gibi engel çıkarmaya çalışıyorlar, ama kendilerine „Zaza’yım“ diyen devlet yanlılarını uygarlık güçlerin projeleri çerçevesinde destekliyorlar? Propagandalarını yapan onca televizyon yetmiyormuş gibi, şimdi Zaza dilinde siyasi propagalarını yapacak olan bir televizyon daha açıyorlar. 2018 yılında Rusya’nın hava sahasını açıp yardım etmesi ardından Batı’nın ileri karakolu olan Türkiye’nin „Zeytin Dalı Harekâtı“ adı altında Kürtlerin yaşadığı Afrin’i işgal edip, oraya IŞİD’lileri yerleştirmeye çalıştığı bir dönemde, Zaza Fedarasyonu Başkanı Murat Bukan, tıpkı Cumhurbaşkanı Erdoğan ve bugünkü içişler bakanı Süleyman Soylu gibi şöyle demeç vermişti: „Ülkemiz ve milletimiz için hayırlı olsun.

Allah ordumuzu muvaffak etsin... Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), Afrin bölgesinden açılan taciz ateşlerine meşru müdafaa kapsamında mukabelede bulunuldu ve PKK/PYD-YPG terör örgütü mensuplarınca kullanılan barınak ve sığınakları vurdu... Böylece meşru müdafaa kapsamında Türk Silahlı Kuvvetleri, ’Zeytin Dalı Harekatı’ ile gereğini yapmıştır. Kahraman ordumuzun duacısıyız. Allah Ordumuzun yar ve yardımcısı olsun. Terör örgütleriyle mücadele kapsamında, yurt bütününde uygulanan Olağanüstü Hâlin uzatılmasını da destekliyoruz’’ Sanırsınız ki, katliamcı, soykırımcı ve işgalcı Türkiye’nin işlediği insanlık suçlarını savunan Erdoğan ya da Süleyman Soylu’dur konuşan. Bu Kürtlükten devşirilen ve kendi soyuna ihanet eden adam Zaza Fedarasyonu Başkanı. Yazıklar olsun! Kirmancî dilini konuşan okulsuz, kitapsız, kendi tarihinden habersiz cahil insanları, „Siz Kürt değil, Zazasınız! Zaza milletisiniz“ diye kandırmaya çalışıyorlar, bu bilgi kirliliği içinde. Hayatında hiçbir kitap okumayan cahil insanlar da bu barbar avcıların oltasına takılıyor. İşte bunlar, uygarlık güçlerin soykırımcı projeleri çerçevesinde kendilerine Zazacıyım diyen devşirmelerdir.

Sömürgeci, işgalcı, soykırımcı devletin kuyruğuna takılan bu devşirilmiş Zazalar hem kendi etnik kimliklerini inkar ediyorlar, hem Zerdüst ya da Raha Heqî inancından geldiklerini inkar ediyorlar. Günübirlik yaşayarak dolaylı yollardan Türkçülük ve İslama oynuyorlar. Kimisinin bunlardan hiç haberleri bile yok. Özel Harp Dairesi‘nin kuyruğuna takılmış gidiyorlar. Okumuyorlar, araştırmıyorlar, kendi tarihlerinden haberleri yok. Ama MHP’liler gibi sokak tetikcilerin dilini çok iyi biliyorlar. TC’nin milisleri gibi kendi insanlarına düşmandırlar ve onların diliyle konuşuyorlar. Her birisi Koçgirili Alişêr’in başını düşmanları için kesen Rehber ve bacanağı Şêx Seid’a ihanet eden Binbaşı Kasım Bey (Ataç) gibi sömürgecilere, kendi halkının düşmanlarına çalışıyorlar. Devlet, MİT ve JİTEM elemanı „Yeşil“ kod adlı Bingöl’lü Zaza Mahmut Yıldırım gibi, en iyi tetikçilerini artık devşirilmiş Zazalardan seçiyor.

Devşirilmiş Zazalar hiç kendilerine sormuyorlar mı, acaba neden? İnsan bu kadar cahil olur mu? İnsan bu kadar kendi katillerine aşık olur mu? Diyeceğim lütfen kendi geçmiş binlerce yıllık tarihinizi araştırın, okuyun, resmi ideolojilerin yalanlarına bu kadar saf saf inanmayın, bu kadar cahil olmayın, bu kadar kendi katillerinize aşık olmayın!.. Yaralanan kaynaklar: Samuel Noam Kramer, Sümer Mitolojisi Cemşid Bender, Kürt Mitolojisi -1 Etem Xemgîn, İslamiyet ve Alevilik Etem Xemgîn, Aleviliğin Kökenindeki Mazda İnancı ve Zerdüşt Öğretisi Demir Çelik, Alevilik, Raya Heqî Şerf Han, Şerefname, Deng Yayınları, İstanbul 2009 Herodotos, Tarih Evliye Çelebi, Seyahatnâmesi Ziya Gökalp, Kürt Aşiretleri hakkında Sosyolojik Tetkikler Dr. John Coleman, Rothschil Hanedanlığı Prof. Egon von Eickstedt, Türken, Kurden und Iraner seit dem Altertum Terry Lynn Todd, „A Grammar of Dimili /Also Known as Zaza“, First edition1985 Ermeni arşivlerinde, B. Natanyan 1878/Raporlar Cladius James Rich, „Narrative of a Residence in Koodistan“ 1836 Dr. Friedrich Müller, „Neue Persischen Dialekte /Zaza-Dialekt der Kundensprache“ 1865 Muazzez İlmiye Çığ, Sümerli Ludingirra, Ludingirra’nın Yaşamöyküsü Tablet 1, Kaynak Yayınları, İstanbul 1996, s. 12 Azad Ronî, Berlin Dêrsim 1937-38 Konferansı ve Kürt Soykırımları, Mezopotamya Yayınları, Neuss 1917, s.216)