CORONAVİRÜS LABORATUVARLARDA MI İCAT EDİLDİ?
Bu konuyu iki başlık altında inceleyeceğiz.
1.) Coronavirüs biyolojik silah olarak laboratuvarlarda mi icat edildi? Hangi Tanrılarımız ve hangi laboratuvarlarda icat etti?
2.) Kötü Tanrı’ların insanlığa yaptıkları kötülüklerin tarihçesi.
1
Çin, İtalya, İspanya ve Amerika’da olduğu gibi, önce Almanya‘nın bazı Eyaletlerinde sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Coronavirüsün çok yayıldığı o eyaletlerde „kontrollü sürü bağışıklığı“ndan vazgeçmesi iyi oldu. Sonra 23.03.2020 tarihinden itibaren ise bütün Almanya’da coronavirüs nedeniyle iki-üç ya da dört haftalık Olağanüstü Hal (OHL) ilan edilerek „kontrollü sürü bağışıklığı“ndan vazgeçildi. Böylece bütün Almanya ve başkent Berlin de sokağa çıkma yasağına dahil edilmiş oldu. İnsanlar mecburi ihtiyaçları olmadığı sürece evde kalıyor. Sokağa çıkmıyor. İlan edilen OHL nedeniyle sokaklar, parklar, bütün mağazalar, marketler, barlar, oyun sahaları, okullar, spor salonları haftalarca bomboş olacak. Berlin‘de işe gitmek, dışarda temiz hava almak, tek başına koşmak ya da temel ihtiyaçları satan yerlerden zorunlu alış verişe etme dışında dışarıya çıkılmıyor. Çıkanlar da birbirinden en az 1,5-2 metre uzaklıkta yürümeleri istendiği için, herkes şimdilik bu kurallara uyuyor.
Neden? Çünkü uzmanlar, Profesör, doktor ve OHAL’ı ilan eden ulus-devlet yetkilileri:
„Havada uçuşan bu yeni Coronavirüs tuz tomurcukları insandan insana geçiyor. Lütfen birbirinizden uzak durun. İnsan ilişkilerini minimuma indirilem. Onu durmanın tek yöntemi eve kapanmaktır.“ diyorlar.
Biz de, finans kapitalizmin üzerimize yağdırdığı bu küresel pandemi felaketiyle korkutup paniğe kaptıran, karantinaya alan, disipline edip eve hapseden kurallarına sıkı sıkıya uyuyoruz. Başka ne yapabiliriz?
Mayıs ayın birinci haftasına kadar Almanya’da virüsün en yüksek noktasına vardığı, istatistiklere göre hızı gerilediği ve artık insanlara daha az bulaştığı söylense de hâlâ etkili bir biçimde yayılmaya devam ediyor. Virüsün yayılmasını engellemek amacıyla ilan edilen kısıtlama ve yasaklamalar kamusal yaşamı üç ay boyunca durma noktasına getirdi. Mayıs’ın ikinci haftasından sonra bu kısıtlamalar ve yasaklamalar adım adım kaldırıldı. Ama halktan alış verişe, doktora giderken, otobüs ve U-Bahn’lara binerken daha uzun süre maske takmaları ve işi gevşetmemeleri isteniyor. İspanya, İtalya ve Polonya gibi öbür Avrupa ülkelerinde ise kısıtlama ve yasaklamalar iki-üç hafta daha uzatıldı. Mayıs’ın sonuna kadar. Şu ana kadar Almanya’da coronavirüse yakalanan 3.722.295, iyileşen 3.574.000, ölen 89.822 kişi. Dünyada ise virüse yakalanan 175.489.741, iyileşen 164.300.000, ölen 3.788.797 kişi. Ölenlerin ortalama olarak % 60 B Rh+ ve B Rh- kann grubunda, % 30 AB Rh+ ve AB Rh – kann grubunda, % 10 ise diğer negatif kann grubunda olan insanlar.
Bu tufan felaketini başımıza kim getirdi?
Bana göre uygarlık güçlerin perde arkasındaki gizli güçlerin tarihsel plan, proje, programlarını tanımadan, evrensel tarihe doğru ve taa Sümerlere kadar derinden bakmadan; 19. ve 20. yüzyılda dünyada süren korkunç savaşları, katliamları, soykırımları, AIDS virüsü ve coronavirüsü laboratuvarlarda biyolojik silah olarak üretip, yeryüzündeki insanların üzerine yağdıran kötü tanrıları ve vampirleri tanımak mümkün değildir. 2019/2020 kış aylarında 180 ülkeye yayılan ve dünyada yaşayan insanların üzerine biyolojik silah olarak serpilen bu coronavirüs salgını, eğer bugün 1. ve 2. Dünya Savaşları kadar insanlığı tehdit ediyorsa, bence o savaşları çıkaranlar hangi kötü tanrılarsa, bu felaketi başımıza yağdıranlar da aynı kötü tanrılardır. Pekii, kim bu büyük insanlığa kötülük yapan tanrılarımız? İnsanlar beş bin yıllık tarihlerinde kendi elleriyle korkunç bir Leviathan (canavar), bir Golem yarattıklarının farkında değiller! Onun için bu uzun yazıda uygarlıkların perde arkasında; savaşlar, katliamlar, soykırımlar ve salgın hastalıklarıyla insanlığa karşı savaşlarını sürdüren gizli uygarlık güçlerinden (kötü tanrılardan) daha fazla bahsetmek istiyorum.
Evet, doğal felaketler, doğal salgın haslıkları vardır. Ama bazıları var ki; savaşları, katliamları, soykırımları nasıl ki, 100 ya da 50 yıllık planlarını yıllar önce planlayıp daha sonra devletler eliyle pratiğe uyguladıklarında bizim ruhumuz bile duymuyorsa; “aşırı nüfus ve işsizliği ikiz kardeşler olarak görün” (Fairchid Osborn) tanrılarımız “nüfus kontrol” planları adı altında dünya nüfusunu azaltmak, Lord Russell’in deyimiyle “kaşık düşmanlarını” temizlemek için biyolojik laboratuvarlarda virüs üretip insanlara bulaştırdıklarında da bizim ruhumuz bile duymuyor. 1904 yılında Amerika’da resmen kurulan ve 300’ler Komitesi’nin bir alt kurumu olarak çalışan Soyarıtım Cemiyeti, daha sonraki yıllarda yapılan uluslararası Konferans’larda ismini Soyarıtım Kayıt Merkezi’e çevirmiştir. Başta Amerika merkez olmak üzere Afrika ve Avrupa’da biyolojik laboratuvarları var. Aşağıda daha geniş açıklayacağımız, AIDS virüsü bu Soyarıtım
Kayıt Merkezi’n Kenya’daki biyolojik laboratuvarlarında icat edildi.
2
2011 yılından beri Suriye ve Kürdistan’da süren savaşlarda kasabaları, şehirleri, ülkeleri yerle bir etmediler mi? On binlerce insan katledildi. 6-7 milyon insan kendi ülkelerinden göç ettirildi. Bu savaş mağduru mültecilerle Avrupa ülkelerini tehdit ederek Ortadoğu’da savaşlarını sürdüren ileri karakolları Türkiye’ye savaş masraflarını karşılamaya çalışıyorlardı. Birkaç ay önce gündemimizde Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesi üzerine geliştirilen korkunç savaş vardı. Şimdi coronavirüs var...
Sürekli savaşlar, katliamlar, soykırımlar, göçler, doğa talanı, yiyeceklerin ve insanların genleriyle oynanması artık küresel kapitalist sistemin taşıyabileceğinden daha fazla bir yük haline almıştır.
Coronavirüsün, kapitalist sistem’in sahipleri tarafından bilinçli ve sistemli bir şekilde yaydırılmış “biyolojik bir silah” olarak yorumlayanların sayısı az değilse de; bunlar, tahminen biliyorlar kimin bu felaketi başlarına yağdırdıklarını, ama günübirlik yaşadıkları için bu sorulara yanıt ve kanıt bulmakta zorlanıyorlar. Bu yorum, analiz ve kitaplar dolusu bilgiye kısadan “bunlar komplo teorileridir” diyen cahil-aydınlar ise, zaten yüzyıldan beri kötü tanrıların felaketlerini, planlarını, entrika ve dünya kamuoyunu manipülasyonlarda kandırıp aldatarak doğru analiz eden biliminsanları, yazar ve gazetecilerin düşünce, analiz ve kitaplarına hep, “bunlar komplo teorileridir” diyerek uluslararası alanda kara propagandasını yaparak doğru ve iyinin önemsizleştirme çabalarını geliştiren (İngiliz) Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü (KUİE) ve Tavistock Enstitüsü’nün etkisindedirler. Bu KUİE, Tavistock ve cahil-aydınların kara propagandalarını biz artık ciddiye almıyoruz. Çünkü biz, günübirlik yaşamla değil; ancak altı bin yıllık insanlık tarihini bilimsel bir şekilde inceleyip araştırarak, somut bazı gerçekleri, ayrı ayrı analiz kutularını bir araya getirerek, insan topluluklarının ve doğanın başına gelen felaket, savaş, açlık, salgın, katliam ve soykırımların neden ve sonuçlarını daha iyi anlayabileceğimizin ve doğru yanıtlara ulaşabileceğimizin farkındayız.
Hemen hemen bütün batı üniversitelerine düşünce üreten Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü ve Tavistock Enstitüsü; gelecekte toplumları yönetecek olan üniversite öğrencilerini çok sıkı disiplinler kuralı içine alıp terbiye ederek ve ayrı ayrı ayrı analiz kutularını oluşturarak diploma vermektedir; evreni, dünyayı, toplumları, toplumsal yapıları, ekonomi politiği, iktisatı, tıpı, hukuku, adaleti hiçbirisinin birbirinden haberi olmayan ayrı ayrı dallar, ayrı ayrı analiz kutuları disiplinleri olarak adlandırılarak evrenin, dünyanın, toplumların ve ekonomi politiğin doğru anlaşılmasını, somut gerçeklerin doğru ve iyi bir şekilde, bir nesnenin, sistemin, mekanizmanın bir bütün olarak analiz etmelerini baştan engellemeye çalışmaktadır. Görüyoruz ki, dünyamızı yöneten tanrılarımız eğitimde de suyun başını tutmuşlar.
3
Kötü tarının tarafına geçmiş ve onun hizmetçileri olarak çalışan ulus-devletler
Son dört yüz yıldan beri doğa’yı yok eden, insanı birbirinin kurdu haline getiren kapitalizmi Batı’da yavaş yavaş inşa eden yeryüzü tanrılarımızın başımıza bela ettiği bu felaketten nasıl kurtulabiliriz? Dünya dünya olalı hiç böylesine bir felaket görmedi! İnsanlar coranavirüsten ölenlerin cenaze törenlerini bile yapmadan, başkasına bulaşmasın diye korunaklı elbiseler ve maske takalı birkaç kişiyle alelacele toprağa gömüyorlar. Tanrı’larımız hiç görülmemiş öylesine büyük bir felaketi, öylesine bir korkuyu insanların başına yağdırdı ki; tıpkı Guti-Sümer döneminde yaşanan bir tufanı insanlığa yaşatıyorlar ki, herkes can derdinde! Ölüm korkusu herkesi esir aldı. Bütün ülkeler sınırlarını kapattı. Trenler, uçaklar, fabrikalar durdu. Kahveler, lokantalar, berber dükkânları, büyük mağazalar, küçük-büyük hemen hemen bütün işyerleri kapandı. Dünya borsaları % 40, %50 aşağı düştü.
Eğer kötü Tanrı’lar dünya nüfusu azaltmak ve korku düzenlerini oluşturmaya çalışmak için bu felaketi insanların başına getirmişlerse, bilin bu gene onların işidir. Çünkü insanlık tarihin her döneminde en büyük felaketleri insanların başına getirenler bu kötü Tanrı’lardır!
Gökyüzündeki tanrılarımız, „benim yarttığım kullarım yeryüzünde çok çoğaldı. 7.8 milyar nüfuslu dünya için bir tufan felaketi hazırlayalım“ diye toplantı salonlarında bir karar aldılar. Yalnız bazı küçük tanrılar bu karara karşı çıktılarsa da, karar öfkeli ve kinci büyük tanrıların iradesiyle onaylandı. Fakat iyilik tanrısının bu karara bir türlü içi ısınmadı. Büyük tanrıların aldığı bu kararla yeryüzünde insanları yok edilmesini istemiyordu. O yüzden Tanrıların yeryüzündeki insanlar için hazırladığı tufanı bilgelik tanrısı duvar arkasında gizlice Guti-Sümerli Ziusudra’ya bildirdi.
Bilgelik tanrısı, duvar arkasında Ziusudra’ya kendisine bir gemi yapmasını, yiyecekleri doğal sebzeleri, doğal hayvanları, yapılacak aşıları yanlarına alıp, yakınlarını da gemiye alarak tufan geçinceye kadar bu kez Guti-Sümerlerin Haştene köyünden geçerek „Cudi Dağı“na değil, „Florida eyaletinin Atlas Okyanusu kıyısında, dokuz mil kare büyüklüğündeki „Jupiter Island“a çekilmelerini söyledikten sonra haber veren fırtınalar koptu!.. Gökyüzünde oturan Tanrı’larımızın yeryüzünde yaşayan insanları bu tufan felaketi kararlarıyla yok etmeye karşı, bütün ülkeler hiç görülmemiş sanal bir „Dünya Savaşı“ ilan ettiler. Birleşmiş Milletler’in çatısı altında toplanmış bulunan ulus-devletler, başımıza bu felaketi getiren yeryüzü tanrılarımıza kurban niyetine yıllık bütçelerinin %30, % 40’nı ayırdılar. Merkez bankaların ne kadar boşaltacağını da gene aynı tanrılarımızın insafına bıraktılar. Yani tüm insanlık etkilendi. Hayat durdu İnsanlar, kötü tanrıların korkunç tufanından korunmak için kendilerini küçücük bir ev gemisinde karantinaya aldı. Sadece doktorlar, hemşeriler ve hasta bakıcıları büyük bir risk altına girerek, çok zor koşullarda hastanelerde haddinden fazla çoğalmış hastalarla büyük uğraşlar veriyordu. Harıl harıl çalışan yiğit, cesur 120 doktorumuzu tanrılar elimizden aldı. Biliminsanlarımız onlarca biyolojik araştırma laboratuvarlarda coronavirüsü geri püskürten ilaçları ve aşısını bulmak için gece gündüz çalışıyorlar.
Tanrılarımız, „kaşık düşmanları“ olarak gördükleri milyarlarca insanı biyolojik coronavirüs silahıyla yok etmeye karar verdikleri için herkes küçük evinde Ziusudra’nın büyük gemisine bindi. Guti-Sümer döneminde Ziusudra’nın (beş bin yıl önce Sümerlerin kelimenin başında kullandığı „Z“ harfi, şimdi „R“ harfi olarak okunuyor. Riusudra...) yaşadığı tufan yedi gün sürmüştü? Şimdi yaşadığımız bu tufan felaketini ise, uzmanlar bile kestiremiyorlar, şimdiden önce iki hafta dediler; sonra iki hafta daha uzattılar; ama altı hafta da sürebileciğini söylüyorlar.
Çin’den sonra önce en fazla virüsten etkilenen İtalya Hükümeti, kitlesel ölümler, sokaka çıkma yasağı ve durma noktasına gelen kamusal yaşamdan dolayı endişe içinde Avrupa Birliği’nden yardım talebinde bulundu. Fakirler ve pandemiden ağır bir şekilde etkilenen AB ülkelerine ortak borç alımıyla yardım etmeyi öngören Euro bölgesi ortak tahvili (Eurobond), 300’ler Komitesi’nin emir ve talimatları çerçevesinde başta Almanya Başbakanı Angela Merkel olmak üzere bloke edildi. Böylece ne yazık ki, hiçbir Avrupa ülkesi İtalya’ya ne finans yardımı, ne doktor, ne ilaç, ne eldiven, ne de maske gönderdi. Aynı şekilde İtalya’yı geçen İspanya’ya yardım etmek istemedi. Eldivenleri bittiği için hastalarıyla eldivensiz çalışan onlarca İtalya, İspanya doktoru Coronavirüsüne yakandı. Bazıları öldü. Hani, Avrupa Birliği vardı!? Hani, birbirine yardım eden Avrupa Birliği nerde? Coronavirüs felaketi çokça bahsedilen Avrupa Birliği dayanışmasını sona erdirerek gerçek yüzünü gösterdi. Avrupa Birliği’nin sadece „Para“ birliği, sermaye birliği olduğu şimdi çok daha net bir şekilde ortaya çıktı. İnsanlıklarını yaşadıkları modern kapitalist sistemde para ile satmışlar! İnsanlıkları yok? Para, onların Tanrı’ları olmuş!..
Zaten dünyanın ilk uygarlığı olan Guti-Sümer mitos, efsane, destan, ilk yazılı kanunları ve erdemli kültürün Yunanistan üzerinden binlerce yıl (MÖ. 10.000-33) boyunca Avrupa’ya yayılan Aryen kültürü, doğayı koruyan, hümanist bilinci, ikinci ve üçüncü Zerdüşt inancın önünü kesmek ve bugünkü dünya para imparatorluklarını kurmak amacıyla iki bin yıl önce; Atina ve Roma’da baba-oğul (Tanrı ve oğlu İsa) felsefik Arap çöl merkezci din ideolojiyi başlatıp geliştirerek; Hıristiyanlığın Sümerlerden aşırılmış inanılmaz mitos, efsane ve ölüler diyarına inen İnanna’nın çarmıha gerilişi ve tekrar dirilişi hikâyelerini (çarmıha gerilen İsa’nın tekrar dirilişi) 300 yıl boyunca bıkıp usanmadan kendi ekonomik, politik ve siyasi çıkarları çerçevesinde anlata anlata önce Roma İmparatorluğu’n resmi dini haline getiren, yani Avrupa halkların beyinlerine önce Arap çöl merkezci Semavi din ideoloji olan Hıristiyanlığı aşılayarak, onları haçlı orduları seferleriyle Mezopotamya halkların üzerine saldırtan ve daha sonra, ulus-devletlerin inşa edilme projelerinin başlangıçı sayılan Fransız Devrimi’nden sonra 15 yıl süren Napoleon Savaşları ile (Napoleon, Rothschild’lerin iktidara getirdiği bir komuntandı.) Avrupa’daki Hıristiyan halkları birbirine kırdırtarak 3 milyon 511 bin 800 kişi katledenler, Sami halkların bir avuç elit zümre, en zengin, en saldırgan en gerici hanedan aile reisleri olan Sami tüccarları’dır.
4
Vaktinde Sümer Kraliçesi Kubau sarayında girdikleri gibi İspanya Kraliçesi İsabella sarayına girerek Avrupa şehir beyliklerin saraylarına girdiler
Önce Katolik Kilisine bağlı İspanya Kraliçesi İsabella sarayı’na girerek üzerinde hâkimeyet kuran Sami tüccarlar; Hıristiyan kilisesi eliyle İspanya’da Yahudi ve Müslüman halklar üzerinde baskı ve şiddeti artırdıkları yıllarda (MS.1492) başlayarak; Avrupa’daki prensleri, imparatorlukları, şehir beyliklerin saraylarına girerek idarelerini altın ve para gücüyle birer birer hâkimiyetleri altına aldılar. Her zaman karşı konulmaz gibi görünen altın ve para tek başına kralları, prensleri ve padişahları hâkimiyetleri altına almaya yetmiyordu. Onun için Sami tüccarları, Hıristiyan, Musevi ve İslam cemaatları içindeki kadrolarla birlikte çalışıyorlardı. Zaten çok uzun vadeli tarihsel plan, proje ve programlarını gerçekleştirmek amacıyla semavi dinlerini, -binlerce yıldır hep kavgalı oldukları ve savaşlarında hep karşılarında yenilgiye uğradıkları Aryen Sümer uygarlığını, Arap Yarımadası’ndan sürekli getirilen yeni göçebe barbar akınların yardımlarıyla yağmalayıp yıkma ve o erdemli uygarlığın bütün kültürünü; mitoslarını, efsanelerini, destanlarını yaratan halklarla birlikte kalıntılarını mezara gömüp yok etmek amacıyla- inşa edip dünya toplumları arasına yayanlar onlardı!..
Prens, kral ve insanları borçlandırarak paradan para kazanarak, bir araya gelmedikleri için güçlerini yitiren Sümer şehir beylikleri örneğini bildikleri için, bir araya gelmeyecek şekilde Avrupa’daki ülkeleri birbiri ardına getirdikleri savaşlarla ekmek gibi parçalara ayırdılar ve kendi halkından olan musevi inancındaki adamlarını, oğul ve kızlarını altın ve sermaye gücüyle egemenlikleri altına alacakları bölgeler olan Almanya, Fransa, İngiltere, Avusturya, İtalya ve Osmanlı’nın Avrupa yakasındaki Selanik şehrine yerleştirdiler.
Adamlarını bütün Avrupa ülkelerine yerleştirerek Batı’da, paradan para kazanan kapitalist sistemi, kurumlarını ve “300’ler Komitesi“ni, vaktiyle sarayına uyuşturucu satıcısı olarak girip egemenlikleri altına aldıkları İngiliz Kraliyet ailesi üzerinden yavaş yavaş inşa ettikten sonra; bu kez Hıristiyanlık inancı yerine, Tanrı’nın ulus-devlet (ayrı ayrı ülkeler, ayrı ayrı sistemler görünseler de, hiçbir şey göründüğü, bize resmi ideolojilerle gösterildiği gibi değildir. Ulus-devletler ayrı ayrı sistemler değil, Milletler Cemiyeti (Fazla dikkat çekmesin diye daha sonra adı Birleşmiş Milletler’e çevrildi.) çatışı altında toplanmış; sermaye sahiplerine ve komplocular hiyerarşisi dediğimiz uygarlık güçlerine bağlı „tek bir dünya sistemi“ olan kapitalist sistemin tümüdür, bir sistemdir. BM’ler, Sami tüccarları’n günümüzde dünya üzerinde kurdukları görünmez sanal para imparatorluğu’n IMF, NATO, Roma Kulübü, 300’ler Komitesi ve Soyarıtım Cemiyeti gibi bir dizi alt kurumları var.) olarak yeryüzüne inmiş para virüsüyle beyinlerini yıkamış vicdanlarını satın almıştır. Hemen kurulmuş bir sistem değil, Sümerler’den günümüze uzanmış tarihi bir yolculuğu var. Avrupalılar bunun farkında değil. O yüzden şu an altın ve sermaye güçleri denen „para tanrısı“na çalışan Avrupa Birliği ve ABD Hükümetleri’n politikacıları; para için dünyada süren savaşlarına sürekli silah üretiyorlar; savaşlara, salgın hastalıklarına, katliam ve soykırımlara sessiz kalıyorlar, kulaklarını tıkıyorlar. İnsan haklarını, demokrasiyi, hukuku, kendilerinden uzak olan katliam ve soykırımlardan duydukları endişeleri, sadece laf olsun diye dile getiriyorlar. Çünkü Sami tüccarları, onları önce Arap çöl kültürü olan Hıristiyanlık dini, daha sonra baba-oğul’un, yani Hegel’in deyimiyle „Tanrı’nın ulus-devlet ile yeryüzüne inmiş“ para virüsü ile genleriyle oynayarak kendi erdemli, hümanist, doğayı seven ilk öz kültürleri olan hakiki Sümer merkezli Aryen kültürlerinden çok uzaklaştırdılar. Artık onlar farkında olmadan (Aryen Zerdüşt inancındaki) iyilik ve aydınlık Tanrısı Ahura Mazda’ya karşı, kötülük ve karanlık tanrısı Ahriman’ın tarafına geçmiş durumda, kötülük tanrısına hizmet ediyorlar!..
2600 yıl önce, Aryen halklarından Medlerin çocuğu olan üçüncü Zerdüşt, tıpkı Sümerli Ludingirra gibi zalim Akad ve Asur krallarını (Sami tücarları’nı) kastederek kötü ruhlu bir tanrı’nın, Arap Yarımadası’nda üç-dört bin yıl gerilerde yaşayan barbar göçebe akınları toplayarak, bu kendi halkından fakir göçmenlerle ülkelerinin sürekli yağmalanıp yakıp yıkıp talan edildiğini, kültürlerini, dillerini, çevreyi ve tarihi eserlerinin hep yerle bir edip yok edildiğini görmüş; bu yüzden atalarının doğayı ve insanı seven Zerdüşt kültür ve inancını güncelleştirerek, hakiki yaşam felsefesini, iyi Tanrı (Ahura Mazda) ile kötü tanrı’nın (Ahriman) kavga ve anlayışı üzerine kurmuştur.
Ahriman tarafına geçmiş olan Avrupa ülkeleri, yanıbaşındaki Avrupa Birliği üyelerine yardım etmezken, Çin doktorları, ilaç ve maskeleriyle 180 bin vatandaşı coronavirüs salgın hastalığına yakalanan İtalya halkın yardımına koştular! Bravo be Çin’e!... Coronavirüs ile çok büyük bir mücadele veren Çin başardı. Çin’in cesur, yiğit genç kız ve oğlanları, bu biyolojik silahı ile üzerlerine saldıran yeryüzü tanrılarına karşı zafer şarkılarını bile söylemeye başladılar. Şu ana kadar 85.584 vatandaşı virüse yakalan Çin’de 4.634 kişi coronavirüs’ten ölse de, yarı sosyalist Çin kendi halkının sağlığını koruma konusunda örnek alabilecek bir tutum sergileyerek salgın hastalığının önünü aldı sayılır. Haziran ayına kadar bitireceğini söylüyor. İtalya’da ise coronavirüse yakalanan 359.569 kişi, hayatını kaybedenlerin sayısı 36.205’e ulaşarak Çin’i çoktan geçti.
İtalya ve İspanya’ya doktor gönderen ülkelerin biri de sosyalist Küba! Küba, coronavirüs’ten en çok etkilenen Avrupa ülkelerinden biri olan İtalya’nın Lombardei bölgesine doktor ve hemşirelerden oluşan 52 kişilik sağlık ekibi gönderdi. Batı kapitalist sistemin yıllardır ağır ambargosu altındaki sosyalist Küba, kendi halkının sağlığını koruma konusunda dünyada örnek alınacak ülkelerin başında geliyor. Hümanist düşüncelerle yetiştirilmiş doktorlarıyla iyi bir sağlık sistemine sahip olduğundan dolayı bütün vatandaşlarına ülke çapında ücretsiz sağlık hizmeti veren sosyalist ada ülkesi Küba, coronavirüse karşı mücadelede başka ülkelere de yardım ediyor. İnsanlığın en büyük salgın felaketine uğradığı 2020’nin Şubat-Mart-Nisan aylarında hiçbir ülkenin yapmayacağı şeyi yaparak bütün dünyaya binlerce doktor gönderdi. Önce gönderdikleriyle birlikte şu an 67 ülkede 50 bin Kübalı doktor çalışıyor. Kübalı doktorlar sadece Venezuela, Nikaragua, Jamaika, Surinam, Grenada gibi dost ülkelere değil, Avrupa Birliği tarafından kendi kaderine terk edilen İtalya ve İspanya gibi ülkelerde de görev yapıyorlar.
Küba, her yüz vatandaş başına bir doktor oranınla dünyada kişi başına düşen en yüksek hekim oranına sahiptir. Bu da kapitalist sistem içinde ve onun ağır ambargosu altında bulunan küçük sosyalist bir ada ülkesi Küba’nın eğitim ve sağlıkta ne kadar ileri gittiğinin kanıtıdır. Oysa halkın eğitim ve sağlığına pek önem vermeyen, bu alana gerekli yatırımı yapmayan, kapitalist zihniyetle daha fazla paradan para kazanan, çevreyi yıkıma götüren 300’ler Komitesi’nin firmalarına yatırım yapan ABD ve AB ülkeleri; kendi sistemlerine karşı iyi bir örnek olduğu için Küba’yı kurulduğu 1959 yılından beri kendi vatandaşlarına fakir, öcü ve şeytanmış gibi göstermeye çalışarak, sürekli kötüme propagandasıyla hedef tahtası haline getirmeye çalışmaktadırlar.
5
Uygarlıkların perde arkasında bir sürü bahane gerekçelerine sarılarak savaşları ve salgın hastalıkları çıkaran uygarlık güçleri kim?
Avrupa halkların, „Tek Dünya Devleti“ olarak „kapitalist sistemi“ kuran kötü tanrıların hegemonyası altına nasıl -uzun vadeli planlama, yalan, entrika, savaş ve kamuoyunu manipülasyonla aldatarak girdikleri konusu birkaç kitapta anlatılacak uzun bir konu. Ama ben şu an konuyu fazla uzatmamak için birkaç paragrafta, başımıza bu felaketleri, savaşları, kriz, kaos, katliam, soykırım ve salgın hastalıkları getiren kötü tanrıların 5 bin yıllık tarihçesini çok kısa anlatmak istiyorum.
Beş bin yılık tarih boyunca savaşlar hep bu sözünü ettiğim „Sami tüccarlar“ elit zümre tarafından çıkarılmıştır! Tarihçiler bu konuda sınıfta kalmıştır. Halbuki çok biliniyor ki, ne zaman ki bu elit zümreye karşı direniş, huzursuzluk başladığı an ve onlar da bu o eskimiş sistemin artık sürdürülemez olduğunu halk güçlerinden çok önceden görüyor ve gördüğü anda bu direniş ve huzursuzluğu bastırarak değişikliğe giderlerken; değiştirecekleri yeni sistemi, eski sistem içinde yetiştirdikleri kadro ve adamlarıyla o tarih dönemecinde kendi tarihsel çıkarları çerçevesinde kanalize etmek için yabancı bir tehdit olarak savaşları her zaman bahane olarak kullanırlar. Uygarlıkların perde arkasında bir sürü bahane gerekçelerine sarılarak savaşları ve salgın hastalıkları çıkaran „somut uygarlık güçleri“ kim? İşte bu soruya filozof ve düşünür üçüncü Zerdüşt dışında, şimdiye kadar hiçbir filozof, biliminsanı ve tarihçi yanıt vermemiştir. Biz de bu yüzden üçüncü ve dördüncü Zerdüst’ün düşüncelerini takip edeceğiz!..
Herkesin sanayi devrimin şafağında, „özgürlük, eşitlik ve kardeşlik“ sloganlarıyla karşılayıp devrimci-demokrat olarak gördüğü Fransız Devrimi ileri sürüldüğü gibi ne sanayi devrimiyle hamle yapmıştır, ne de devrimci-demokrat olmamıştır. Neden? Çünkü Sami tüccarları, devrimi hazırlayan devrimcilerden ve halk güçlerinden daha hızlı davranarak, bu devrimi ulus-devlet projelerin başlangıcı ve inşası olarak kullanmışlardı. Müdahale, egemenlikleri altına aldıkları İngiliz Kraliyet ailesi üzerinden açıkça Londra’dan yapılmıştır. Devrimden sonra güçsüzleşen Fransa’yı yenen İngiltere’nin ekonomik-politik yapısı Fransa’dan daha iyi gelişmiştir. Sanayi devrimin gelişim merkezi Londra’ya geçmiştir!..
6
Kötü Tanrıların insanlığa yaptığı kötülüklerin kısa tarihçesi
Batı basın ve medyası, sosyal bilimcileri günübirlik anlayış yöntemleriyle Yahudi düşmanlığını kışkırtmak için bilinçli ve sistemli olarak Yahudi diye gösterilen Rothschild hanedanı Yahudi değildir. Yukarda kısaca anlattığımız gibi yüzyıllardır Yahudi düşmanlığın asıl kaynağı da, bu dini imanı, kültürü olmayan, Sami halkların bir avuç elit, en zengin, en saldırgan, en gerici hanedan aile reislerin tarihsel projelerine alet ve araç ettikleri Sami Halkları’dır (ilk başta göç saldırılarıyla Babil’e gönderilip, orda Asur devletini kuran ve Babil kültürüne asimile olan Süryaniler, daha sonra genleri peygamberlik geleneğiyle getirdikleri tek tanrılı din virüsü ile aşılanan İsrailoğulları ve Araplar.). Onları dünya halklarına düşman göstererek politikalarını yürütüyorlar. Tek tanrılı Semavi dinleri onların tarihsel program ve projeleridir. Bu program ve projeleriyle İsrailoğulları ve Araplar hiç değişmeyen tek tanrılı dinin kendilerine izin verdiği belirli kalıplara dökülüp esir alınarak araç olarak kullanılmaktadırlar. Özellikle başta Musevi Cemaatleri olmak üzere Hıristiyan ve İslam Cemaatleri içinde çalışmaları (bu tek tanrılı semavi dinlerin onların tarihsel programları olduğunu bilmeyen) insanları çok büyük yanıltıyor. Batı’da anti-semitizm’i kışkırtarak, Sami halkları olan Yahudi ve Araplar üzerinde kendi tarihsel projeleri çerçevesinde iktidarlar eliyle baskı ve şiddet uygulayarak düşmanlığı geliştirenler, onlara katliam ve soykırım yaptıranlar da gene bu elit zümre olan Sami tüccarları’dır. İsrailoğulları daha tarih sahnesine çıkmadan üç bin yıl önce; Sami tüccarları’n, erdemli Aryen kültürünü geliştiren Sümerlerle kültür ve işgal kavgaları başlamıştır! Bu yüzden ancak onların Aryen halkların doğayı, insanı seven, iyi ve kötüyü birbirinden ayırabilen ahlaki insancıl kültürüne karşı başlatmış oldukları savaşlarını Sümerler’den alıp getirdiğimizde doğru analizlere ulaşabiliyoruz.
**
Kiş şehir Beyliği’nde Kraliçe Kubau sarayında vaktiyle içki işiyle uğraşırken, Sümerlerin ekonomik, politik, askerlik, mitos, efsane ve tanrılarını inceleyip, kendi Sami halkından olan göçmenleri etrafında „toplamış ve önce içinde çalıştığı sarayı ele geçirmiş, sonra da Sümer kentlerini birer birer idaresi altına almaya başlayarak“ Sümerleri nasıl yüzyıllarca Arabistan çöllerinden topladıkları barbar göçmenlerle (Ekonomik ve kültür olarak Sami halkları üç-dört bin yıl gerilerde yaşıyorlardı) yağmalayıp yıkmışlarsa; Sami tüccarlar, aynı çok uzun vadeli plan, proje, program ve metodlarla son iki bin yıdan beri özellikle Avrupa kıtasındaki şehir beyliklerin, prensliklerin, imparatorlukların eliyle inşa ettikleri sinagog ve görkemli kiliselerle sarayların içine girdiler. Avrupa’da Hıristiyanlığı geliştirilmemiş olsalarda Musevilik Batı’da bu kadar gelişmemiş olacaktı. İkisi birbirini tamalayan uzun vadeli projelerdir. Birinci Dünya Savaşı’ndan beri üzerinde konuşulup fikir yürütülen ve 1960’lardan beri „Dinler arası diyalog konferansları“ adı altın İslam dinini bu birliğe alıp, sürekli konferanslar düzenlemeleri, ılımlı İslam projelerini geliştirmeleri, aslında önümüzdeki yüzyıllarda semavi dinlerini tek din altında birleştirmeyi hesaplayarak tarihsel projelerini tamamlamaktadır! Ulus-devletleri nasıl ki, önce Milletler Cemiyeti adı altında toplayıp organize ederek kapitalist sisteme hizmet edecek şekilde kazığa bağladılarsa; semavi dinlerini de Tek Din Cemiyeti adı altında toplayıp organize ederek kapitalist sisteme hizmet edecek şekilde kazığa bağlayacaklar!..
Emekli öğretmen Sümerli Ludingirra’nın Yaşam öyküsünden:
„Yönetimin Akadlı’lara (Sami tüccarlara.A.R.) ilk geçisi nasıl oldu bir bilseniz! Kiş’te Kraliçe olan Kubau vardı ya, işte onun 400 yıl krallık yaptığı yazılan oğlunun sarayında, içki dağıtıcılığını yapan Sargon adında biri varmış. Adam sarayda çalışırken yalnız içki işiyle vaktini geçirmemiş. Biz Sümerlilerin askerlik tekniğini, politikasını, şehir beyliklerin birliklerini oluşturmamaları nedeniyle güçlerini nasıl yitirdiklerini incelemiş, kendi halkından (Sami halklarından.A.R.) olanları etrafına toplamış ve önce içinde çalıştığı sarayı ele geçirmiş, sonra da Sümer kentlerini birer birer idaresi altına almaya başlamış. Derken etrafındaki Sümer şehir beyliklerin ve diğer halklara da saldırmaktan kendini alamamış ve kendini kral yaparak Sümer devleti temelleri üzerine koca bir Akad devletini kurmuş.“ (Sümerli Ludingirra’nın Yaşam öyküsü, Tablet 10)
7
Şehir beyliklerini ele geçirerek Sümer uygarlığını yıkan Büyük Sargon’dan, Avrupa imparatorluklarını ve şehir beyliklerini yöneten prensleri ele geçirerek yağmalayıp talan ederek yıkan Rothschild’lere...
Evet, tam anlamıyla böyle oldu. İlk Sami tüccar olan Büyük Sargon, nasıl ki şehir beyliklerini ele geçirerek Sümer uygarlığını yıktıysa; son yüzyıllarımız Sami tüccarları olan Rothschild’ler de aynı iğrenç metodlarla Avrupa imparatorluklarını, şehir beyliklerini yöneten prensleri ele geçirerek, yağmalayıp talan ederek kapitalist sistem adı altında para imparatorlukları’nı kurdular.
Fransa İmparatorluğu’nu ele geçirip hegemonyaları altına almak amacıyla Rothschild’ler, bütün gizli adamlarını ve ajanlarını; devrimi örgütleyen ve asıl mücadelesini yürüten toplumun gerçek halk güçlerinden önderliği ele geçirmek ve devrimcileri faili meçhul korkunç cinayetlerle katlederek, devrimin Sami tüccarları’ın tarihsel plan ve projeleri çerçevesinde gerçekleşmesi için Londra’dan Paris’e gönderdiler. Fransa’da da, daha önce gizliden yetiştirdikleri Jakoben hareketini, devrimin önderliğini ele geçirmeleri için harekete geçirdiler. Fransa Kralı 16. Louis yönetiminde, sırtını orta tabakaya dayanarak gizli örgütlenen Jakobenler, devrimin o kaos anlarında, halkın arayışlarına, sorunlarına, taleplerine çözüm olacaklarmış iddiasıyla, „özgürlük, hak, hukuk, eşitlik, adalet, kardeşlik ve kalkınma“ sloganlarıyla Fransa halkını kandırıp dolandırarak İngiltere’nin hazırladığı tuzağa düşürdüler. Rothschild’lerin fikri ve sermaye desteğiyle Jakobenler iktidara geldiklerinde, halka verdikleri sözlerin hiçbirisini yerine getirmediler. Halkı daha çok sorunlarla yüz yüze bıraktılar. Dahası büyük savaşlar kapıdaydı... 15 yıl sürecek olan Napolyon savaşları başladı...
8
Çağımızın tek tanrılı dini, ulus-devletlerin milliyetçi virüsüdür
Coronavirüs, Avrupa merkezci milliyetçilik gibi kapitalist sistemin bir hastalığıdır. 1990’lardan beri, özellikle 2008’deki finans krizi ile kar topu misali yuvarlanıp gelen ekonomik ve finans krizin kapitalist sistemin bütün kurum ve organlarında görünür hale gelen kanser hastalığın Coronavirüse laboratuvarlarda bilinçli ve sistemli bir şekilde COVID-19’a dönüştürülerek; yayılma ve bulaşma derecesi SARS CoV-2’nın 20-30 kat daha hızlandırılmış, 30 kat daha ölümcül hale getirilen şeklidir. Kanser ile coronavirüs arasındaki tek fark şudur: Modern kapitalist sistemin serbest piyasa ekonomisi bütün yiyeceklerin genleriyle oynandığı için ortaya çıkan kanser hastalığı insanları yavaş yavaş öldürüyordu; Coronavirüs ise hemen öldürüyor. Hiçbir şey kanser ve Coronavirüs hastalığı kadar çürümüş, sonuna yaklaşmakta olan kapitalist sistemi bu kadar net açıklama gücüne sahip değildir.
Ben, Coronavirüs infeksiyon (COVID-19) Pandemiyi yeryüzü maskeli tanrılarımızın sadece 7,8 milyarı aşan dünya nüfusunu azaltmaya yönelik bir hastalık olarak değil; aynı zamanda serbest neoliberal kapitalist pazarı, finans krizi, sosyal ve toplumsal ilişkileri de yönetme ve değiştirme biçimi olarak yayıp geliştirdiklerini düşünüyorum. Finans krizini daha radikal bir şekilde atlatıp çözme senaryosunun ötesinde, bir de hiç çalışmayan küçük bir azınlık, ulus-devletlerin yıllık gelirlerinin %30 ile % 40’nı altın olarak kendi kilitli kasalarına aktaracaklar. Dahası var, merkez bankalarını da boşaltacaklar. Dahası, dahası var, 300’ler Komitesi’nde yer alan dünya zenginlerin her birisinin paravan şirketler adı altında onlarca, yüzlerce büyük firmaları var. Dünya çapında büyüyüp iyi iş yapan ama herkesin can derdinde olduğu şu dönemde değerleri oldukça düşmüş -göz diktikleri- firmaları çok düşük fiattan satın alacaklar. Borsada hisse senetleri dibe vurmuş büyük firmaların hisse senetlerini çok düşük fiattan satın alacaklar. Birçok şey daha da pahalılaşır. Fakirler daha fazla fakirleşir, zenginler daha fazla zenginleşmiş olur.
Zaten „pazar ve ekonomi“ olmayan, paradan para kazanan asalak kapitalizm hegemonik güç olarak yükselip ilerledikçe, hep okyanus dalgaları gibi üst üste gelen kriz ve kaoslarını, Sovyet Birliği’n yıkılmasından hemen sonra 1990’ların başında olduğu, her zaman kendisini gelmiş geçmiş bütün sistemlerden daha iyi olduğu propagandasını yaparak; tüm toplumları, doğal kaynakları, çevreyi, özellikle eski Sümer, Aztek ve Maya uygarlıklarını yaratmış olan toplulukların bugünkü torunları olan Kürtler, Ermeniler ve Kızılderili gibi halklar, eski uygarlık kültürleri ve dilleriyle birlikte büyük bir tehdit altına sokularak ve soykırım yaşatarak krizlerini atlatmaya çalışmaktadırlar.
Dünyayı iyiye, doğruya ve varolan doğal kaynakların neoliberal kapitalist politikalar tarafından har vurup harman savurmasına karşı çıkan dünya devrimci örgütleri, aydınları ne yazık ki, örgütsüz oldukları için müdahale edemiyorlar, uyuyorlar! Gene sınıfta kaldılar. Tarihin her dönemecinde olduğu gibi bu dönemeçte de sistemin içinden çıkılmaz kriz ve kaosunu gene en iyi şekilde kendi ekonomik, siyasi, politik ve finans çıkarlarını koruyarak atlatanlar, yukarda bahsettiğimiz gibi beş bin yıldan beri dünyayı yöneten hegemonik küresel güçlerdir.
AIDS virüsü, domuz grip’i ve SARS-Coronavirüsü felaketlerini insanların başına bela eden yeryüzü tanrılarımız değil miydi? Bu da onların sistemli ve planlı bir şekilde yıllarca üzerinde çalışılmış virüslerinden biridir!
9
Çinliler yarasa yediği için, ilk defa Wuhan kentinde yarasadan insanlara geçtiği yalanı
Biz Rab’ın kulları olarak, yıllar sonra AIDS virüs felaketin Kenya‘daki CIA denetimindeki laboratuvarlarında Cold Spring Harbor Projeleri çerçevesinde icat eden „Soyarıtım Kayıt Merkezi“ araştırma kurumlarına Amerika‘nın en saygın ve zengin ailerinden olan Harriman Ailesi ve Microsoft kurucusu milyarder Bill Gates tarafından finanse edildiğini gene Dr. John Coleman gibi Amerika‘nın dürüst bilim insanlarından öğrenmedik mi?..
„1915 yılında II. Dünya Savaşı’nın başlangıcına kadar Olimpos Kurulu üyeleri Cold Spring Harbor tesislerini önde gelen Alman genetikçilere açmışlardır. Bu kişiler değişik ırkların kökenleri hakkında geniş araştırmalar yapmışlar ve kendilerinin ‚istenmeyenler’ veya ‚sakatlar’ olarak niteledikleri mental retardasyon hastalarını yok etme deneylerinde bulunmuşlandır. Cold Spring Harbor tesisleri dünyanın Soyarıtım bilimi merkezi haline gelmiştir. Harrimann ailesi gibi Amerikan’ın en saygın aileleri AIDS virüsünün icat edildiği bu araştırma kurumunu bugüne kadar finanse etmişlerdir. (..)
AIDS salgınının kökleri, amacı zenci, Yahudi, sakat, mental retard gruplar gibi düşüp gördükleri ırkların nüfus artışlarını düşürmek olan Cold Spring Harbor Soyarıtım Kayıt Merkezi’ne uzanmaktadır.“ (Dr. John Coleman, Das Komitee der 300, J-K-Fischer-Verlag, Gelnhausen Hailer 4. Auflage 2018, s.146-150)
AIDS virüsünü Kenya‘daki CIA denetimindeki Soyarıtım Kayıt Merkezi laboratuvarlarında icat ettikleri dönemde, başta ABD olmak üzere bütün dünya basın ve medyası yıllarca „virüsün Afrika’da Maymunlardan insanlara geçtiği“ yalanını propaganda ediyordu. Şimdi de gene başta ABD olmak üzere ellerindeki bütün dünya basın ve medyası „COVID-19 virüsü Çin’de yarasadan, vahşi hayvan pazarından insanlara geçti“ yalan propagandasını yayıyorlar. Ne kadar da birbirine benziyor bu yalanları(!) Biri Afrika’da maymunlardan insanlara geçmiş, biri Çin’de yarasadan insanlara geçmiş(!) Sadece sıradan insanlara değil; hükümetlere, istihbarat örgütleri, üniversitelerdeki hukuk ve tıp bölümlerine de düşünce üreten Londra’daki Tavistock Enstitüsü, birbirini tutmayan yalan-yanlış bilgileri yukardan herkese aktararak diretiyor: „SARS-CoV-2 ve MERS-CoV Corona tipi virüs ailesine ait salgın hastalıkların ana kaynağı yarasa ve öbür hayvanlar. Çinliler yarasa yediği için; ilk defa Çin’in Wuhan kentinde deniz ve et ürünlerin satıldığı Huanan ismiyle tanınan vahşi hayvan pazarında satılan yarasadan insanlara geçtiği görüldü.“ Bu yanlış bir bilgilenme.
Biyolojik laboratuvarlarda 40 yıldır üzerinde çalıştıkları Corona tipi virüs ailesi’nden SARS CoV-2’yi 2002/2003 yılların kış aylarında gene ilk kez nüfusu çok fazla olan Çin’nin Hubei eyaletinde ilk deneme olarak yaydıkları zaman da, bulaşan insanlarda bugünkü gibi genellikle 38 derecenin üzerinde yüksek ateşle başlamıştı. Ve baş ağrısı, şiddetli astım, bronşit, zatürre gibi akut solunum yetmezliği görülmüştü. Gene aynı yalanı uydurarak, „hayvanlardan insanlara geçti“ demişlerdi. O zaman şimdiki coronavirüs COVID-19’den 15 ya da 20 kat daha az etkili oluyordu. Daha kıvamına gelmemişti. Daha üzerinde çalışacakları ve 18 yıl sonra yayacakları virüs kadar henüz etkili ve hızlı yayılan bir virüs olmadığı için fazla yayılmadan kontrol altına alınmıştı. Dünya genelinde 30 ülkeye yayılmıştı. Yayıldığı ülkelerde 8.098 insana bulaşmıştı. 774 kişi hayatını kaybetmişti. Coronavirüs ailesinden olan SARS CoV-2 istedikleri kadar etkili olmayınca, istedikleri sayıda insan öldüremediklerini görünce, yıllardır biyolojik laboratuvarlarında genetik mühendislik projeleriyle üzerinde çalışarak 20 kat, 30 kat daha etkili bir hale getirmeye çalıştılar.
Zaman gittikçe SARS CoV-2 virüsü ile yakından ilişkisi tespit edilen ve aynı Corona tipi virüs ailesi’nden olan COVID-19’un 2019 yılın son aylarında; Ekim ayında Amazon’daki Yanomami kabilesinde, Kasım ayında Amerika’da, Aralık ayında ise gene resmen Çin’in Wuhan şehirinden hızla dünyaya yaymaları; aslında Soyarıtım Kayıt Merkezi’n sistemli bir şekilde tasarlayıp planlayarak, ABD Ulusal Alerji ve Bulaşıcı Hastalıklar Enstitüsü Başkanı Dr. Anthony Fauci, Bill Gates, Dünya Sağlık Örgütü(DSÖ) ve Amerika’daki derin devletin birlikte yaptıkları ortak çalışmaların su yüzüne çıktığının kanıtıdır.
11 Eylül 2001’de New York’ta bulunan Dünya Ticaret Merkezi’n ikiz kulelerine planlı bir şekilde yapılan saldırılar sonrası, nasıl ki savaş çığırtkanlığı yapıldı, panik ve gereksiz bir korku yaratıldı ve uçaklarda yolculuk eden insanlar için daha baskıcı bir ortam oluşturulduysa; COVID-19 virüsünü sistemli ve planlı bir şekilde yaydıklarında da aynı biçimde dünyada panik ve gereksiz bir korkunun yaratılması, virüsün yayılmasını engellemek amacıyla ilan edilen kısıtlama ve yasaklamaların kamusal yaşamı üç ay boyunca durma noktasına getirmesi, ulus-devletlerin üç ay boyunca sınırlarını ve hava sahalarını uçaklara kapatması, üç aylık sokağa çıkma yasağından sonra bir-iki yıl boyunca yolculuk edecek insanlar için maske takma zorunluğu ve birbirinden 1,5 metre uzakta durma şartları gibi yaşam hakkının kısıtlanması, daha baskıcı, daha korkutucu araçlarla kontrol mekanizmalarının oluşturulma göstergeleri, bunun uygarlık güçlerinin daha önceden tasarlanan bir planı olduğunun kanıtıdır.
Aynı şekilde Coronavirüs ailesi’nden laboratuvarlarda ürettikleri ve 2012 yılında Suudi Arabistan’dan başlattıkları MERS-CoV coronavirüs salgını da, dünya genelinde 27 ülkeye yayılmıştı. Yayıldığı ülkelerde 2450 insan MERS-CoV coronavirüs salgınına yakalanmıştı. 86 kişi hayatını kaybetmişti.
SARS CoV-2 ve MERS-CoV virüslerine karşı aşı denemeleri sadece onların oltasına takılan insanlara ölünceye kadar umut verdi, ama korumadı. 300’ler Komitesi’nin üyelerine ait firmalar, insanları bu virüslerden korumayan ama umut dağıtan aşılarla yüz milyarca dolar para kazandılar. Tanrı’ların insanlar üzerinde kullandıkları virüs kırbacın gerçek aşılarını ise altın gibi demir parmaklı kazalarında saklıyorlardı.
Peki neden laboratuvarlarda üretilen yanılsamalı virüslere karşı aşı denemeleri insanları koruyamadı? Çünkü bunlar, insanlarda varolan coronavirüs aile tipinden 1’den 6 numaralı doğal bir coronavirüsü alıyorlar. Dr. Rashid A. Buttar’ın açıkladığı gibi, „bu virüsü laboratuvarlarda mutasyona uğratarak genetik yapısını değiştiriyorlar ve bu virüse yeni bir işlev kazandırmaya çalışıyorlar. Laboratuvarda buna ‚işlem kazandırma çalışması’ adı veriliyor. Zaten zarar verme potansiyeli olan bir virüsü alıyorlar ve onu mutasyona uğratarak daha kuvvetli, daha dayanıklı, daha zararlı bir hale getiriyorlar. Yaptığım araştırmalarda bulduğum SHC-01-4 türü bir coronavirüsü alıyorlar, onu başka bir virüsle karıştırıyorlar, onun üzerine de HIV inşa edici bir başka virüs ekleyerek virüsü daha zararlı, daha hasar verici bir hale getiriyorlar. Araştırmalarımız derinleştikçe bu virüsün yanılsamalı bir virüs olduğu kanaatine vardım.“
Laboratuvarlarda üretilen yanılsamalı virüslerin aşısı bu yüzden bulunmuyor. İnsanlarda bulunan doğal coronavirüsle yanılsamalı çengel bağı bulunan ve daha birçok başka zararlı virüslerle karıştırarak, yılan gibi deri değiştiren, daha hızlı, daha zararlı, daha hasar verici hale getirirken, bir o kadar da bu yanılsamalı virüslerin aşı çözüm şifrelerini zorlaştırmışlar. Büyük bir sır gibi yeryüzü maskeli Tanrı’larımızın demir parmaklı kasalarında saklı. Bu yüzden şimdilik COVID-19 salgının yayılmasını engellemenin en iyi yol ve yöntemi; ABD, Rusya, İngiltere, Türkiye ve Brezilya’nın başlangıçta uyguladığı kontrollü sürü bağışıklık sistemi değil, 2002 yılında SARS CoV-2 virüsü ile mücadele tercübesinden yararlanan Çin’in baştan beri çok başarılı bir şekilde uyguladığı, belli bir süre sokağa çıkma yasağını uygulayarak, sürünün içinden enfeksiyonları ayıklayıp yakalayarak acilen hastanelere yatırmak ve virüsün yayıldığı bölgelerde sıkı izolasyon politikalarını yürütmekten geçmektedir.
Demek ki, SARS CoV-2’yi 2002/2003 yılların kış aylarında gene ilk kez nüfusu çok fazla olan Çin’den yaydıkları zamanlar, daha 18 yıl sonra dünyaya yayacakları COVID-19 virüsünün biyolojik laboratuvarlarda hâlâ denemesini yapıyorlardı. Bir de, „Çinli’ler yarasa, kuş, yılan gibi vahşi hayvanları yiyorlar. Wuhan şehrindeki vahşi hayvan pazarından insanlara geçti. Onlardan da öbür insanlara geçti“ diye Çinli’ler aşağılanarak, gerçekler manipüle edilerek propagandası yapılıyor. Oysa büyük bir yalan! Corona türü virüs ailesine ait coronavirüs’ler bir’den altın’cı virüse kadar insanlarda ve hayvanlarda var. Biz bu virüslerle birlikte yaşıyoruz. Fakat dünya nüfusunu azaltmak, bazı halkları tümden yeryüzünden yok edip ortadan kardırmak için, kim tarihsel projeleri çerçevesinde biyolojik laboratuvarlarda bu coronavirüs ailesinden olan virüslerle oynuyor?
Sami tüccarlar ve onların modern kapitalist sistemdeki alt örgütlenmeleri olan 300’ler Komitesi’nin iğrenç gizli planlarını son yüzyıldan beri sık sık dile getiren, deşifre eden biliminsanların, yazarların, aydınların, gazetecilerin makalelerini, kitaplarını, yazılarını bilinçli olarak, „bunlar komplo teorileridir“ diye propaganda ediyorlar, önemsizleştirip karalıyorlar. İnsanlar da, „bunlar komplo teorileridir“ diyen Tavistock Enstitüsünün propagandalarına inanıyorlar. Bırakın okuma-yazması olmayan sıradan bir insan, yüksek okul diploması olan birçok dünya aydınını da Tavistock’un bu „komplo teorileri“ propagandalarına ne yazık ki inanıyor. Çünkü ulus-devletlerin eğitim araçları, basın ve medyası, orduları, merkez bankaları, üniversiteler, finans merkezleri onların denetimde. Ne derlerse, hangi yalanı atarlarsa, hangi propagandayı yaparlarlarsa insanları ona inandırırlar.
Ama yukarda tarihlerini açıkladığım, erdemli insanlığın hiçbir kurul, antlaşma ve yasalarına uymayan Sami tüccarlar vampirler gibidir; karanlığı, gizliliği sevdikleri için, aydınlıktan nefret ederler! Onların tarihsel projeleri çerçevesinde gitmeyen halklara, kişilere öfkelenirler. Büyük öfkelerin sahipleri olduklarını yüzyıllardır İsrailoğulları'na, 20. yüzyılda bütün dünya halklarına ve devrimci örgütlerin önderlerine yaptıklarından biliyoruz. Deşifre olduklarında ise, güneş ışığını gören vampirler gibi eriyip yok olacaklarını çok iyi biliyorlar. Ulus-devletlerin eline pratiğe uygulamak için verdikleri savaş planları deşifre olduğu an, tarihsel planlarını pratiğe uygulama koşulları ortadan kalkar, sermayeleri erimeye başlar. Yüzyıllardır tek tanrı, tek din, tek devlet ve tek sistem üzerine kurdukları kapitalist sistem çökerse. Demir parmaklıklar arkasına özenle sakladıkları ve her zaman karşı konulmaz bir güç olarak görüp taptıkları tonlarca altınları işe yaramaz olur. Geçmişte kralları, prens ve padişahları, bugün ise ulus-devlet politikacılarını satın aldıkları nesneden yoksun olurlar. Bu yüzden gerçeklerden, tarihsel planlarının deşifre olmasından çok korkuyorlar.
Şimdi herhalde anladınız, neden dünyayı yöneten bu bir avuç zengin zümre hanedan ailelerin, alt tabakadaki fakir insanları savaş, katliam, soykırım ve salgın hastalıklarla yok etmek isteyen tarihsel planlarını deşifre edenler hakkında yüz yıldır hep Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü ve Tavistock Enstitüsü üzerinden, „bunlar komplo teorileridir“ diye propaganda ediyorlar.
Tarafsız birçok biliminsanı, Coronavirüs ailesinden olan virüsler 1960’dan beri bilinen bir virüslerdir, yeni bir şey değil! Yalnız SARS CoV-2 ise 2002’den beri biliniyor. MERS-CoV 2012’den beri biliniyor. Her ikisi de 1960’lardan beri bilinen coronavirüs ailesi virüsler üzerinde laboratuvarlarda çalışılarak, evrimleştirilmiş gibi gösterilip coronavirüs (ev sahibi) hücrelere bağlantıları bulunan ya da yeni bağlantılar kurularak; bilinmeyen bir tür „çengelli kanca“ bağlanma alanları oluşturulup, insan hücrelerinin belirli bir biyoloji ve genetik müdendislikle moleküler özelliğini hedefleyecek şekilde üretilen virüslerdir. Coronavirüs ailesi’den gelen 6 çeşit coronavirüsler, „insan ve hayvanlarda epitel hücreler, lökositler ve tümör hücreler gibi çeşitli dokularda bulunan ve hücre yüzeyinde sergilenen adhezyon molekülü“ olarak görüldüğü doktorlar tarafından bilince çıkarıldı. İnsanlarda ve hayvanlarda şimdiye kadar 1-2-3-4-5 ve 6’ya kadar coronavirüs vardı. Vücud sistemimiz bu virüsleri tanıyordu. Yani biz, vücudumuzun tanıdığı bu virüslerle birlikte yaşıyoruz. Zerdüşt’un iyi ve kötü tanrıları gibi vücudumuzda iyi ve kötü virüsler var. İyi beslenip bağışıklık sistemimizi güçlendirdiğimizde vücudu kötü virüs ve mikroplara karşı koruyan iyi virüs doku ve organlarını çoğaltmış oluyoruz.
Peki neden vücudumuz 6. Coronavirüs'den sonra 7.’si olan COVID-19’u tanımıyor?
İşte can alıcı soru bu?..
Corona tipi virüs ailesine ait bu coronavirüs’lerle oynayanlar kim?
Yıllarca üzerinde çalıştıkları için evrimleştirilmiş gibi gösterilip ev sahibi hücrelere yeni bağlantılar çok iyi, bilinçli ve sistemli kurularak; bilinmeyen bir tür köprü bağlanma alanları oluşturulup, insan hücrelerinin belirli bir biyoloji ve genetik mühendislikle moleküler özelliğini hedefleyecek şekilde laboratuvarlarda üretenler kimler?
Öyleyse 6 numaralı Coronavirüs'lerden sonra, bunu özel laboratuvarlarda yıllardır bilinçli ve sistemli bir şekilde, vücudumuzun tanımadığı yabancı bir virüs biçimde hızlandırıp geliştirerek; daha çok 65 yaşın üstündeki insanları, akciğer, astım, bronşit, zatürre, solunum yetersizliği hastalıkları sorunlarıyla boğuşan, kanser, kronik, kalp rahatsızlığı virüslere direnci az ve bağışıklık sistemi zayıf olanları, yeni emekliye ayrılmış, artık ulus-devletlerin sağlığa ayrılmış paralarını tüketen, hafızası bir tarih kadar dolu olan yaşlı insanları; yani 300’ler Komitesi’ne çalışan biliminsanların(!) deyimiyle „çalışmayan kaşık düşmanlarını„ hemen öldürüp temizleyecek olan COVID-19 virüsüne çevirip fırlatanlar kimler? Nasıl da Soyarıtım Cemiyeti’n programına göre kıvamına getirmişler; işe yaramayan, hastalıklı, ihtiyar ve sakatları temizliyorlar. Vücudu bu virüse alışacak olan sağlamlar, yani tanrılarımıza iyi çalışacak olan sağlamlar kalıyor! Sağlam dayanıklı olmayanlar ölüyor, temizleniyor.
Bu felaketi hazırlayan tanrılarımız dünya nüfusunun en az yarısının bu virüse yakalanacağını hesaplamışlar! Batı basın ve medyası en az dört milyar insanın bu virüse yakalanabileceğini önceden söylüyor. Almanya Başbakanı Angela Merkel, „Almanya’da yaşayan insanların yüzde 60 ila 70’ine coronavirüs bulaşacak.“ diye açıklama yaptı. Hesaplarına göre; dünya nüfusun yarısından fazlasına bulaşacak! 7,8 milyar dünya nüfusu varsa, bunun en az yarısı olan dört milyardan fazla insana bulaşacakmış! Haydi diyelim dört milyar olmasın, iki milyar olsun. Bu iki milyar insandan bir yıla kadar virüsü ağır geçiren bir milyar insan hastanelere yatırılacak. Yatırılanlar arasından en az on milyon insan ölmüş olacak. Planları bu... Hangi iğrenç kurum ve insanlar bu felaketi insanların başına yağdırdı? Bana bu sorunun yanıtı lazım. Ben öyle, „Çinliler yarasa yediği için, ilk defa Çin’in Wuhan kentinde vahşi hayvan pazarından insanlara geçti.“ diyen yalan propagandalara inanmam.
Doğrusu Sümer uygarlığını çok iyi tanıdığım için ve Akad devletin kurucusu ilk Sami tüccar hanedan Büyük Sargon’dan beri, binlerce yıl uğraşarak, tek tanrılı semavi dinlerini inşa edip rüzgar gibi arkalarına alarak ve Arabistan çöllerden topladıkları cihatçı ordularla sürekli savaşarak o güzelim erdemli uygarlığı yıkan küresel hegemonik güç olan gerici Sami tüccarları’n tarihçesini çok iyi bilip tanıdığım için bu felaketleri kimin insanlığın başına getirdiğini adım gibi biliyorum. Sami tüccarları'n bir alt kurumu sayılan 300’ler Komitesi’ne bağlı çalışan Soyarıtım Kayıt Merkezi. Soyarıtım Kayıt Merkezi, dünya nüfusunu azaltmak için nasıl da programlarına göre temizlik yapan güzel bir virüs bulmuş değil mi? Bu kuruma finansel destek sağlayan ünlü Amerikan zenginleri olan Harriman, Rockefeller, Carnegie ve Bill Gates gibi aileleri tebrik etmek gerekir(!) Ve insanlık vicdanında lanetlemek gerekir!...
10
AIDS virüsünü insanlığın başına bela eden Soyarıtım Kayıt Merkezi
Dünya nüfusunu kontrolleri altına almak, zenci ve diğer renkli ırklarda görülen hızlı üreme oranını düşürmek ya da salgın hastalıkla, soykırımlarla yok etmek yöntemlerini geliştirmek amacıyla 1904 yılında Amerika’da kurulan Soyarıtım Cemiyeti, ilk olarak „Deneysel Evrim İstasyonu“ projesiyle işe başlamıştır. Kurum, Andrew Carmegie, Cornelius Vanderbilt, J.P. Morgan ve John D. Rockefeller gibi Sami tüccarlar’a hizmet eden ünlü Amerikan zenginleri tarafından finanse edilmiştir.
Daha Osmanlı yıkılmadan 50 yıl önce, 1870’de Selanik’te açılan Sabetaycı Cemaat okullarında yıllarca, Sami tüccarlar’dan biri olan Rothschild hanedanın tarihsel projeleri çerçevesinde eğitip yetiştirilen devşirme vekalet savaşçıları olan İttihat Terakkicileri 1908-1909’da iktidara taşıyarak, hiçbirisi gerçek Türk olmayan bu genleri Avrupa merkezci Türk milliyetçi virüsü ile aşılanmış devşirme Türkler eliyle Ermeni, Pontus Rumları, Ezidi ve Süryanilere soykırım uygulandığı Birinci Dünya Savaşı döneminde; 4 Eylül 1915 tarihli New York Word Gazetesi’nde, Soyarıtım Cemiyeti’n projeleri hakkında şöyle bir makale yayınlanıyordu:
„Cold Spring Harbor, Long Island merkezli Soyarıtım Cemiyeti raporuna göre sakatların kısırlaştırılması için dünya çapında bir kampanya gereklidir. Cemiyet Mrs E.H. Harriman, John D. Rockefeller ve Andrew Carnegie tarafından finanse edilmektedir.
Mrs E.H. Harriman yıllar içinde yüzlerce, hatta binlerce sakatı (ve eski uygarlıkların kalıntıları olan milyonlarca gereksiz etnik grupları A.R.) ortadan kaldıracak soyarıtım projesine destek sağlamaktadır. İnsan ırkını mükemmel hale getirmek için Rockefeller ve Carnegie dünya çapında bir kampanya arzu etmektedir.“ (Dr. John Coleman, Das Komitee der 300, J-K-Fischer-Verlag, Gelnhausen Hailer 4. Auflage 2018, s.146)
„Cold Spring Harbor tesisleri dünyanın Soyarıtım bilimi merkezi haline gelmiştir. Harrimann ailesi gibi Amerikan’ın en saygın aileleri AIDS virüsünün icat edildiği bu araştırma kurumunu bugüne kadar finanse etmişlerdir. Cold Spring Harbor projesi başlangıcında destekçiler kendileri saklamaktadırlar. Amerika’daki yedi süper zengin aile Tanrı’nın takdiri ile bir gün tüm Amerika’ya sahip olacaklarından emindirler. Soyarıtım Kayıt Ofisinin fikir ve görüşleri feodalite ötesi değillerdir. Ancak düşüncelerinin doğruluklarından o kadar eminlerdir ki ne planladıklarını açıkça medya ile paylaşıyorlar. Medya da saygı hatta hayranlık duyarak bu planları yayımlar. Aşağıda 4 Eylül 1915 tarihli New York Word Gazetesi’ndeki gerçek manşetleri vermekteyim: (Yukarda verildi....)
Soyarıtım Merkezi başlangıçtan itibaren uygulamalarında acımasızdır. Merkezdeki bilim adamları 1915 yılı başlarında yaptıkları araştırmalar sonucu hâlâ ölümlere neden olan Pellagra hastalığının ‚niyasin’ eksikliğinden ortaya çıktığını tespit ederler. Tedavisi basit bir beslenme değişikliği gerektirmesine rağmen bu bilgi kamuoyuyla paylaşılmaz. Tam tersine Soyarıtım Merkezi içinde niyasin bulunmayan mısır diyeti propagandası yapılır ve niyasinin Pellagrayı önlediğini bildiren bilim adamlarına savaş açılır. Mrs. Harriman Soyarıtım Merkezi direktörü William Davenport’a ‚Niyasin Teorisini’ çürütmesini emreder. Mrs. Harriman’ın bu adamı işe almasının başlıca nedeni Davenport’un zamanında yazdığı ve ‚İrlandalıların genetik bozuklukları nedeniyle tüberkülozu yenemediklerini’ gösterir makalesidir. Dolayısıyla bu ahlaki ve insani olmayan standartlara sahip birinin Mrs. Harriman’ın emrine hayır demesi düşünülemezdir.
Mrs. Harriman’ın finansmanıyla Davenport, niyasin teorisini çürüten binlerce sayfa araştırma yazısı yazar. Soyarıtım Kayıt Merkezi’nin tıp dünyasındaki önemli nedeni ile 1935 yılına kadar niyasin teorisi geçerlilik kazanıp, Cold Spring Harbor mısır diyetine karşı çıkılamamıştır. Ama Davenport’un yalanı işe yarar ve 1915-1935 döneminde milyonlarca Güneyli gereksiz fakir beyaz ve zenci Pellagra hastalığından ölürler. Aynı şey Güney Afrika’nın kuzey sınırında yaşayarak mısır diyetiyle beslenen zenci kabilelerinde de gerçekleşir.
1932 yılında Üçüncü Uluslararası Soyarıtım Konferansı New York Doğa Tarih Müzesi’de yapıldı. (...) Konferansta oybirliği ile Dr. Ernst Rudin Uluslararası Soyarıtım Örgütleri Federasyonu Başkanı seçildi. Daha sonra Hitler’in ‚Alman Kann ve Gururunun Korunması’ yazarlarından biri olarak Ernst Rudin selektif üreme camiasında kendine önemli bir yer edinmiştir. (1921 yılında Cold Spring Harbor’da geliştirilen ‚Soyarıtımı için kısırlaştırma Modeli’ daha sonra Hitler’in ırkçı kanunlarına temel teşkil etmiştir.)
J.P.Morgan’ın yeğeni olan Henry Fairschild Osborn konferansta başkan yardımcısı seçilmiştir. İlk tanınmış ‚ırkçı-çevreci’ olan Osborn ‚çevrecilik’ kavramını (Bu terim Teddy Roosevelt’in yakın arkadaşı Glifford Pinchot tarafından icat edilmiştir.) ‚nüfus kontrol’ planlarıyla biraraya getirmiştir. İki yıl sonra Osborn Hitler tarafından Altın Goethe nişanıyla ödülledirilmiştir.
35 yıldır başımıza bela olan AIDS (ve 2019’dan beri başımıza bela olan COVID-19 virüs. A.R.) salgınını değerlendirirken, 1932 yılında Fairschild Osborn tarafından Soyarıtım Konferansı’nda yapılan konuşmasını dikkatle okumalıyız:
‚Dünya seyahatimin özeti altı aşırı başlık altında toplanabilir. Doğal kaynakların aşırı tüketimi, yaşamda insan ve hayvan gücüne olan ihtiyacı azaltan aşırı makineleşme, doğal kaynak tüketimini arttıran aşırı gıda ve makine üretimi, gelecekte arz ve talebe aşırı güven ve dünyanın topraklarının kaldıramayacağı aşı nüfus.
Ben aşırı nüfus ve işsizliği ikiz kardeşler olarak görmekteyim. Bu açıdan baktığımda Amerika’nın da aşırı nüfus problemi olduğunu düşünmekteyim. Doğada zayıflar zaman içinde yok olmaktadırlar ancak biz uygarlığımız içinde bu zayıfları belki bir gün iş bulurlar umuduyla beslemekteyiz. Bu insan uygarlığının doğa kanunları aksine harcadığı bir çabadır ve zayıfların yaşamasını teşvik etmektedir.’
1932 yılında Cold Spring Harbor tesisleri Hitlerin ırk tezleri üzerine çalışan Alman bilim adamlarına açılmıştır.
1935 yılında Soyarıtım Kayıt Merkezi daha önce isimlerini verdiğim zengin Amerikalı ailelerin destekleriyle Berlin’de Dünya Nüfusu Konferansı düzenlenmiştir. Konferansın onur konuğu Alman İçişleri Bakanı Wilhelm Frick’tir. Dr Clarence G. Campbell açılış konuşmasında şunları söylemektedir:
‚Alman halkı lideri Adolf Hitler, Dr. Frick, Alman antropologlar ve sosyal felsefecilerinin desteği ile ırk tarihinde ilk defa kapsamlı bir nüfus planlaması ortaya koymuştur. Bu plan diğer ülkelerin de uygar ülkelerden geri kalmamak ve yok olup gitmemek için takip etmeleri gerekli bir yol haritasıdır.’ (Hitler Almanyasının o günkü Nazi kadroların kimlerin projelerini pratiğe uyguladıkları burda da ortaya çıkıyor. A.R.) Cold Spring Harbor tesislerinde II. Dünya Savaşı başlayana kadar araştırmalarını devam ettiren Alman Nazi bilim adamları daha sonra ülkelerine dönerek ‚üstün ırk’ yaratma projesini ortaya çıkartmışlardır. Elde ettiğim belgelere göre Soyarıtım Kayıt Merkezi Nazilerce insanlar üzerinde yapılan deneylere büyük katkı sağlamıştır. Hatta Mareşal Goering’in 400.000 akıl hastası ve mental retardın yok edilmesine neden olan T4 projesine model olmuştur.
AIDS salgınının kökleri, amacı zenci, Yahudi, sakat, mental retard gruplar gibi düşüp gördükleri ırkların nüfus artışlarını düşürmek olan Cold Spring Harbor Soyarıtım Kayıt Merkezi’ne uzanmaktadır. Cold Spring Harbor bilim adamları bu düşük ırkların (geçim kaynaklarını yok ederek. A.R.) nüfus artışlarını azaltmanın ötesinde Lord Russell’in deyimiyle milyonlarca (işsiz, zayıf, hasta, emekli, beslenmesi ulus-devlete yük olan) „gereksiz kaşık düşmanını“ yok etmenin yöntemlerini de keşfetmişlerdir.“ (Dr. John Coleman, Das Komitee der 300, J-K-Fischer-Verlag, Gelnhausen Hailer, 4. Auflage 2018, s.146-150)
11
Soyarıtım Merkezi „coronavirüs laboratuvarlarda icat edildi?“ diyenlere karşı savaş açmıştır
Bu virüsü üreten Soyarıtım Merkezi, şimdiden „coronavirüs laboratuvarlarda icat edildi?“ diyen biliminsanlarına, yazar ve gazetecilere karşı savaş açmıştır. Soyarıtım Merkezi nasıl 1915’de hizmetlerindeki „William Davenport’a ‚Niyasin Teorisini’ çürütmesini emretmişse“ şimdi de, hizmetlerindeki uluslararası biliminsanlarına (!), „coronavirüs laboratuvarlarda icat edildi?“ diyenlerin teorilerini çürütmelerini ve bunların „komplo teorileri“ olduğunu söylemelerini emretmiştir.
Bununla ilgili basın ve medyada çok manipülasyonlu yayınlar yapılıyor. Bunlardan biri şöyle:
„Son günlerde, özellikle sosyal medya üzerinden coronavirüs COVID-19’un laboratuvar ortamında icat edildiğine dair iddialar dolaşmaktadır. Araştırmalara göre bu iddiaların hiçbiri doğru değildir. (....)
Uluslararası bilim ekibi tarafından yapılan bir çalışmada, yeni tip coronavirüsün doğal kökenlerinin bulunduğu ve tamamen evrim yoluyla oluştuğu sonucuna varılmıştır.
Araştırma ekibi, COVID-19 ile ilgili ortak genom dizisi verilerinin ve benzeri aile virüslerin kapsamlı bir şekilde analiz edildiği, çıkan sonuçların virüsün yapay olarak ve laboratuvar ortamında üretildiğine dair hiçbir belirti göstermediğini bildirildi.
Çalışmada, kendilerini ev sahibi hücrelere bağlayan bir tür ‚çengelli kanca’ olan COVID-19’un reseptör bağlanma alanının, insan hücrelerinin belirli bir moleküler özelliğini hedeflemek için evrimleştiğinin keşfedildiği, araştırma ekibinin bu gelişmenin bir çeşit genetik mühendisliği değil, doğal seleksiyon sonucu olduğuna inandığı kaydedildi.
Yeni tip coronavirüsün yeni gelişen yeteneğinde çok etkili göründüğü ve biliminsanlarının modern bilimin böyle bir canavarlık yaratmasının imkansız olduğu sonucuna vardığı ifade edildi.
Araştırmacılar, COVİD-19’un insana nasıl bulaştığı konusunda da virüsün yarasa gibi insan dışı bir varlıkta doğal seçilim yoluyla evrimleşip daha sonra insanlara geçmiş olabileceğine ya da insanlara bulaşmadan önce muhtemelen patojenik olmayan virüsün sadece insan popülasyonunda mevcut ölümcül formuna evrilmiş olabileceğine dikkat çekti.
Şu aşamada iki senaryodan hangisinin gerçekleştiğini belirlemenin neredeyse imkansız olduğunu belirten araştırmacılar, virüsün tamamen evrimleşmiş haliyle insanlara tran olması teorisinin doğru çıkması halinde bunun „gelecekte daha fazla salgın“ ihtimalini artacağı uyarısında bulundu.
Çalışmaya, Columbia Üniversitesi, Edinburg Üniversitesi ve Sydney Üniversitesi’nden araştırmacıların katıldığı ifade edildi.“
Kendilerini ne kadar da ele veriyorlar.
Birincisi, henüz aşısı bulunmayan ve insanlar üzerinde büyük etkisinin sınırları görünmeden araştırmacıların kısa zaman içinde vardıkları bu kararların ısmarlama karar olduğu açıktır. İkincisi, araştırmacılar baştan beri „virüsün laboratuvar ortamında üretilmediğine“ inanmaktadırlar ve bunu Soyarıtım Merkezi’n emirleri çerçevesinde kanıtlamaya çalışmaktadırlar. Üçüncüsü, Soyarıtım Merkezi’in yarasadan insanlara geçtiği yalanı üç üniversite araştırmacıları tarafından tekrarlanmıştır. Dördüncüsü, Soyarıtım Kayıt Merkezi’in biliminsanları 50-60 yıldan beri bu coronavirüs aile tip virüsler üzerinde çalışmaktadırlar. Bu süre, insanlardaki coronavirüslerin, yani „ev sahibi hücrelere bağlayan bir tür ‚çengelli kanca’ olan COVID-19’un reseptör bağlanma alanının, insan hücrelerinin belirli bir moleküler özelliğini hedeflemek için“ bir çeşit genetik mühendislik projeleriyle „evrimleştirmesi“ için yeterli bir zamandır. Beşincisi, üç üniversitenin son paragrafdaki, „iki senaryodan hangisinin gerçekleştiğini belirlemenin neredeyse imkansız olduğu“ açıklamaları, başta söylediklerinin inkarıdır. Eğer bilmiyorlarda, neden böyle Soyarıtım Merkezi’in talimatları çerçevesinde kafa karıştırıcı teoriler üretim ortaya atıyorlar?
12
Coronavirüsü insanlığın başına bela eden Soyarıtım Kayıt Merkezi mi?
COVID-19 salgının da kökleri, amacı 65 yaşın üstünde çalışmayan, akciğer, astım, bronşit, zatürre, solunum yetersizliği hastalıklarıyla uğraşıp çalışmayan, işsiz, kanser, kronik, kalp rahatsızlığı, virüslere direnci az ve bağışıklık sistemi zayıf olan, yeni emekliye ayrılmış, artık ulus-devletlerin sağlığa ayrılmış paralarını tüketen, hafızası bir tarih kadar dolu olan yaşlıları, şekil bozukluğu olan insanları, Afrika’daki zencileri, Akdeniz ikliminde yaşayanları, „sakat, mental retard gruplar gibi düşük ırkların nüfus artışlarını“ azaltma program ve projeleri „olan Cold Spring Harbor Soyarıtım Kayıt Merkezi’ne uzanmaktadır.“
Sadece bu değil, zaman geçtikçe virüsün Soyarıtım Kayıt Merkezi’in gizli laboratuvarların’da üretildiği daha net bir biçimde ortaya çıkıyor. Bu virüsle hangi kann grubundaki insanları öldüreceklerini bile hesaplayıp planlamışlar. Dünyanın bağımsız doktorlar ağının istatistik verilerine göre; 8 Mayıs’a kadar coronavirüs’den ölenlerin % 60 B Rh+ ve B Rh- kann grubunda olan insanlar. Özellikle bu kann grubundaki insanlar hedef seçilmiş, virüsü çok ağır geçiriyorlar ve genellikle hastalık ölümle sonuçlanıyor. (Afrika ve Akdeniz bölgesindeki İtalya, İspanya, İngiltere ve Amerika’da ölümlerin bu kadar çok olması tesadüf değildir.) Ölenlerin % 30 AB Rh+ ve AB Rh – kann grubunda olan insanlar. % 10 ise diğer negatif kann grubunda olan insanlar.
0 Rh+, 0 Rh -, A Rh+, A Rh- kann grubundaki insanlar virüsü grip hastalığı gibi hafif atlatan kann grupları; dünyada en yaygın bu kan gruplarında insanlar yaşıyor. Bu kann grubundaki insanlar hedef alınmamış.
Demek ki, 300’ler Komitesi’nin bir kurumu olan Soyarıtım Kayıt Merkezi, insanların başına getirdikleri bu korkunç tufan felaketinde hepsini öldürmeyi planlamamış! Sümer tufanında olduğu gibi Tanrı’ların angarya işlerinde çalıştıracakları insanları bir gemiyle kurtarmayı da planlamışlar.
2000 yılında ABD’de kurulan ve şimdi Amerika’nın en büyük özel vakfı sayılan Bill ve Melinda Gates Vakfı’n arkasında, tıpkı Türkiye’de kurulan Gülen Cemaatı, Milli Görüş Cemaatı ve AKP projesi gibi aynı hegemonik güçler var. Yani günümüzün uygarlık güçleri olan Rothschild, Rockefeller ve İngiliz Kraliyet Aileleri var. Bu yeni yetme milyarder Bill Gates’i figüran olarak kullanıyorlar. Vakıf, her ne kadar resmi amaçları arasına „küresel salgın hastalıkları ve açlık sorunların çözümünü“ aldığını iddia ediyorsa da, gizliden Sami tüccarlara ve onların alt örgütlenmesi olan 300’ler Komitesi’nin tarihsel projeleri çerçevesinde çalışmaktadır. Kendilerini insancıl göstermek için resmiyette kâğıt üzerinde yazılıp gösterilenlerin pratikte tam tersini yaparak küresel salgın hastalıkları laboratuvarlarda üretip yayan Soyarıtım Kayıt Merkezi gibi kurumları finanse etmektedirler. Başta Afrika kıtası olmak üzere dünyanın birçok bölgesini „nüfus kontrolü“ projeleri çerçevesinde kontrolleri altında tutmaya çalışmaktadırlar. Vakıf adı altında devletten vergi kaçıran Bill Gates, Bill ve Melinda Vakfı’nı kurduktan sonra timsah gözyaşları içinde ne kadar yardım sever olduğunu göstermek için AIDS virüsüyle mücadele için 50 milyon dolar bağışta bulunmuştu. Ne kadar yardım severler değil mi? Hem AIDS virüsünü icat eden „Soyarıtım Merkezi“ araştırma kurumunu finanse et, hem de mağdurların acılarını azbiraz dindirmek için küçücük bir yardım et ve kendini yardım sever, insancıl göster! İyilik meleği gibi ortalıkta dolan! Olacak şey değil demeyin. Oluyor işte! Gerçek yaşamda iyilik meleği hep kötü melek rolünü oynuyor.
Aynı Bill Gates ve eşi Melinda Gates, ABD askerleri tarafından Kasım 2019‘da Çin‘in Wuhan kentine götürülüp (bu haber 12.03.2020 günü Çin yetkilileri tarafından dile getirildi.), basın ve medya eşliğinde güya o şehirden (Oysa Ekim ayı başında Amazon’larda yaşayan Yanomami kabilesinden başlatmışları. Kamuoyunu nası da yanıltıyorlar.) dünyaya yaydıkları Coronavirüs ile mücadele için bu kez Şubat 2020’de 100 milyon dolar bağışta bulundular. Ne kadar yardım sever değil mi? Ne kadar tanıdık bu yardım severler!? Bill Gates gene iyilik meleği rolünde ortalıkta dolaşıyor.
Bill Gates’in, 2015 yılında Batı Afrika’yı saran Ebola salgınıyla ilgili konuşmasını özeti söyle:
„1. Önümüzdeki 10 yılda eğer bir şey 10 milyondan fazla insanın hayatına son verirse bu bir savaştan çok, yüksek derecede hızlı yayılan bir virüs olur. Füzeler değil, mikroplar olur. Bunun bir nedeni de nükleer caydırıcı silahlara büyük yatırım yapmış olmamız. Salgın hastalıkları durdurmak için ise çok az yatırım yaptık. Bir sonraki salgın için hazır değiliz.
2. Bulaşıcı hastalığa yakalandığı halde kendini iyi hisseden, uçağa binmiş ya da markete gitmiş birinden virüs kapabilirsiniz.
3. Virüsün kaynağı Ebola gibi doğal bir salgın da olabilir ya da bir biyo terörizm de (biyolojik silah da) olabilir.
4. Öncelikle yoksul ülkelerde güçlü bir sağlık sistemine kurulmasına ihtiyacımız var. Tıbbi ekiplerle, eğitimli ve yardıma hazır bir sürü insana ordunun birliğine ihtiyacımız var.
5. Simülasyonlar yapmamız gerekiyor. Savaş oyunları değil, bakteri oyunları. Böylece hangi alanda zayıf olduğumuzu anlarız. ABD’de yapılan son bakteri oyunu 2001’den önceydi ve çok iyi sonuçlanmadı. Şu ana dek skor; Bakteriler:1, insanlar: 0
6. Dünya Bankası’nın tahminlerine göre, küresel bir nezle salgını olması halinde dünya genelinde malvarlığı 3 trilyon doların altına inecek ve milyonlarca ölüm gerçekleşecek.“
Bill Gates 2015 yılında, ilerde 5-10 yıl sonra, 2020 yılında böyle „yüksek derecede hızlı yayılan bir virüs“ sorununla karşılaşacağımızı, böyle bir dertle uğraşacağımızı nasıl bilebildi? Yeryüzü Tanrı’larımıza çalışan bu adam nasıl oldu da bir salgın hastalığın çıkacağını yıllar önceden öngörebildi? Demek ki, kurduğu vakfı ile dünya zenginlerinden toplanan paraların oluşturduğu dev bütçenin dağıttığı fonlarla kötü Tanrı’ların araştırma projelerini finanse eden bu adamın onların planlarından haberi var!
**
Çin dışişleri Bakan sözcüsu Cao Licien, Twitter’deki hesabından, ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi Direktörü Robert Redfield’in görüntülerine yer yerilen bir video paylaşarak, Redfield’in daha önce gripten ölen bazı ABD vatandaşlarında COVID-19 virüsü saptandığını aktararak şöyle yazdı: „COVID-19 salgını Wuhan’na getiren ABD ordusu olabilir. Şeffaf olun. Verilerinizi halka açıklayın. ABD bize bir açıklama borçlu“ ABD’den önce ses çıkmadı. Sonra ABD Çin’i suçlamaya başladı.
20 Aralık 2019’da Wuhan’da başlayan coronavirüs salgın hastalığının önünü Çin üç ay gibi kısa bir zamanda içinde aldı. Salgın hastalığı Avrupa ve Amerika’ya daha hızla yayıldı. Ve birçok insan artık bu salgın hastalığın normal bir virüs değil, laboratuvarlarda üretilip insanlara bulaştırıldığına inanmaktadır. Bu durum asıl coronavirüsü laboratuvarlarda üreten Soyarıtım Kayıt Merkezi’ni finanse eden dünya zenginlerini tedirgin etmeye başlamıştır. Bu yüzden gerçek suçluları gizlenmek ve yanlış adresler göstermek amacıyla başta ABD olmak üzere İngiltere ve Fransa üzerinden sebepsiz yere Çin suçlanıp hedef gösteriliyordu. Bir günah keçisi arandığı belliydi.
Önce ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Robert O'Brien Mart ayın ortalarında istihbarat örgütlerin bilgilendirmelerine dayandırdığı açıklamasında, kendi suçlarını Çin’in üzerine şöyle atıyorlardı:
„Bu virüs, ABD’den değil, Çin’den çıktı. Bunun üzerinden de hayli zaman geçti. Wuhan’da en iyi uygulamaları kullanmak yerine salgın örtbas edildi. Bu dünya toplumunun virüse vereceği yanıtta belki de iki ayına mal oldu. Çin’den virüsün gidişatı hakkında gerekli bilgileri alıp, gerekli iş birliklerini yapsaydık, sahada Dünya sağlık Örgütü ile ABD Hastalıkları Önleme ve Kontrol Merkezi ekipleri olsaydı, Çin’de ve dünyada şu anda yaşananların önüne geçebilirdik.“
Sonra ABD Başkanı Donald Trump 19.03.2020 tarihinde, „Çin virüsü kaynağında durdurulabilirdi. Çin en başta dünyayı bilgilendirseydi bu salgın daha önce durdurulabilirdi.“
ABD ve İngiltere’nin ardından Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Marcon da, 17.04.2020 tarihinde, „Çin’nin salgını yönetmesi konusunda kesinlikle bizim bilmediğimiz şeyler oldu.“ diye eleştirilerde bulundu. Öyle anlaşılıyor ki Sami tüccarları, saraylarına girip hegemonyaları altına aldıkları batı ülkeleri liderlerine Çin’i suçlama görevi vermişler. Yarın öbür gün, „bizim istihbarat örgütlerin raporlarına göre Çin’in bu coronavirüsü laboratuvarlarda icat ettiği bilgisi elimizde“ suçlamalarını yaparsalar hiç şaşmayın. Bu, olayların perde arkasındaki 300’ler Komitesi’nin kendilerini gizleme talaşıdır.
Batı basın ve medyası sanki virüsü Çin icat etmiş gibi bir suçlamayla haberleri veriyordu. Oysa ABD’nin bu siyasi açıklaması doğru değildi. Dünya kamuoyunu manipülasyonla aldatıp kandırmaktan başka bir şey değildi. Çünkü birincisi, virüsü Kasım 2019’da Wuhan şehrine getirenler Amerikan askerleriydi. Demek ki daha önce Amerika’da başlamıştır. Trump yönetimi, Aralık ve Ocak aylarında coronavirüsten ölen hastaların sertifikalarındaki ölüm sebeplerini önce gripten öldü diye göstererek, ilk ölenleri gizledi. Çünkü insanlığın başına bu belayı giteren uygarlık güçleri salgın hastalığını resmen Çin’den dünyaya yaymak istiyorlardı. Planın ön çalışmaları buna göre ayarlanmıştı. Çin’den başladıktan bir-iki ay sonra da, bu kez de dünyaya daha fazla korku yaymak amacıyla tüm ölen hastaların sertifikalarındaki ölüm sebeplerini “coronavirüsten öldü” diye yazılacaktı. Nisan ayında Medyadan öğreniyoruz, Trump yönetimi hastanelerde çalışan profesörlere, doktorlara, hemşirelere yukardan yazılı direktif veriyor: “Hastalar hangi nedenden ölürse ölsün, sertifikasına COVID-19 yazılacaktır!” diye. Böylece hükümet, daha önce sokağa çıkma yasağını ilan edeceğine, gizlice kontrollü sürü bağışıklığı yöntemini yürülüğe sokarak, 300’ler Komitesi’nin projeleri çerçevesinde daha fazla insanın ölmesinin yolunu açmış olacaklardı. Dünyada en çok coronavirüs ölümlerin olduğu ülkenin Amerika olması bu yüzdendir.
ABD Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezleri’in (Centers for Disease Control and Prevention, CDC) raporuna göre; „2019/2020 kış ayları olan Kasım, Aralık ve Ocak ayın 18’zine kadar 15 milyon kişi Amerika’da grip hastalığına yakalanmıştır. Bunlardan sadece grip hastalığını ağır geçiren 140 bin kişi hastaneye yatırılmıştır. 8.200 kişi ölmüştür.“ Çok açık görünüyor ki, ilk coronavirüsten ölen binlerce kişi bu „gripten ölen 8.200 kişinin“ içinde gösterilmiştir. Bu yorum Çin yetkililerin, „salgını Wuhan’na getiren ABD ordusu olabilir.“ fotoğrafına da uygundur. İkincisi, Aralık ayında Wuhan şehrinde ortaya çıktı denilen coronavirüs COVİD-19 salgın hastalığından dolayı Çin hükümeti 23 Ocak 2020 tarihinde sokaka çıkma yasağını ilan etmiş ve çok sıkı tedbirler alarak virüsle mücadele ettiğine dair dünya basınında bolca haber çıkmıştı. Wuhan’da ilk ölüm 11 Ocak 2020 tarihinde bildirilmişti. Batı basını ve ABD ise olayın ciddiyetini kavrayacağına, „Wuhan şehrinde vahşi hayvan pazarından satılan yarasadan insanlara geçti. Çinliler de ne pis insanlar, her şey yiyorlar.“ diye Çinliler aşağılanarak ve alay edilerek haberler veriliyordu. Dünya sağlık Örgütü (WHO), 20 Ocak günü, „Çin’de yayılan hastalıktan dolayı öbür ülkelerin de tedbirler alarak hızırlıklı olmaları“ gerektiği açıklamıştı. Peki o zaman kapitalist sistemin bugünkü motor gücü ve Sami tüccarları’n hizmetinde çalışan ABD neden yalanlarla algı operasyonları başlattı?
ABD ve İngiltere’nin ardından Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Marcon da, 17.04.2020 tarihinde, „Çin’nin salgını yönetmesi konusunda kesinlikle bizim bilmediğimiz şeyler oldu.“ diye eleştirilerde bulundu. Öyle anlaşılıyor ki Sami tüccarları, saraylarına girip hegemonyaları altına aldıkları batı ülkeleri liderlerine Çin’i suçlama görevi vermişler. Yarın öbür gün, „bizim istihbarat örgütlerin raporlarına göre Çin’in bu coronavirüsü laboratuvarlarda icat ettiği bilgisi elimizde“ suçlamalarını yaparsalar hiç şaşmayın. Bu, olayların perde arkasındaki 300’ler Komitesi’nin kendilerini gizleme talaşıdır.
ABD Başkanı Donald Trump 18.04.2020 basın toplantısında „Ultraviyole ya da çok güçlü bir ışını vücuda aldığımızı düşünelim. Bu deri yoluyla ya da başka bir yolla olabilir. Bunu test edebilirsiniz. Peki dezenfektanları vücuda enjekte edeceğimiz bir yol var mıdır? Belki de içimizde bir çeşit temizlik yapabiliriz. Biliyorsunuz, virüs ciğerlere iniyor. Buna bir bakmak ilginç olabilir.“ diyerek yeni tip coronavirüs (Kovid-19) ile mücadelede vücuda dezenfektan enjekte edilmesi önerisi yapmıştı. Bir çocuk bile ciğerlere dezenfekten enjekte edilmesi halinde bunun ölümle sonuçlanacağını biliyordu ama ABD Başkanı bunu bilmeyecek kadar akıllı bir adamdı(!)
Bilim insanları ve doktorlar Trump’ı adeta yerden yere vurarak şu açıklamayı yaptılar:
„Bu çok sorumsuzca bir açıklama. Bu yöntemi yaşamına son vermek isteyenler uyguluyor. Bunu sakın yapmayın.“
Fakat toplumda cahil mi yok. Birkaç Amerikalı Başkan Trump’un önerisine uyarak, dezenfekten içip, bilmeyerek intihar etmeye kalkıştı. Ve hemen hastahaneye kaldırdılar.
Ne de olsa daha öncekiler gibi Sami tüccarları’n iktidara taşıdıkları bir adamdı. Onların plan ve projelerini, hiç itiraz etmeden pratiğe uygulaması için iktidardakinin akıllı birisi olması gerekmezdi. Yeter ki hegemonyası altına aldıkları korsan devletin yaptığı bütün cinayetlere, katliam ve soykırımlara sahip çıksın yeter! İktidardaki adamların akıllı olması, mantıklarına danışması işlerine gelmiyordu. Bu yüzden cahil, kişiliksiz, karaktersiz ve insanlara düşmanlıkta kendilerini kanıtlamış olanları tercih ediyorlardı. Tarihin hiç bir döneminde bu kadar çok savaşların ve soykırımların yapıldığı 20. yüzyılın başında ve Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcında dünya faşizmin ataları olan İttihat ve Terakkicileri Alman subayların yardımlarıyla 1908’de iktidara taşımaları, onlara savaş ve insanlık suçu olan soykırımlar yaptırdıktan ve hasta adam Osmanlı’nın yenilgisinden hemen sonra savaş ve soykırım suçu işlemiş olan aynı suçlu İttihat ve Terakki üyeleri eliyle yapay Türklüğü Anadolu’da inşa ederek, Türkiye’de İttihatçı diktatör Mustafa Kemal’ı, İtalya’da “Mustafa Kemal’ın birinci öğrencisi diktatör Mussolini, Almanya’da ikinci öğrencisi diktatör Hitler”i, İspanya’da diktatör Franco’yu, bugün Amerika’da Trump’u, Rusya’da Putin’i, Türkiye’de Erdoğan’ı iktidara getirmeleri boşuna değildi.
İlginçtir! Genleri Avrupa merkezci Türk milliyetçi virüsüyle aşılanmış ve Sami tüccarları’n Ortadoğu’daki vekâlet savaşçıları olan devşirme Türkler; “Hitler’in Sofra Sohbetleri” adlı kitapta Hitler, “Mustafa Kemal’in ilk öğrencisi Mussolini, ikinci öğrencisi de benim.” diyerek, apaçık “Mussolini’den sonra ben Mustafa Kemal’in diktatör öğrencisiyim” demiş olmasına rağmen; savaş ve insanlık suçu işlemiş olan Mussolini, Hitler, Franco ve Saddam Hüseyin’i diktatör olarak görüyorlar da, savaş ve soykırım suçlusu Mustafa Kemal’i körleşmiş gözlerle asla diktatör olarak görmezler! Türk olmamasına rağmen Türklerin Atası ve Önder olarak görüyorlar. Bu da onların ulus-devlet çağında beyinlerinin Türk-İslam-Sentezi ideolojileriyle yıkanıp vicdanlarının tümüyle teslim alındıklarının ve yalan dünyasında yaşadıklarının bir kanıtıdır! Türkiye’nin Nazileri işte! Naziler de Hitler'e diktatör demezler; aynı zihniyetle Önder (Führer) derler. Bir topluma katil faşist bir diktatör önder ve Ata olarak kabul ettirilip inandırıldıktan sonra o toplumda cinayetler, katliamlar ve soykırımlar hiç bitmez! Türkiye tarihin cinayetler, katliam ve soykırımlarla dolu olması, İngiliz Kraliyet Ailesi’nin ajanı diktatör ve insanlık suçu işlemiş olan Musta Kemal ile çok yakından ilişkisi vardır.
Gene İttihat Terakkicilerin başındaki Alman generallerin zorlamasıyla -parçalanıp yok edilmesi için- Sami tüccarları’n Birinci Dünya Savaşı’na soktukları hasta adam Osmanlı’nın Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarındaki toprakları ekmek gibi parçalanarak; kralları ve diktatörleri daha önceden belirlenmiş, sınırları daha önceden cetvelle çizilmiş ve İngiliz Kraliyet Ailesi öncülüğünde 24 ulus-devletin kurulacağı askeri operasyonlar sonucu (Türkiye’de dahil) Suudi Arabistan, Irak, Kuveyt, Suriye, Lübnan, Ürdün, İsrail ve Mısır gibi birçok yapay ulus-devlet oluşturulduğunu kabul ediyorlar, devşirme Türkler. Bu gerçeği görüyorlar. Ama İngilizler’in onayıyla 35 suçlu İttihatçı arkadaşıyla birlikte İstanbul’da bindikleri vapuru bizzat İngiliz askerleri tarafından kontrol edilip cephane bırakıldıktan sonra Samsun üzerinden Kürdistan’a gönderilen ve Ortadoğu’da emperyalizme karşı isyanda olan halkların devrimci hareketin başına her türlü oyun, hile ve entrikalarla gizlice getirilen savaş ve soykırım suçlusu İngiliz ajanı Mustafa Kemal ve İttihatçı arkadaşları, önce çok azınlıkta olan Türklerin isminden bile fazla söz etmeden, „emperyalizme karşı kutsal savaş“ parolası altında güçlerinden yararlanmak istedikleri ve özerklik sözü verdikleri yerli halklar ve Kürtleri kandırıp dolandırarak yanlarına alarak ve İngilizlerle perde arkasında gizlice çalışarak, onların gözetimleri altında ve planları çerçevesinde uygarlık yıkıcı Türk egemenlik sistemin iktidar yapısını İstanbul’dan (İstanbul Hükümetini) Ankara’ya taşıyıp, Doğu’da vekâlet savaşçıları olarak hizmet edecekleri Sami tüccarlar sayesinde iktidara gelme şanslarına kavuşup, Lozan’da uluslararası devlet güvencesini alarak yapay bir Türkiye ulus-devleti oluşturulduğunu, bu yapay ulus-devletini inşa edenlerin Batı’da kapitalist sistemi inşa eden uygarlık güçleri olduğunu asla kabul etmezler. Onlara göre, Mustafa Kemal ve İttihatçı arkadaşları, yedi düvele karşı savaşarak Türkiye’yi kurmuştur! Yani „Kurtuluş savaşında yedi düvelle savaştık!“ yalanına hâlâ inanıyorlar!
Coronavirüs felaketini kimler, hangi laboratuvarlarda icat edip insanlığın başına bela ettiğini yıllar sonra gene dürüst ve yeryüzü maskeli tanrılarımıza çalışmayan Dr. John Coleman gibi Amerikalı bilim insanlarından öğreneceğiz, herhalde. 300 dünya zengin aileleri arasından hangi aileler bu coronavirüsü laboratuvarlarında üreten Soyarıtım Kayıt Merkezi ve Cold Spring Harbor tesislerinde çalışan bilim insanlarını(!) finanse etmiştir? Dünyadaki bütün diktatörlükleri destekleyen, savaş, soykırım ve küresel salgın hastalıkları çıkararak asıl savaş, soykırım ve insanlık suçlarını işleyen perde arkasındaki piramitin en üstünde bulunan Sami tüccarları’nı ortaya çıkarıp insanlık mahkemesinde cezalandırmanın çok zor olduğunu biliyorum. Çünkü modern kapitalist sistemde beş etkin güç merkezlerine hâkimdirler: 1.) Birleşmiş Milletler (Milletler Cemiyeti), 2.) ulus-devletler ve merkez bankaları, 3.) finans merkezleri, 4.) basın ve medya, 5.) üniversiteler.
13
Suç üstü yakalanan ABD’nin başlattığı algı operasyonları
New York Times Gazetesi, Trump yönetiminde yer alan bazı kaynaklara dayandırdığı haberinde, “üst düzey Trump yönetiminin, Wuhan’daki bir laboratuvarın coronavirüs salgınının kaynağı olduğu yönündeki iddiayı destekleyecek deliller bulmaları için Amerikan istihbaratına baskı yaptığını” yazdı.
Baskılar sonuç vermiş olmalı ki, ABD İstihbarat örgütlerini eşgüdümleyen Ulusal İstihbarat Dairesi Direktörlüğü 30.04.2020 tarihinde kamuoyuna yaptığı açıklamada, „COVİD-19’un doğadan kaynaklanan bir virüs olduğu konusundaki geniş bilimsel kanıyı paylaştığını“ tekrarladıktan sonra devamla, „Hâlâ virüsün kökenini araştırıyoruz. İstihbarat örgütleri salgının enfekte olmuş hayvanlar üzerinden mi bulaştığı, yoksa Wuhan’daki bir laboratuvarda meydana gelen bir kaza sonucu mu yayıldığı konularında ortaya çıkan bilgi ve istihbaratı titizlikle değerlendirmeyi sürdürecektir.“ denildi.
Aslında birçok şeyden haberi olan ve bazı bilgileri birilerini suçlamak için parça parça basın açıklamalarıyla anlatan Amerikan istihbarat örgütleri, ilk kez açık ve net bir şekilde virüsün bir biyolojik silah olduğu yolundaki komplo teorilerini reddetmiş oldular.
Amerikan istihbarat örgütlerin bu teorilerine göre, “Çin, coronavirüsü Wuhan’daki yüksek güvenlikli laboratuvar olan Viroloji Enstitüsü’de geliştirmiş ve biyolojik silah olarak kullanmıştır. Amerikan istihbarat servisleri buna karşın virüsün Çin’in Wuhan kentinde bulaşıcı hastalıklarla ilgili bir laboratuvardan yanlışlıkla sızdırıldığı ihtimalini dışlamıyor.”
ABD yönetimden gelen baskı ve suçlamaların virüsle ilgili algı operasyonların asıl amacı, hem virüsü laboratuvarlarda üreten 300’ler Komitesi’nin Soyarıtım Kayıt Merkezi olduğunu gizleyip, gerçeğin çarpıtılması, hem de virüsü Çin’e karşı siyasi ve ekonomik bir silah olarak kullanarak dünya kamuoyunu kandırıp aldatmaya çalışmaktadır.
Birinci ve İkinci Körfez Savaşı’larını hatırlayalım: Uygarlık güçlerin savaş planları çerçevesinde ABD ve İngiltere; 17 Ocak 1991 tarihinde başlattıkları 1. Körfez Savaşı’nda, Soğuk Savaş döneminde ellerinde ve depolarında toplamış oldukları savaş silahlarıyla Irak’ı yerle bir edip Ortadoğu’yu cehennem ateşinde yakmak için ne tür savaş tuzakları, hile ve yalanlara başvurdukları bugün artık net bir şekilde biliniyor. İngiltere, Almanya ve Amerika’nın diktatör Saddam Hüseyin eliyle Kürtlere karşı 1986-1988 yılları arası düzenlenen El-Enfal Harekâtı sırasında kullanılmak üzere verilen kimyasal silahlar bittikten hemen sonra çıkarılan Körfez Savaş’ların en büyük bahanelerinden biri Irak’ın kitle imha silahları ürettiği yalanıydı. Saddam Hüseyin, Soğuk Savaş döneminde uygarlık güçleri ve Batı ülkelerinin Ortadoğu’da kullandıkları bir diktatördü.
Birinci Körfez Savaşı’n bahanesi Irak’ın Kuveyt topraklarına girme bahanesiydi. Bağdat’taki Amerika Büyükelçisi April Glaspie, Saddam’a, “1960’lı yılların sonunda Kuveyt’te görevdeydim. O zaman aldığınız talimatlar, Amerika’yı ilgilendirmeyen bu sorun bu sorun üzerine kanaat belirtmemekti. James Baker, resmi sözcümüze bu talimatı sürdürmeyi bildirdi. Bu sorunu, Klibi veya Başkan Mübarek aracılığıyla uygun yöntemleri kullanarak yoluna koyacağınızı umuyoruz. Bütün istediğimiz, acil bir çözüm getirmenizdir.. Biz Araplar arası sorunlara karışmayız” (Haluk Gerger, ABD-Ortadoğu-Türkiye, Ceylan Yayınları, İstanbul 2006, s.458) diyerek, 2 Ağustos 1990 tarihindeki işgaldan bir hafta önce, onun Kuveyt’e girmesini teşvik etmişti. İkinci Körfez Savaşı’n bahanesi ise Amerika ve İngiltere’nin, istihbarat örgütlerine dayandırdığı yanlış bilgileri dünya kamuoyuna şöyle servis ediyorlardı:
„İstihbarat örgütlerimizin uzaydan çekilen resimlerinde Saddam Hüseyin’in kimyasal silahlar ürettikleri tespit edilmiştir.“
Saddam’ın kimyasal silah ürettiği ve MOSSAD'ın verdiği bilgilere göre yakında İsrail’e saldıracağı bahanesiyle 20 Mart 2003 tarihinde Irak’a savaş açılmıştı. Onbinlerce Iraklı katledildi. Fakat savaş boyunca çok aramalarına rağmen, Saddam’ın kimyasal silah ürettiğine dair hiçbir kanıta rastlanmamıştı. ABD ve İngiltere, Sami tüccarları’n Ortadoğu’yu savaşlarla yeniden dizayn etme projeleri çerçevesinde dünya kamuoyunu kandırıp dolandırmıştı.
Öyle anlaşılıyor ki, Sami tüccarları’n hegemonyası altındaki ABD ve İngiltere aynı politik savaş taktikleriyle gene baskı yaptığı gizli örgütlerine, „Virüsün kökeni Wuhan Viroloji Enstitüsü’dür. Buradan yanlışlıkla bir kaza sonucu dışarıya mı sızdı, yoksa tasarlanmış bir biyolojik silah olarak kasıtlı mı salıverildi?“ diye araştırma görevi vermiştir. Aslında araştırmalarını iddia ettikleri şey, 300’ler Komitesi’nin emir ve talimatları olan „Çin’i suçlama“ yanıtı ellerinde hazırdır:
„Çin, virüsü Wuhan Viroloji Enstitüsü’nde üretti! Ordan dünyaya yayıldı.“ suçlamalarını ard arda yapılan basın toplantıları, tiyatro oyunları, manipülasyon ve propagandalar yaparak, ikna edici metodlarla dünya kamuoyunu kandırıp dolandıramaya ve inandırmaya çalışacaklar. Böylece coranavirüsü 300’ler Komitesi’nin bir kurumu olan Soyarıtım Kayıt Merkez’in suçlarını örtmeye çalışacaklar. Bunun ön hazırlığı on beş yıldan beri yapılmaktaydı.
Bu konuda Batı basın ve medyasına da görev verilmiştir.
CNN televizyonu, „ABD istihbaratının virüs salgının sıfır noktası kabul edilen Wuhan’daki viroloji laboratuvarında üretildiği iddialarını araştırdığı“ haberlerini veriyordu.
Trump 30.04.2020 tarihinde Beyaz Saray’daki basın toplantısında gene Çin'i hedef alarak özetle şöyle konuştu:
„Salgından kasten sorumluysalar elbette bunun sonuçları olur. Çin ya virüsün yayılmasını durdurmadı ya da yayılmasına izin verdi. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) kendinden utanmalı. Çin’in halkla ilişkiler ajansı gibi çalışıyor. Biz DSÖ’ye 500 milyon dolara yakın para ödüyoruz, Çin ise 38 milyon dolar ödüyor.... Bir hata sonucu mu bu salgın hastalığı kontrollerinde çıktı, yoksa bunu kasten mi yaptılar? İnsanlar korkunç hatalar yaparken bahane bulmamaları lazım... Aynı zamanda coronavirüsün nereden, kimden, nasıl geldiğine dair araştırma yapacağız, bu araştırmaları bilimsel olarak yürütüyoruz.“
Bir gazetecinin:
„Virüsün kökeninin Wuhan Viroloji Enstitüsü olduğuna kuvvetle kanaat getirmenizi sağlayan bir kanıt gördünüz mü?“ sorusuna ise Trump,
„Evet gördüm.“ diye yanıtlayarak, insanların gözleri içine baka baka açıkca yalan söyledi. Yalan söyleyin bir politikacının, „bu araştırmaları bilimsel olarak yürütüyoruz.“ demesi ne kadar inandırıcı olabilir.
Beyaz Saray ve istihbarat örgütlerin basın açıklamalarını flaş haber olarak veren ana medya, aynı günlerde Amerikan Kamu Sağlığı Hizmetleri Birimi Başkanı Jerome Adams’ın, bu virüsün dünyaya yayılmasında sorumlu tuttuğu, “Dünya Sağlık Örgütü, ABD Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezleri (CDC), Ulusal Alerji ve Bulaşıcı Hastalıklar Enstitüsü ve Bill Gates’ın tasarladıkları modelleri artık bırakmaya karar verdiklerini ve eldeki somut rakamları inceleyip araştıracaklarını, bu somut gerçek rakamlar üzerinden yeni bir yöntemle çalışmamız lazım.” diyen çok önemli açıklamasını görmezden geldi.
**
Çin, virüsün Wuhan Viroloji Enstitüsü laboratuvarında üretildiği iddialarını, „ABD yönetiminin gözleri kendi sorunlarından uzaklaştırmak için bu tür suçlamalara giriştiğini“ söyleyerek reddetti.
Neden ABD’nin, virüsün Wuhan’daki yüksek güvenlikli laboratuvar olan Viroloji Enstitüsü’de ürettiği üzerinde bu kadar ısrar ettiği, bu kadar çok durduğu, bunu Çin’e karşı ekonomik ve politik savaşa dönüştürdüğü konusunda biraz gerilere giderek, daha fazla bilgiye sahip olursak, daha iyi anlayabiliriz.
Soyarıtım Kayıt Merkez’in 1980’lerde Kenya’daki laboratuvarlarda ürettiği ve dünyayı yıllarca meşgul eden AIDS, ardından aynı kurumun coronavirüs tipi ailesinden laboratuvarlarda geliştirip üretilen SARS CoV-2 salgın hastalığın 2002 yılında, MERS 2012 yılında dünyaya yayılması sonrasında; gizli ellerin biyolojik silah saldırılarından şüphelenen tarafsız doktorlar, bilim insanları ve Çin seslerini yükselterek, bu yeni virüslerin dünya çapında sağlık tehlikesi yarattığına dikkat çektiler. Laboratuvarlar da mı üretildi, yoksa seçilim yoluyla evrimleşerek insanlara geçtiği araştırılsın! Yüksek güvenlikli BSL-4 laboratuvarlarla güvence verin ve finanse edin ki araştıralım. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), sadece Amerika ve İngiltere merkezli yüksek güvenlikli BSL-4 laboratuvarları finanse etmesin, daha bağımsız başka yüksek güvenlikli BSL-4 laboratuvarları da finanse etsin. Örneğin „Çin’de de yüksek güvenlikli BSL-4 laboratuvarlarını desteklesin“ diye öneriler yapıldı.
2005 yılında birçok çevreden gelen önerileri kabul etmek zorunda kalan Dünya Sağlık Örgütü, „daha önce insanlarda görülmeyen ve insanlara hayvanlardan bulaşma olasılığı yüksek olan yeni virüslerin dünya çapında sağlık tehlikesi yarattığını kabul ediyoruz. Virüslerin kökeni araştırılsın. Bu virüs ve mikrokların mümkün olduğunca hızlı ve sağlıklı bir şekilde inceleyerek teşhis, tedavi ve aşı üretimi yapabilmenin yolu, özel geliştirilmiş laboratuvarları finanse etmekten geçtiğini biliyoruz. Şu an finanse ettiğimiz Biyolojik güvenlik seviyesi (BGS) 4 olan yüksek güvenlikli laboratuvarlarımızın 10 tanesi ABD’de, 10 tanesi Birleşik Krallık’ta 4 tane de Almanya’da bulunuyor. Gelen öneri ve eleştirileri göz önünde bulundurarak Çin’de yeni yapılacak iki tane yüksek güvenlikli laboratuvarları da finanse edeceğiz.“ Diye açıklama yaparak noktayı koydu.
Bu karara 300’ler Komitesi çok öfkelendi. „Nüfus kontrolü“ plan ve projelerini sekteye uğramaya çalışan doktorları, bilim insanları ve bazı çevreleri, Dünya Sağlık Örgütü üzerinden yanıltma programlarını devreye soktu: Bir taraftan Dünya Sağlık Örgütü’ün Çin’de yaptıracağı yüksek güvenlikli laboratuvarları finanse etme kararlarına, hegemonyası altındaki ülkeler aracılığıyla karşı çıkmaya çalıştılar. Diğer taraftan da on beş yıl sonra dünyayı ekonomik, politik ve siyasi derin bir felaketle başbaşa bırakacak olan coronavirüs krizin kimin üzerine atılacağının ön hazırlığı da yapılmaktaydı.
Şu an dünyada biyolojik güvenlik seviyesi (BGS) 4 olan yüksek güvenlikli laboratuvarların 10 tanesi ABD’de, 10 tanesi Birleşik Krallık’ta 4 tanesi Almanya’da, iki tanesi Çin’de bulunmaktadır.
20 tane biyolojik güvenlik seviyesi (BGS) 4 olan yüksek güvenlikli laboratuvarlara sahip olan ABD ve İngiltere, Çin’e iki tane fazla görmektedir. Bu yüzden ABD ve İngiltere son cümleye hep karşı çıktı. Dünya Sağlık Örgütü’ne, Çin’de yeni yapılayacak olan laboratuvarları finanse etmemeleri için baskı yaptılar. Çünkü perde arkasındaki uygarlık güçleri olan 300’ler Komitesi ABD ve İngiltere’yi kontrol edebiliyorlardı. Ama Çin’deki Komünist Partisi’nin yöneticilerini kontrol etmekte biraz zorlanıyorlardı. Bu yüzden merkezi kontrolün hegemonyaları altına aldıkları bu her iki ülkenin elinde olmasını istiyorlardı.
Buna rağmen Çin ve Fransa tarafından ortaklaşa yapımına 2005 yılında Wuhan şehrinde başlanan P4 laboratuvarı Şubat 2015’de tamamlanarak çalışmalarına başladı. Çin’de yüksek güvenlikli laboratuvarların inşa edilmesinin önüne geçilmeyince B planlarını devreye soktular. ABD, İngiltere ve 300’ler Komitesi özellikle beş yıldan beri Wuhan şehrinde çalışma yürüten ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından da finanse edilen biyo-güvenlik seviyesi en yüksek P4 laboratuvarından büyük bir rahatsızlık duymaktadır.
2014 yılında bazı virüs uzman ve bilim insanları „ABD Ulusal Alerji ve Bulaşıcı Hastalıklar Enstitüsü Başkanı Dr. Anthony Fauci’nin yüksek güvenlikli laboratuvarlarda yanılsamalı bir araştırma yürüttüğünü, bu işin çok tehlikeli olduğunu ve büyük hasara yol açabileceğinden dolayı durdurulması gerektiğini“ hükümete ilettiler. Hükümet de, “bu virüs üzerindeki çalışmanın derhal durdurulma kararı” aldı.
Fakat, çeşitli ulus-devletlerden oluşan tek dünya kapitalist sistemi’n sahipleri olan uygarlık güçleri, bir şeyi daha önceden planlamışlarsa ve çoğunluk tarafından henüz teşhir edilmemişse onu mutlaka bir figüran eliyle pratiğe uygularlar. ABD Ulusal Alerji ve Bulaşıcı Hastalıklar Enstitüsü Başkanı Dr. Anthony Fauci; hükümet içindeki bazı çevrelerin virüs çalışmaları üzerindeki durdurulma kararını delmek çerçevesinde ve dikkatleri başka bir yöne geçmek amacıyla 2015 yılında Wuhan’daki yüksek güvenlikli laboratuvar olan Viroloji Enstitüsü ile ilişkiye geçti. „ABD’nin bir virüs üzerindeki çalışmayı durdurduğunu, çalışmanın orda yürütülmesi karşılığında 3,7 milyon dolar Çin’e vereceğini“ söyledi. O zaman Çin nasıl bir oyunun içine çekildiğinin farkına bile varmadı. Amerikan medyasına göre Fauci, „virüsü geliştirme fonundan 3,7 milyon dolar Çine ödedi. Bu işi Çin’e taşore etti.“
Aslında bu, 300’ler Komitesi’nin figüran adamları Dr. Anthony Fauci eliyle 5 yıl sonra, yani ilerde Çin’i virüs krizinden dolayı suçlamanın ön hazırlığından başka bir şey değildi. Yanıltıcı ve kirli bir bilgiydi. Çünkü bu virüsü laboratuvarlarda geliştirmenin çok tehlikeli olduğunu ve büyük hasarlara yol açabileceğini söyleyen birçok toksikoloji uzmanını ve hükümet çevresinde karşı çıkanları yanıltmak ve yasaları kolayca delmek için sadece hileli bir yola başvurulmuştu. Bu yalan, hileli, tuzak operasyonuna başvuran Dr. Fauci, sanki Amerikan hükümeti bu virüs üzerinde çalışmayı durdurmamış gibi, emrindeki yüksek güvenlikli laboratuvarlarda gizlice virüs üzerindeki çalışmalarına 300’ler Komitesi’nin planları çerçevesinde devam etti. Bu virüs felaketin sorumlularından biri olan Dr. Anthony Fauci’ye eğer bugün hâlâ kimse dokunamıyorsa, arkasında bu uygarlık güçleri olduğundan dolayıdır. Bu on iki paragrafda anlattığım bilgiler Trump yönetimi ve Amerikan istihbaratı tarafından çok iyi bilinen bilgilerdir. O zaman ABD ve gizli örgütleri neden hep bir ağızdan suçu Çin’in üzerine atmaya çalışıyorlar?
İşte perde arkasındaki uygarlık güçlerin tarihsel plan, proje ve programlarını görüp anlamadan, coronavirüs günlerinde bile ABD-Çin kavgasını anlamak mümkün değildir.
Şimdi daha net anlaşılmıyor mu, 300’ler Komitesi’nin hegemonyaları altına aldıkları ABD ve gizli örgütleri’n, „Wuhan’daki bir laboratuvarın coronavirüs salgınının kaynağı olduğu“ yönünde dünya kamuoyunu kandırıp dolandıran propagandasının ne anlama geldiğini? Ve baskı yaptıkları bütün gizli örgütlerinin de bu yönde açıklama yapmalarını istemeleri.
ABD’nın suçu Çin’in üzerine atma algı operasyonlarının nedenlerini şöyle sıralayabiliriz:
1.) Bu siyasi propagandalarla ABD, 300’ler Komitesi’nin Soyarıtım Kayıt Merkez’in laboratuvarlarda üretip, dünya nüfusunu azaltmak amacıyla bütün ülkelere yayarak insanları kasten öldürme insanlık suçlarını Çin’in üzerine atma, Çin’i suçlarına ortak etme girişimidir.
2.) Böylece 300’ler Komitesi’nin emrinde çalışmayan dünyada tek yüksek güvenlikli laboratuvar olan Wuhan şehrindeki P4 laboratuvarı kötülüğün kaynağı olarak kamuoyuna gösterilecek ve anti propagandası yapılacak. Derin ulus-devletlerle birlikte çalışan Dünya Sağlık Örgütü’n Çin’deki bu yüksek güvenlikli laboratuvarı finanse etmemesini için daha fazla baskı uygulayacaklar. Ellerinden gelirse tümden devre dışı edip bertaraf edecekler.
3.) Uygarlık güçleri nasıl ki, Irak’a savaş açmak için ABD Başkanı George W.Bush’a, „Saddam’ın kimyasal silahları var“ yalanını söyleterek Irak’ı hedef göstermişlerse; bugün de aynı şekilde Başkan Donald Trump'a, „Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) kendinden utanmalı. Çin’in halkla ilişkiler ajansı gibi çalışıyor. Biz DSÖ’ye 500 milyon dolara yakın para ödüyoruz, Çin ise 38 milyon dolar ödüyor.“ söyleterek Çin ve Wuhan Viroloji Enstitüsü hedef gösterilmektedir.
4.) 300’ler Komitesi’nin ABD ve İngiltere’nin kontrolündeki yüksek güvenlikli laboratuvara Soyarıtım Kayıt Merkezi’n projeleri çerçevesinde üretip 2002’deki dünyaya yaydıkları SARS CoV-2 coronavirüsün daha da geliştirilmiş, öldürücü gücü arttırılmış ve sistemli, planlı bir şekilde programlanmış biyolojik silah olan COVİD-19 salgın felaketini insanların başına bela ederken; Çin’e de, „vah sen misin işimize çomak sokan“ diyerek Amerikan eliyle savaş açmış ve kendi insanlık suçlarını Çin’in üzerine atarak, kendilerine karşı alternatif olarak gördükleri Wuhan Viroloji Enstitüsü’nü dünya kamuoyun gözünde kötü göstererek ortadan kardırmaya çalışmaktadırlar. Bunlar şeytana pabucunu ters giydiren kötü Tanrı’lardır.
5.) ABD’nin Çin ile kavgaya tutuşması, politik show girişimlerinde bulunması insanların dikkatını başka bir yöne çekmek içindir. Gerçekler o kadar inatçı ki, suç üstü yakalanan ABD, Vietnam Savaşı’nı kaybettiği gibi şimdiden bu ekonomik, politik savaşı da kaybetmiştir! Mali sistemi çökmüş, tümüyle 300’ler Komitesi’nin denetimine girmiştir.
6.) ABD, İngiltere ve Türkiye baştan beri 300’ler Komitesi’nin „kontrollü sürü bağışıklığı“ yöntemleriyle hareket ederek, onların projeleri çerçevesinde hareket ettikleri için ülkelerinde daha çok ölümlerin gerçekleşmesini sağlamışlardır. Sağlık çalışanların gözlem ve konuşmalarına bakılırsa, Amerika ülkesindeki zencilerin ölümüne bilerek göz yumulmuştur. Yalnız Sami tüccarları’n doğudaki vekâlet savaşçıları olan ırkçı Türk yöneticileri; yüzyıldır sürekli yaptıkları cinayetleri, katliamları ve soykırımları inkar ettikleri gibi, corovirüsten ölenleri minimum sayıda çok az göstererek, coronavirüs haberlerini yapan 12 gazeteciyi gözaltına alarak, virüsü bahane ederek varolan baskı ve olağanüstü hali daha da yoğunlaştırarak, bu konuda da gözleri kör ve inkarcı olduklarını kanıtlamışlardır.
7.) 87.457 ölü sayısıyla dünyada birinci sırada yer alan ABD yönetimi, gerçekten de kendi kötülüklerini halktan gizlemek, emrinde çalıştıkları 300’ler Komitesi’nin insanlık suçlarını örtbas etmek amacıyla Çin ile ekonomik ve politik show kavgasına girişmiştir.
8.) ABD’nın „Wuhan’daki viroloji laboratuvarını coronavirüs salgınının kaynağı“ ve dünya kamuoyuna „virüs salgının sıfır noktası“ olarak kabul etmeye çalışması gerçekleri çarpıtmaktan başka bir şey değildir. Bu bilgi kirliliği ve manipülasyonlarla virüsün Çin’den önce, 2019’un Kasım ayında Amerika’da ve Ekim ayında ise Amazon ormanlarında yaşayan Yanomami kabilesinde başlattıklarını gizlemeye çalışmaktırlar.
14
Önce Avrupa merkezci milliyetçi virüsle genleriyle oynadıkları faşist kadrolarla insanlığın başına büyük korkunç felaketler yağdırdılar, sonra laboratuvarlarda ürettikleri sunni virüslerle insanlığın başına büyük korkunç felaketler yağdırdılar
Önce 50 yıl boyunca biliminsanlarına(!) Avrupa merkezci milliyetçi ideolojiyi ürettiler. 50 yıl içinde de bu Avrupa merkezci milliyetçi virüsünü ilerde kurulacak olan ulus-devletlerin kadrolarına tek tanrılı musevi din cemaat okullarında genlerine aşıladılar. Bunun yanı sıra açık hava hapishanelerine dönüşen büyük imparatorluklara (Fransa, Osmanlı ve Çar-Rusya İmparatorlukları) karşı halk ayaklanması ve devrimleri harekete geçirip yıkmak amacıyla yedek güç olarak sosyalist ve komünist önderlerin ideolojilerini ve devrimlerini finanse edip kontrollu bir şekilde desteklediler. Amaçları halkı ve devrimcileri imparatorluklara karşı topyekün ayaklandırıp, devrimin o kaos anında cemaat okullarında genlerini milliyetçi virüsüyle aşıladıkları insanlık düşmanı katil kadroları harekete geçirip ulus-devletlerin iktidarını onlara teslim etmekti. İşte önce çağımız en büyük salgın hastalığı olan korkunç milliyetçi virüsle genlerini aşıladıkları vekalet savaşçıları kadrolarla (İttihat ve Terakki ve Nazi) 1. Ve 2. Dünya Savaşları’nda dünya halklarına karşı tarihin gördüğü en büyük korkunç şavaşlarını açarak; bu savaşlarda büyük felaketler, büyük katliamlar, büyük soykırımlar gerçekleştirerek, 70-80 milyon insanı katlettiler. Bir o kadarını da yaraladılar. Bunun yanı sıra dünya nüfusunu azaltmak, çalışmayan „gereksiz kasık düşmanlarını“ yok etmek amacıyla laboratuvarlarda insan vücudunun alışık olmadığı ve doğal olmayan sunni virüsler üretilip insanların üzerine serperek, modern kapitalist sistemde yaşayan insanları daha büyük korkunç felaketlerle karşı karşıya getirdiler.
**
Toplumun en küçük hücresi sayılan aile ve cemaat şeklinde çalışan Rothschild hanedanlığı, 1848’lerde siyonistler’e, „Hasta adam Osmanlı ulus-devletlere bölünecek; dünyanın her yerinde bizim için çalışırsanız 100 yıl sonra size Filistin’de İsrail devletini kuracağız.“ diye söz vermişlerdi. O tarihden sonra siyasi siyonistlerin en güçlü korucuları (Tanrıları) Rothschild Hanedanlığı idi.1890’larda Rothschild’lerle iyi ilişkisi olan ve onların tarihsel projelerini çok bilen Theodor Herzl, sanki kehanetlere sahipmiş gibi 1897 yılında Basel’de yapılan Birinci Siyonist Kongresi’nde, „50 yıl sonra İsrail devleti kurulacak“ diye gelecek hakkında haber veriyordu. Bu haberi yüzlerce yıllık planları olan yüzyıllarımız Sami tüccarları olan Rothschild ailesi’nden almıştı. Sami tüccarları (Rothschild hanedanlığı), 20. yüzyılda Ortadoğu’yu yeniden dizayn ederken saraylarına girdikleri İngiliz ve Fransa devlet organizasyonları eliyle, yüzyıllık planları çerçevesinde Osmanlı İmparatorluğu’nu Alman devleti eliyle zorlayarak savaşa koyup yıkarak; onun hasta virüslü cesedinden uygarlık yıkıcı Türk egemenlik sistemin (daha önce Selanik’te A.M. Türk Milliyetçi virüsü ile yetiştirdikleri) çekirdek kadrosu olan devşirme Türklerle (İttihat ve Terakki’lerle) Anadolu’da yapay-homojen Türk ulus-devleti ileri karakolunu, siyonist kadrolar eliyle de Filistin’de İsrail ulus-devleti ileri karakolunu kurmak istiyorlardı.100 yıllık planların hepsi gerçekleşti. Onlarca yıl önce tarihsel planlarını, genlerini Avrupa merkezci milliyetçi virüsle aşıladıkları kadrolarına broşür-kitapçık ve akademik kadrolarının hazır bulunduğu kongrelerde açıkladılar. 100-200 yıl önce planladıkları Napolyon Savaşları, Birinci, İkinci Dünya Savaşları’nı istedikleri gibi pratiğe uygulayabilsinler diye hemen hemen bütün ulus-devletlerin en seçkin ve aydın kadroların genlerine, yukarda açıkladığımız gibi daha önce biliminsanlarına(!) ideolojilerini ürettikleri ve çağımızın dini olan Avrupa merkezci milliyetçilik virüsünü aşıladılar. Evet, Fransız Devrimi’nden 50 yıl önce kendilerini elit zümreye satmış sözüm ona biliminsanları(!) eliyle her ulus-devlete ayrı ayrı ideolojilerini ürettikleri ve 50 içinde de cemaat okullarında gelecekte ulus-devletleri kuracak olan seçkin kadroların beyin hücrelerine yerleştirilen Avrupa merkezci milliyetçilik, kapitalist sistemin bir hastalığıydı. Ulus-devletlerin resmi ideolojisi olan milliyetçilikle savaşları körüklediler; barış, adalet, eşitlik ve özgürlüğü yok ettiler. Ama çok ilginçtir, çağın korkunç hastalığı olan milliyetçi virüsle yetiştirdikleri kadrolarına, ulus-devletlerin iktidarını teslim edecekleri tarihi dönemeçte, dünya halklarını kandırıp dolandırmak için bu yok edecekleri barış, adalet, eşitlik ve özgürlük şiarlarını attırdılar! Kanlı Fransız Devrimi’nin o kaos döneminde (1789-1799), ortaya çıkan devrimci duruma müdahale eden Fransa milliyetçilerin örgütlendiği Jakobenler Kulübü’dür. Jakobenler’i kaos ve kriz döneminde örnek alan İttihatçılar iktidara gelerek bütün insanlığın başına bela oldular. Dünya faşizmin ataları sayılan İttihatı Terakkicileri (Beyaz Türkler’i); Birinci Dünya Savaşı sonrası, Bolşeviklerle birlikte ortaya çıkan küresel devrimci duruma müdahale etmek amacıyla önce İtalya’da Mussolini’nin Nasyonal Faşist Parti’si (Partito Nazionale Faschista) iktidara gelerek; sonra Almanya’da Hitler’in Nazi Partisi iktidara gelerek takip etti. İttihat ve Terakkiciler için 1909-1910 yılları arası Selanik’deki cemiyetin merkezinde üst üste yapılan kongrelerde Sami tüccarların (Rothschild hanedanlığı) tarihsel plan, proje ve programları çerçevesinde kararlar alındı. O tarihden sonra İttihat ve Tarekki Cemiyeti’in en güçlü korucuları gene Rothschild Hanedanlığı idi. Ve bu hegemonik dış güçlerin tarihsel gizli planları, yani „Türk ulus-devletin sırrı“ olarak geçen kararlar „Kırmızı Kitap“ adında broşür-kitapçık şeklinde basılarak İttihatçıların eline verildi. İttihatçıların ve ardıllarının başvurabileceği rehber kutsal kitabı oldu. Sami tüccarları’n, yani daha somut bir deyimle Rothschild’lerin Türk ulus-devlet sırrlarını İttihatçılara gizlice anlattıkları „Kırmızı Kitap“ta yazılan paragraflardan biri aynen şöyleydi: “Türklerin Millet olabilmesi için; Rumların servet ve sermayelerine el konularak Ege bölgesinden sürülmeleri gerekir. Turana varmak ve birleşmek için yerleşik oldukları alanlarda Ermenilerin ellerindeki varlıkları alınarak temizlenmeleri gerekir. Homojen bir toplumun inşası gayesi ile Alevilerin de (Zerdüşt ve Êzîdîlerin de A.R.) ne olursa olsun katliamlarla Müslümanlaştırılması gerekir. Geniş bir alanda yerleşik ve savaşçı yapıya sahip olan Kürtlerin ise zamana yayılır şekilde Türk unsur içinde eritilmesi gerekir.” O „Kırmızı Kitap“ da yazılanların hepsi ama hepsi son 110 yıldan beri olduğu gibi İttihat Terakkiciler, onların ardılları olan Kemalistler ve onların da ardılları olan Türk milliyetçiliğine İslam ağırlıklı motifler ya da ideolojiyi (Türk-İslam-Sentezi baştan beri zaten vardı) karıştıran yeşil faşizm dediğimiz AKP Hükümeti tarafından pratiğe uygulandı. Rothschild’lerin toplumsal mühendislik projeleri çerçevesinde „Anadolu’da herkesin Türkleştirilerek homojen bir Türk milliyeti yaratmak için“ Ermeniler, Pontus Rumları, Süryaniler, Kürtler katliam ve soykırımlardan geçirildi. Grekler Anadolu’dan çıkarıldı. Kürtlerin katliam ve soykırımları da hâlâ devam etmektedir. Türkleştirme serüveni; milyonlarca Balkan, Kafkas göçmenleri ve yerli halklar İttihat Terakkicilerin zihniyetiyle yetiştirilmiş ırkçı militarist şiddet kullanılarak zorla Türkleştirilip, Sami tüccarları’n toplumsal mühendislik projeleri çerçevesinde devşirmelerden oluşan sunni-yapay bir Türk milliyeti yaratıldı. Bu genleri Avrupa merkezci Türk milliyetçiliği ve siyasi İslam virüsü ile aşılanmış vekâlet savaşçıları eliyle tıpkı Osmanlı sisteminde olduğu gibi Ortadoğu halkları sürekli katliam ve soykırımlardan geçirildi ve geçirilmektedir! İşte böylece ve bu yüzden yüz yıl önce planladıkları „yapay Türklük projelerini“ genlerini Türk milliyetçi virüsü ile aşıladıkları vekâlet savaşçıları eliyle Anadolu’ya yerleştirmiş oldular. Gene onlarca yıl önce tarihsel planlarını, genlerini Musevilik dinin yanı sıra Avrupa merkezci milliyetçi virüsle aşıladıkları siyasi siyonist kadrolarına broşür-kitapçık ve akademik kadroların hazır bulundukları Basel’de 1897’de yapılan Birinci Siyonist Kongre’de, „50 yıl sonra İsrail devleti kurulacak“ diye, Sami tüccarları’n (Rothschild hanedanlığı’n) tarihsel plan, proje ve programları çerçevesinde kararlar alındı. Hegemonik güçlerin gizli planları ve Tevrat’dan sonra İsrail „ulus-devletin sırrı“ olan kararlar „Siyonist Liderlerin Protokolleri“ adında broşür-kitapçık şeklinde basılarak siyonistlerin eline verildi. Protokoller’de yazılanların hepsi son 120 yılda olduğu gibi pratiğe uygulanmıştır. Fakat „Kırmızı Kitap“ ve „Siyonist Liderlerin Protokolleri“ diye bilinen belgeler sahtedir, komplo teorileridir diye hep inkar edip reddediyorlar. Sahte olduğu söylenen „Siyonist Liderlerin Protokolleri“ ilk defa 1903 yılında Rusya’da Znamya Gazetesi’nde yayınlandı. Ondan sonra bütün ülkelerde onlarca baskıları yapıldı. Tevrat’dan sonra insanların en çok okuduğu kitap haline geldi. Sahte olur mu? O zaman Tevrat da sahte! Tavistock Enstitüsü aracılığıyla dünya çapında „bunlar komplo teorileridir. Sahte belgelerdir.“ diye sürekli propagandasını yapıyorlar. Biz de inanalım mı? Ne yazık ki, bu konuda da kamuoyunu manipülasyonlarla kandırıp aldatabiliyorlar. Ama tüm aldatmalarına, inkarlarına, gizlemelerine ve önemsizleştirmelerine rağmen 20. yüzyılda, bu „sahte“ dedikleri belgelerin öngördüğü gibi birçok halk soykırımdan geçirilerek Ortadoğu, Rothschild hanedanlığı’n finansman, plan ve projeleri çerçevesinde İngiliz Kraliyet ailesi eliyle dizayn edilmiş ve Batı uygarlığı’na Ortadoğu’da Türk ve İsrail ileri karakolları kurulmuştur! Hegemonik gizli güçlerle ilişkisini bilmediğimiz için, biz yıllarca hep, „50 yıl sonra İsrail devleti kurulacak“ diyen Theodor Herzl ne büyük kehanette bulunduğunu düşünüyorduk. Nerden biliyordu bu adam? Kimden aldı bu bu bilgileri? Herzl, kehanette bulunacak kadar zeki bir adam değildi. Çünkü Avrupa merkezci milliyetçilik olan Yahudi milletçiliği yaparak birilerinin vekâlet savaşçısı olarak çalışan biri zeki olamaz. Yukarda kimlere çalıştığı hakkında bilgi verdik. Şimdi, ailelerinden bir ferdin ya da doğrudan kendilerinin pek bilmiyoruz, ama aynı süper gizli güçlerle ilişkisi olan ve gelecek hakkında Theodor Herzl gibi kehanetlerde bulunan iki Amerikalı yazarı tanıtacağım size. Adları Sylvia Browne ve Lindsay Harrison. Sylvia Browne ve Lindsay Harrison’nun 2005 yılında piyasa çıkan „Kehanetler/ Gelecekte Sizi Neler Bekliyor 2005-2100” kitabında, yukarda bahsettiğim hegemonik gizli güçlerin planlarını 15 yıl önce aynen şöyle dile getirmişlerdir: „2020'lerde, akciğerleri ve bronşları ciddi oranda etkileyen, tedaviye ise zalimce direnen zatürre benzeri bir hastalığın patlaması nedeniyle ortalıkta ameliyat maskeleri ve plastik eldivenlerle dolaşan çok daha fazla insan göreceğiz. Hastalık hakkında kafa karıştırıcı olan şey ise; bir kış boyunca müthiş bir paniğe yol açtıktan sonra, on yıl içerisinde hem sebeplerini hem de tedavisini gizemli bırakarak tamamen ortadan kaybolması olacak.“ (Sylvia Browne-Lindsay Harrison, Kehanetler/ Gelecekte Sizi Neler Bekliyor 2005-2100, Klan Yayınları İstanbul 2005, s.210)
Bu yazarlar nerden bildiler 15 yıl sonra, “çok sayıda insanların coronavirüsten dolayı sokaklarda maske ve plastik eldivenlerle dolaşacağını?” Tam olarak yılını da tespit edip vererek, hangi yıl bu coronavirüs salgın belasını dünya halkların başına yağdıracaklarını önceden planlamışlar! Demek ki dünyamızı yöneten tanrılarımız bu tufan felaketini başımıza yağdırma karar ve planlarını en az 50-60 yıl önceden almışlar. Coronavirüsü yıllardır biyolojik laboratuvarlarda kıvamına gelecek şekilde geliştiriyorlar da bizim haberimiz yokmuş!
15
ABD’li Dr. Rashid A. Buttar yapılan röportaj Bu yazıyı kaleme aldığımız 21.03.2020 tarihinde, „Coronavirüs felaketini kimler, hangi laboratuvarlarda icat edip insanlığın başına bela ettiğini yıllar sonra gene dürüst ve yeryüzü maskeli tanrılarımıza çalışmayan Amerikalı bilim insanlarından öğreneceğiz, herhalde.“ demiştik. Birçok bilgi kutuları analizlerini birleştirerek, bu virüsü 300’ler Komitesi’nin Soyarıtım Kayıt Merkezi’n laboratuvarlarında üretildiğini yazmıştık. Yanılmadık. Bu kez yıllar sürmedi, yaklaşık bir ay sonra, 28.04.2020 tarihinde ABD’li Dr. Rashid A. Buttar; ABD derin devletin 300’ler Komitesi ile ortak çalışma yapan kurumlar hakkında bazı somut bilgileri medyadan paylaşarak, „coronavirüsün laboratuvarlarda üretildiğini, kapitalist sistemin virüs üzerinden bir korku düzeni oluşturmaya çalıştığını“ söyledi. İşte bildiğini çekinmeden anlatan doktorla yapılan o röportaj. Next News Network televizyon spikeri konuğunu şöyle tanıtmaya başladı: „Bugün çok özel bir röportajımız var. Bunu herkesle paylaşmanızı istiyoruz. Çünkü bunlar genel medyanın görmezden geldiği bilgiler. Bir acil servis doktoru, Bill Gates ve bu sahte salgının arkasındaki bilgileri sorguluyor. Bugünkü konuğumuz Dr. Rashid A. Buttar. Kendisi şu anda üç tıp dernek üyesi. Şu anda California İleri Tıp Kurumu Müdürü olarak çalışmaktadır. Son 20 yıl içinde Amerikanın en iyi 50 doktorundan biri olma ünvanına laik görülüyor. Ve Evinizden doktoru uzak tutmanın dokuz yolu’ kitabı şu anda en çok satılan kitaplar listesinde. Bu hafta Dünya Sağlık Örgütü’n yaptığı sahtekarlıkları konu alan videosu büyük bir ilgi uyandırdı. Bu videodaki konuşmaların amacı; ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi(CDC), Dünya Sağlık Örgütü(DSÖ), Bill Gates ve Amerika’daki derin devletin birlikte yaptıkları ortak çalışmaları su yüzüne çıkarmaktı. Bu hazırladığı videoyu internette milyonlarca insan seyretti. Doktor Bey programımıza hoşgeldiniz.“ Dr. Rashid A. Buttar: „Hoşbulduk, teşekkür ediyorum.“ Spiker: „Geçtiğimiz hafta insanlara yanlış verilerle gereğinden fazla korkuttukları yönündeki komplo teorisini ortaya çıkardınız. Bu hafta Trump yönetimi ve Amerikan Kamu Sağlığı Hizmetleri Birimi Başkanı Jerome Adams da sizinle aynı fikirde olduğunu kabul ettiler. Ve Adams, hem Dünya Sağlık Örgütü, hem ABD Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezleri (CDC), hem de Bill Gates’ın tasarladığı modelleri bırakmaya karar verdiklerini açıkladılar. Beyaz Saray’dan yeni gelen açıklamaya göre Dünya Sağlık Örgütü’n sorumlu tutulacağını ve açıkladıkları verilerin araştırılacağını öngörüyorlar. Doktor Bey, lütfen seyircilerimize bu konuya nasıl vardığınızı ve elinizdeki rakamların neden bu kadar yanıltıcı olduğunu anlatır mısınız.“ Dr. Rashid A. Buttar: „Evet, benim bütün dünyadan hastalarım var ve hastalarım sorular sormaya başladılar. Ben de onlara bu konu ile ilgili sosyal medyada bir video hazırlayacağımı söyledim. Bu yaptığım videoda COVID-19 ile ilgili komplo teorileri hakkında sorular sormaya başladılar. Ben açıklanan bilgilerin çoğunu manasız buldum. Coronavirüs ile ilgili şu ana kadar bizim kliniklerimizde damardan verdiğimiz bir ilaç vardı. Ve salgın başladığında ben sadece elimizdeki stokların dolu olduğundan emin oldum. Fakat araştırmalarımızı derinleştirdikçe, bu virüsün yanılsamalı bir virüs olduğu kanaatine vardım. 2015 yılında Kuzey Caroline Üniversitesinde yapılan ve Doğa dergisinde de yayınlanan bir çalışmadan bahsediyorum. O dönemde Amerikan hükümeti bu çalışmanın durdurulmasını emretti. Şimdi bu konunun ne olduğunu size açıklamak istiyorum. Yanılsamalı araştırma demek? Doğal bir virüsü alıyorsunuz, laboratuvarlarda mutasyona uğratarak genetik yapısını değiştiriyorsunuz ve bu virüse yeni bir işlev kazandırmaya çalışıyorsunuz. Laboratuvarda buna ‘işlem kazandırma çalışması’ adı veriliyor. Bunu şöyle açıklayabilirim: Zaten zarar verme potansiyeli olan bir virüsü alıyorsunuz ve onu mutasyona uğratarak daha kuvvetli, daha dayanıklı, daha zararlı bir hale getiriyorsunuz. Yaptığım araştırmalarda bulduğum SHC-01-4 türü bir coronavirüsü alıyorlar, onu başka bir virüsle karıştırıyorlar, onun üzerine de HIV inşa edici bir başka virüs ekleyerek virüsü daha zararlı, daha hasar verici bir hale getiriyorlar.“ Spiker: „Pardon, çok özür diliyorum ,süzünüzü keseceğim. Doğru mu anlıyorum. Dediğinize göre, Amerika Birleşik Devletleri bu virüs üzerindeki çalışmanın durdurulmasını emretti. Daha sonra ABD Ulusal Alerji ve Bulaşıcı Hastalıklar Enstitüsü Çin’e 3,7 milyon dolar ödedi. Bu deneye orda devam etmeleri için. Yani nerdeyse bu işi Çin’e taşere etti. Doğru mu?“ Dr. Rashid A. Buttar: „Evet, aynen söylediğim de bu. 2014 yılında bir grup toksikoloji (virüs) uzmanı danışman bu işin tehlikeli olduğunu, hasara yol açabileceğini, dolayısıyla durdurulması gerektiğini söylediler; Amerikan hükümeti de bunun üzerine çalışmanın durdurulmasını emretti. Bir salgına sebebiyet verebilir gerekçesiyle bunu durdurdular. Fakat buna rağmen daha sonra (ABD Ulusal Alerji ve Bulaşıcı Hastalıklar Enstitüsü Başkanı Dr. Anthony) Fauci, bu araştırmada kullanılması için önerilen bütçeyi onayladı. Bu konuda bahsederken biraz zorlanıyorum; çünkü o kadar sinirleniyorum ki, bundan bahsederken. Yani bu adam (300’ler Komitesi’nin adamı olan Anthony Fauci. A.R.) sadece kanunları çiğnemedi. Fakat içinde yaşadığımız bu çiğ gibi büyüyen bu problemi bu adam yarattı. 2015 yılında (uygarlık güçlerin yardımıyla A.R.) kanunları deldi; bu araştırmanın devam etmesi için fon yarattı ve araştırmanın sonucunda COVID-19 sıkıntısı başımıza geldi. Ve sonra da 2017 yılında belgelenmiştir. Dr. Anthony Fauci, resmi bir açıklama yaptı ve ‚Bugünkü mevcut yönetim bir salgın hastalıkla baş etmek zorunda kalacaktır.’ dedi. Yani nasıl oldu da Fauci 2017 yılında birkaç yıl sonra, ilerde 2019, 2020 yılında böyle bir sorunla karşılaşacağımızı, böyle bir dertle uğraşacağımızı bilebildi? Yani siz, üç gün sonra borsada ne olacağını tahmin edemiyorsunuz. Bu adam nasıl oldu da bir salgın hastalığın çıkacağını öngörebildi? Onun ağzından çıktığı söylüyorum, kelime kelimesine. Bu adam aynen ‚Bugünkü Cumhurbaşkanı bir salgın hastalıkla baş etmek zorunda kalacak.’ diye söyledi. Yani sen kanunları del, hem vatandaşların vergilerinden çıkartılan fonlarla böyle bir araştırma destekle ondan sonra da gündemi karıştır, Çin’den geldi diye. Şu aşamada bu virüs Çin’de mi üretildi, Çinde mi serbest bırakıldı, Amerika’da üretilip Çin’e mi gönderildi, bunlar önemli değil. Burda önemli olan Amerikan (kapitalist) sistemin bu suça ortak olmuş olmasıdır. Bunu fırsat olarak gördüler. Şimdi de tüm mali sistemi kapatmış durumdalar. Yani bu yalana bile bile göz yumuldu. Şimdi diyorlar ki, aranızda bir buçuk metre mesafe olması lazım. Bir buçuk metre seyahat edecek bir virüs yoktur. O yetmedi, şimdi üç metre demeye başladılar. Bunlar tamaman yanlış bilgiler. Şimdi Amerikan Kamu Sağlığı Hizmetleri Birimi Başkanı çıktı ve bir açıklama yaptı. Ve dedi ki: „Bill Gates’in anlattığı, Fauci’nin anlattığı ve bu Dünya Sağlık Örgütü’nün kurguladığı yöntemi artık takip etmeyeceğiz ve eldeki gerçek rakamları inceleyip bu rakamlar üzerinden yeni model ile çalışmaya başlamamız lazım“ dedi. Fakat medya ise bu açıklamayı tamamen görmezden geldi. Bu açıklamayı göz ardı eden medya, hâlâ 2022’ye kadar karantinada kalmamız lazım benzeri hikâyeler anlatıyor. Bir buçuk yetmez, üç metre aralıklarla sokaklarda dolaşmamız gerekiyor diyorlar. Öyle bir saçmalık yok. Bu bir yalan. Dünya üzerinde yaşayan hiçbir bakteri, hiçbir virüs bir buçuk metre zıplayamaz. Bu yalan. Lütfen tıbbın, bilimin makul prensiplerine bakarak konuşalım. Ama beni asıl kızdıran, asıl sinirlendiren nedir biliyor musunuz? Piyasada on binlerce doktor var ve bunun bir düzenbazlık, sahtekarlık olduğunu biliyorlar ama hiçbir şey söylemiyorlar. Bunlar ya tıp camiası tarafından aforoz edilmekten korkuyorlar ya da hükümet bunların lisanslarını iptal edecek diye korkuyorlar. İnanamıyorum! Bu olay tüm dünyanın gidişatını değiştiriyor. Bu konuda uzmanlığı olan bütün doktorlar, bütün bilim insanları ağızlarını açıp artık konuşmaları gerekiyor. Bilgilerini paylaşmaları gerekiyor. Şu anda bilim, ilim tamamen yok sayılıyor. İnsan fizyolojisinin nasıl çalıştığı noktasında en temel prensipler resmen ihlal ediliyor, görmezden geliniyor. Viroloji, salgın hastalıklar, toksikoloji hakkındaki tüm temel bilgiler çöpe atılıyor. Bunun üzerine testler yapılıyor. Biz bu testlerin doğru olmadığını biliyoruz. Testlerde mikrobu taşımayan insanlar pozitif çıkıyorlar. Burada kullanılan test protokolü zincirleme reaksiyon testi. Bu test modeli 1980’lerde geliştirildi ve testi geliştiren, tasarlayan bilim insanları, bu test tanı aracılığıyla kesinlikle kullanmamak gerektiğini çok net bir şekilde belirttiler. Bu test, genetik dizimi hali hazırda tanımlanmış virüsler için tasarlanmış bir test, tanım yapmak, teşhis koymak için değil. Bu, ölü sayısını yüksek göstermek için kullandıkları bir strateji. Bununla da tatmin olmuyorlar. Doktorlara, hemşirelere baskı yapıyorlar. Hastaların sertifikalarındaki ölüm sebeplerinin COVID-19 olarak değiştirilmesi yönünde yapılıyor bu baskı. Bu da yetmiyor, tıbbı profesörlere, doktorlara direktif veriyorlar. Benim de daha yeni böyle bir direktif geçti elime: ‘Eğer hasta şu, şu semptomlardan dolayı ölmüşse sertifikasına COVID-19 yazılacaktır’ diye. Şimdi medyada çıkan görüntüleri takip ediyorsunuz. Farklı ülkelerde, farklı hastanelerden görüntüler geliyor. Aynı görüntüler. Aynı görüntüleri kullanıyorlar. Aynı insanların ölüm görüntülerini farklı yerlerde bir daha, bir daha görüyorsunuz. Mankenler kullanıyorlar görüntülerde...Dikkatlı bakarsanız görürsünüz. Ambulanslar boş oturuyor, hemşeriyeler boş oturuyor. Sürekli bir korku gündemi pompalanmakta medya tarafından. Korku, korku, korku... Bu kadar korku adrenelin miktarini yükseltiyor, vücuttaki stresi yükseltiyor. Bu kadar korku stresi yükselttiği zaman bilin bakalım ne oluyor? Vücudun bağışıklık sistemi zayıflamaya başlıyor. Bağışıklık sistemi zayıflamaya başladığı zaman her türlü virüsü ve bakteriye karşı daha savunmasız hale geliyoruz. Şimdi bakın, ortalıkta illüzyon geziyor. İnsanlar COVID-19 sebebiyle ölüyorlar, diye. Fakat şu ana kadar bir kişi ölmüş değil COVID-19 yüzünden. Tıbbı literatürde bir virüsün bir insanın ölümüne sebep olmasının adım adım izlenen bir metodu, bir yöntemi var. Tamamen bire bir sadece COVID-19 yüzünden ölmüş bir tane hasta yok. Bu tıbbı olarak henüz kanıtlanmamış. Şimdi biraz gerilere gidelim. 1984’den 2018’e kadar resmi bir ton araştırma var. Bu araştırmaların hepsi şunu gösteriyor. Bir aşı olduğunuz zaman, bildiğiniz grip aşısı yaptığınız zaman bu aşının içeriği senin vücudunun içerisinde dolaştığı sürece, yapılan testte COVID-19 pozitif çıkarma ihtimalı çok yüksektir. Şu anlamak istiyorum: COVID-19 yüzünden öldüğü belgelenmiş insanları alalım, bakalım bunların içerinde kaç tanesi geçtiğimiz on sene içinde bu bahsetttiğim grip aşılarından olmuş. Araştırmalar çok net gösteriyor. Eğer aşı olmuşsan COVID-19’da pozitif çıkıyorsun. İnsanların ölüm sebepleri COVID-19 olduğu algısını yaymaya çalışıyorlar. Televizyonda görüntüler dolaşıyor. Daha yeni televizyonda bir hemşireye ile röportaj yaptılar: Hemşire, ‚Ne olur bana bir maske bulun da hastaneye döneyim, çalışmaya devam edeyim.’ diyordu. Sonra ortaya çıktı ki, bu kadın son bir buçuk senedir hiçbir hastanede çalışmamış. Eski bir hemşire, sosyal medyada kullandıkları bir manken. Şu günlerde piyasaya baktığınız zaman yalan beyan saptırılmış haber o kadar çok ki!... İnanamıyorum. Kulaklarıma inanamıyorum. Gördüklerime inanamıyorum. ”
16
300’ler Komitesi önce Amazon Ormanlarında yaşayan Yanomami kabilesinde denedi Beyaz adamın -İspanya Kraliçesi İsabella- sarayına girip, araç olarak kullanacakları Musevi ve Müslümanları oradan Kraliçe’nin şiddetini kullanarak kovan ve bir kısmını da Kristof Kolomb’un gemilerine bindirerek Sami tüccarları’n tarihsel plan, proje ve programları çerçevesinde 1492’de Amerika’yı işgal etmeleriyle birlikte başlayan doğa ve insan katliamları; Aztek ve Maya uygarlıklarını yaratan Kızılderili yerli halklar yüzyıllar boyu Avrupa’dan getirilen paralı orduların içinde yer aldıkları savaşlar ve salgın hastalıklarla yok edildiler. “Size özgürlük ve uygarlık getireceğiz” diyen barbar ve canavar Sami tüccarları’n vekâlet savaşçısı olan beyaz adamın dünyayı, doğayı ve insan topluluklarını katliam, soykırım ve savaşlarla yok eden barbarlığından arta kalanların bir kısmı fersah fersah “uygarlıkları”ndan uzaklaşıp Amazon ormanları içine çekildiler. Hiçbir şeyi dışardan satın almayarak, tarlalarını kendileri ekip biçerek, bağ bahçelerini, bostanlarını kendileri ekip biçerek, doğayla iç içe yaşamaya devam etmek amacıyla yüzyıllardır Amazon Ormanları içine çekilmiş, “uygarlık” denen barbarlıktan kendilerini izole etmiş, ana ile çocuk gibi doğayla kucak kucağa yaşam sürdüren Yanomami kabilesi, barbar Sami tüccarları’n vekâlet savaşlarını yürüten beyaz adamın barbarlığından kurtulamadı. Çünkü laboratuvarlarda üretilen coronavirüs Ekim (2019’da) ayı başında önce onlarda denendi. 300’ler Komitesi’nin başkanı sayılan İngiliz Kraliyet ailesi’nden “Kraliçe Viktorya tarafından Afrika, Amerika ve Ortadoğu yerlilerine karşı yürütülen kanlı savaşlar aslında British East India Co.’nun (Kraliyet ailesine ait bir şirket) Çin afyon ticaretinden kazandıkları kirli paralarla finanse edilmiştir.”(Kaynak: Dr. John Coleman, 300’lı Komitesi) Buna Rothschild’lerin finansal yardımlarını eklemek gerekir. Çünkü Avrupa’nın Çin ve Asya ülkelerine yaydıkları uyuşturucu ve silah kaçakçılığını yaparak zenginleşen ve ara sıra bu kirli ve yasal olmayan ticaretleri için ve Sami tüccarları’n planlayıp çıkardıkları savaşlarda katliam, soykırım ve cinayetler işleyen gangster katil, insanlık suçu işlemiş zengin ailelerin yerleştikleri Amerika’da bugün oranın en zenginleridir. Sami tüccarları’n bir alt kurumu olarak çalışan 300’ler Komitesi’nde yer alan ve bugün Amerika’nın en saygın ve zengin aileleri bu salgın virüsleri üretip icat eden Soyarıtım Merkezi, Cold Spring Harbon Bilim Merkezleri, Bill ve Melinda Gates Vakfı üzerinden finanse etmektedirler. Evet, Güney Amerika’da Brezilya ülkesinin Amazon Ormanlarında, “modern kapitalist uygarlıktan” tümüyle ilişkisini kesmiş, Aztek ve Maya uygarlıklarını yaratanların bugünkü torunları olan Yanomami adlı bir kabile yaşıyor. 300’ler Komitesi, onların yaşadığı toprakların altın ve elmas kaynaklarına, Güney Afrika halkı Boer toprakların altın ve elmas kaynaklarına (Aynı gizli güçler Ortadoğu için planladıkları kanlı savaşlarını, katliam ve soykırımlarını yürütmek amacıyla Türkiye’de iktidara getirmiş oldukları AKP hükümeti eliyle Kazdağları’ndaki altın madenleri için ve Kanal İstanbul Projesi ile orman ve çevreyi talan etmeye başlamıştı.) İngiliz ordularıyla, Kürdistan toprakların petrol kaynaklarına İngiliz, Fransız ve barbar Türk işgalcılarıyla el koydukları gibi el koymak ve dünya nüfusunu azaltmak amacıyla laboratuvarlarda icat ettikleri virüsü önce onlarda denediler. Yanomami kabilesi, Ekim ayın başında COVİD-19 coronavirüs saldırısına uğradıklarında, önce bu salgın hastalığın çok saygı duydukları en bilgili yaşlı insanlarını alıp mezara götürdüklerinde sessiz kaldılar. Brezilya Sağlık Bakanlığı’na bildirmediler. Zaten “uygar” olduklarını söyleyen devletlere güvenmiyorlardı, ilişkileri de yok denecek kadar az olduğu için her şeyi devletle paylaşmıyorlardı. Fakat dört beş ay sonra salgın hastalığı gençleri de alıp mezara götürmeye başlayınca artık çaresiz kaldılar. Zorda kalınca en son genç bir kadın hastalarını Brezilya hastahanesine götürmek zorunda kaldılar. 15 yaşlarındaki hasta bir Yanomami kadını Roraima eyaletinin başkenti Boa Vista Genel Hastanesi’ne götürüp yatırdıklarında, bu salgın hastalığın “20 Aralıkta 2019’da Çin’de göründüğünden beri bütün dünya halklarını tehdit ettiklerini” yeni öğrendiler. (Yanomami kabilesinden 15 yaşındaki bir kadının coronavirüse yakalandığını haber yapan Brezilya’daki Infobae Gazetesi haberi yazının en son bölümüne verilmiştir.) Yanomami kabilesi, „Aralık ayı sonunda Çin’de başladı” denilen salgın hastalığının, iki buçuk ay önce, Ekim ayı başında, önce kendi kabilelerinde göründüğünün farkına o zaman vardılar. Dünyada olup biten olayları öğrenir öğrenmez şok geçirdiler ve bütün insanlığı tehdit eden bu salgın hastalığını bilinçli bir şekilde laboratuvarlarda üretip insan toplulukların üzerine yağdıran yeryüzü Tanrı’larımıza öfkeleri büyüdü. Zulme uğruyan kulunun bedduasını işiten gökyüzü Tanrı’larımız korkularından tir tir titremeye başladılar. İlk kez 1 Nisan 2020’de olmak üzere, üç kez acil olarak üst üste Brezilya Sağlık Bakanlığı’na müracaat ettiler ve kimlerin bu salgın hastalığını önce kendilerine bulaştırdıkları konusunda yardım istediler. Üç başvurudan sonra Brezilya Sağlık Bakanlığı konuyu yerinde araştırıp incelemek üzere balta girmemiş, doğal güzellikleriyle ünlü Amazon Ormanları içinde yaşayan Yanomami kabilesine bir sağlık ekibini yolladı. Kabile sözcüleri sağlık ekibindekilere diyorlar ki: “Ekim ayı 2019’da, bizim saygı duyduğumuz büyüklerimiz, bilgili birçok yaşlılarımız öldü.” Ekim 2019’da ölen yaşlıların mezarları sağlık ekipleri tarafından açılıp otopsi yapılıyor. Otopsi araştırma raporuna göre: Ekim ayında ölen yaşlılar gerçekten coronavirüs salgından dolayı ölmüşler. Çok doğal yaşadıkları için mi denense, aradan 5 ay geçmesine rağmen karın kısmı çökmüş çürümüş, ama kemiklerinde hâlâ etler var. İlginç olan şey!.. Sanki beyin-nen ölmüşler ama birçok vücut hücreleri ve bakteriler hâlâ yaşıyor. Ve ölmüş yaşlıların vücutlarında coronavirüs de hâlâ yaşıyor... Bu görülmemiş bir şey!.. Normal bir virüs 5 ay gibi uzun bir süre içinde mezarda yaşayamaz. Bu normal bir virüs değil. Otopsi araştırma raporunu okuyan Brezilya Sağlık Bakanı yetkilileri de açıklama yapmak zorunda kaldılar: Yanomami kabilesinde görünen coronavirüs olayından yaklaşık iki buçuk ay sonra, yani Aralık sonunda Çin’in Wuhan şehirinde göründüğü zaman bize, ‚Coronavirüsün vahşi hayvan pazarında satılan yarasadan insanlara geçtiği’ söylendi. Biz buna inanmıyoruz. Bu yeni bir şey. Normal bir virüs değil. Laboratuvarlarda üretilen bir virüs.“ Brezilya Sağlık Bakanlığı Luiz Henrique Mandetta, 8 Nisan 2020 tarihinde konu ile ilgili şöyle bir açıklama yapıyordu: “Bugün Yanomami arasında çok endişe verici bir (virüs) vakayı doğruladık. Yanomami kabilesinden olan bir gencin Brezilya'daki coronavirüs salgınına yakalanan Amazon etnik grubunun ilk üyesidir.“ Sonuç: Bill Gates 2015 yılında, ilerde 5-10 yıl sonra, 2020 yılında böyle „yüksek derecede hızlı yayılan bir virüs“ sorununla karşılaşacağımızı, böyle bir dertle uğraşacağımızı nasıl bilebildi? Yeryüzü Tanrı’larımıza çalışan bu adam nasıl oldu da bir salgın hastalığın çıkacağını yıllar önceden öngörebildi? Demek ki, kurduğu vakfı ile dünya zenginlerinden toplanan paraların oluşturduğu dev bütçenin dağıttığı fonlarla kötü Tanrı’ların araştırma projelerini finanse eden bu adamın onların planlarından haberi var! ABD Ulusal Alerji ve Bulaşıcı Hastalıklar Enstitüsü Başkanı Dr. Anthony Fauci 2017 yılında, „Bugünkü mevcut yönetim bir salgın hastalıkla baş etmek zorunda kalacaktır.“ diyerek ilerde, 3 yıl sonra denetimindeki Yüksek Güvenlikli BSL-4 laboratuvarlarda üzerinde çalıştıkları tehlikeli bir virüs „sorununla karşılaşacağımızı ve böyle bir dertle uğraşacağımızı nasıl bilebildi?“ Yeryüzü Tanrı’larımıza çalışan bu adam nasıl oldu da bir salgın hastalığın çıkacağını yıllar önceden öngörebildi? Demek ki, kamu görevini kötüye kullanarak Yüksek Güvenlikli BSL-4 laboratuvarlarda kötü Tanrı’ların projeleri çerçevesinde tehlikeli bir virüs üzerinde çalışan vekalet savaşçısı Fauci’nin onların planlarından haberi var! Peki, Sylvia Browne ve Lindsay Harrison’nun 2005 yılında çıkan „Kehanetler“ kitabında, „2020'lerde, akciğerleri ve bronşları ciddi oranda etkileyen, tedaviye ise zalimce direnen zatürre benzeri bir hastalığın patlaması nedeniyle ortalıkta ameliyat maskeleri ve plastik eldivenlerle dolaşan çok daha fazla insan göreceğiz.“ diyen bu Amerikalı yazarlar nerden bildiler 15 yıl sonra, “çok sayıda insanların coronavirüsten dolayı sokaklarda maske ve plastik eldivenlerle dolaşacağını?” Bütün burlar tesadüf olamaz. Kötü Tanrı’larımızın planlarının ayrı ayrı kişiler tarafından anlatılan parçalarıdır. Biz bu parçaları birleştirdiğimizde karşımıza şu çıktı: Kapitalist sistem özellikle son 150 yıl içinde adeta canavarlaştı. Altın ve para gücüyle toplum üzerinde denetim mekanizmalarını daha da artırmak, artı değerle kârlarını sürekli artırıp küresel sömürülerini geliştirmek amacıyla hayvanların ve insanların bütün yiyeceklerini zehirlediler. Soluduğumuz havayı kirlettiler. Şimdi çoğumuz daha 60-70 yaşına varmadan ya kanser hastalığından ya da solunum yetmezliğinden ölüyoruz. insanların genleriyle oynadılar. Çevrenin, doğanın evrimi ve dengelerine müdahale ettiler. Son yüzyılda tarihin hiçbir döneminde görülmemiş yöntemlerle sürekli savaşları, katliamları, soykırımları, atom bombalarını, kimyasal silahları yaşattılar insanlığa. Birinci Dünya Savaşı’nda insanların üzerine atom bombasını atan uygarlık güçleri, coronavirüs ile artık biyolojik silahlarla insanları öldürme çağına geçtiler. Böylece kapitalizm, hiçbir insanlık değerine bağlı olmayan çok ahlaksız, baskıcı bir düzen ve kendini binbir hile, yalan, savaş, kriz, soykırım, salgın hastalıkları, atom bombası, kimyasal ve biyolojik silahlar gibi araçlarla toplum üzerinde Tanrı’nın şaklayan kırbacı gibi tutan bir -Tevrat’ta anlatılan Leviathan- canavar olduğunu coronavirüs günlerinde bir kez daha gözler önüne sermiştir. Toplumun binlerce yıldır yarattığı ekonomi ve kültür zenginliği üzerine kurulup baskı, sömürü, yağma ve talan yolunu seçtikleri için; Arabistan çöl merkezci semavi dinleri ve ulus-devletlerin çağımızdaki dinleri olan Avrupa merkezci milliyetçilikle Tanrı’sallık (ulus-devletin yeryüzüne inmiş Tanrı’sallığını) taslayarak; doğayı, çevreyi kendileri gibi canlı ve kutsal görerek koruyan, doğayla iç içe, ana ile çocuk gibi kucak kucağa yaşam sürdüren erdemli toplumları barbar ve ilkel görün, aslındaysa kendileri barbar ve canavar olan uygarlık güçleridir.
17
Brezilya’daki Infobae Gazetesinin haberi: Brezilya’daki Infobae Gazetesinin haberi: „12 Nisan 2020 Pazar AMERİKA ARJANTİN TRENDLERİ SPOR En son haberler /Venezuela krizi / Coronavirüsü Brezilya, coronavirüs bulaşmış ilk Yanomami yerli kadını doğruladı. Sağlık Bakanı Luiz Henrique Mandetta Çarşamba günü yaptığı açıklamada, „Yanomami’den bir gencin Brezilya’daki coronavirüsüne yakalanan bu Amazon etnik grubunun ilk üyesi olduğunu“ söyledi. Bir basın toplantısında Mandetta, „Bugün bizim için büyük bir endişe kaynağı olan Yanomami arasında doğrulanmış bir (virüs) vakamız vardı.“ 15 yaşındaki hasta, Roraima eyaletinin başkenti Boa Vista Genel Hastanesi'nin yoğun bakım ünitesinde tedavi edilmektedir (kuzey, Venezuela sınırında), Özel Yerel Sağlık Bölgesi (Dsei), Bakanlığa bağlı sağlık bölgesi. Bu yeni olayla, O Globo gazetesine göre, Brezilya’daki en az yedi yerli halkın bulaşması doğrulandı. Orijinal bir topluluktaki ilk COVID-19 vakası 1 Nisan’da kuzey Amazon eyaletinde bildirildi. Pozitif testi yapan bir halk sağlığı doktorunun personeli olarak çalışan 20 yaşındaki genç bir Kokama idi. Bakan, yetkililerin „helikopterle insanları“ daha donanımlı tıp merkezlerinde onlara bakmak için topluluktan çıkardıklarını söyledi. Ancak, toplulukları virüsün yayılmasından korumakta zorluk çektiğini itiraf etti. „Halkın köye girişini uzun zaman önce kapattık, ama ne yazık ki ... bazen yerli halk herhangi bir izolasyonla köyün dışında kalmak istemiyor ve geri dönüyorlar.“ dedi. „Bu son derece karmaşık ve onlara yardım etmek için tüm ekiplerle birlikteyiz.“ Brezilya’da yaklaşık 27.000 üyesi olan Yanomami, 1970’lerde bölgedeki yerleşimciler tarafından yayılan hastalıklar ve altın madencilerinden kana susamış istilalar yüzünden diğer etnik gruplar gibi yok edildi. Mandetta geçen hafta yaptığı açıklamada, „bu toplulukların ithal virüslere karşı tarihsel savunmasızlığı göz önüne alındığında, ekibi için ‚yerli sağlığın önemli bir endişe kaynağı’ olduğunu“ belirtti.
Yetkili, „Bu topluluklarda, özellikle çok az bir birlikteliği ve çok az ilişkisi olanlarda üç kez dikkatli olmalısınız,“ diye uyardı diğer insan gruplarını.
Avrupalı yerleşimciler tarafından ithal edilen hastalıklar Amerika’nın yerli nüfusunun % 95’inden fazlasını azalttı.
Amazon eyaleti, ülkedeki en yüksek vaka indeksine sahiptir -100.000 kişi başına 19.1 vaka ile- ve Sao Paulo eyaletinden
sonra en yüksek ölüm oranına sahip ikincisidir.
val / js / gma /Infobae
Not: Bu yazı kısaltılarak azad-roni.com sitesinde yayınlanmıştır.
Azad Roni
21.03.2020
Son güncelleştirme: 17.06.2020
Yararlanılan Kaynaklar:
* Gordon Thomas’ın MOSSAD Gizli Tarihi, Koridor Yayınları, İstanbul 2012
* Henry Morgenthau, Büyükelçi Morgenthau’nın Öyküsü, Belge Yayınları, İstanbul 2005
* Immanuel Wallerstein, Dünya-Sistemleri Analizi, bgst Yayınları, İstanbul 2018
* Addullan Öcalan, Ortadoğu’da Uygarlık Krizi ve Demokratik uygarlık Çözümü, Mezopotamya Yayınları, Neuss 2010
* Ilgaz Zorlu, Evet, Ben Selanikliyim / Türkiye Sabetaycılığı, Belge Yayınları, İstanbul 4.baskı 1998
* Dr. John Coleman, Rothschild Hanedanlığı Destek Yayınları, İstanbul 2017
* E. Xemgin, Küdistan Tarihi, Agri Verlag, Köln 1992
* Roger Garaudy, İsrail, Mitler ve Terör, Timaş Yayınları, İstanbul 2019
* Haham Moshe Menuhin, Zamanımızda Yahudiliğin çöküşü, 2969
* Sümerli Ludingirra’nın Yaşam öyküsü, Tablet 10
* Tevrat, Çıkış, Bap 23
* Yahudi Tarihi ve Siyonist Liderlerin Protokolleri
* Rothscild’lerin Türk ulus-devlet sırrı: Kırmızı Kitap
* Dr. John Coleman, Das Komitee der 300, J-K-Fischer-Verlag, Gelnhausen Hailer 4. Auflage 2018
* Haluk Gerger, ABD-Ortadoğu-Türkiye, Ceylan Yayınları, İstanbul 2006
* Sylvia Browne-Lindsay Harrison, Kehanetler/ Gelecekte Sizi Neler Bekliyor 2005-2100, Klan Yayınları İstanbul 2005
* Infobae Gazatesi, 12.04.2020