Cenazelerinizde Arabistan çöl Tanrı’ların kitaplarını okumayın!

Evet, bugün Berlin’deki Cemxanê’de Munzur Çem ile vedalaştık. Onu Dêrsim’li Daimi ve birçok yazar, şair ve bilim insanları gibi türküler söyleyerek uğurladık. Duygusal, özgürlük ve barış şarkıları söyleyerek uğurladık. Anılarını, düşüncelerini, söylediklerini, kitaplarını, resimlerini film şeridi gibi gözlerimizin önünden sekerek, dia gösterisi yaparak ve helâllaşarak Haq'qa uğurladık. Üzerinde Arabistan çöl Tanrı’ların kitapları olan ne Tevrat, ne İncil, ne de Kuran okunmadı. Bu demek oluyor ki, artık toplumu aydınlatan yazarlarımızın, sanatçılarımızın, aydın ve bilim insanlarımızın cenazelerinde Arabistan çöl merkezci tek Tanrı’lı gerici semavi dinlerin kitapları olan Tevrat, İncil ve kuran okunmayacaktır. Bu büyük bir gelişmedir.

Siyasal İslamın Afganistan, Pakistan, İran, Irak, Suriye, Arabistan ve Türkiye gibi İslam ülkelerini getirdiği gericiğin hortlandırdığı toplumsal hastalık bataklıklarını bir iyice görün. Son otuz yıldır Refah Partisi ve onun devamı olan AK Partisi’nin siyasal İslam ile Türkiye’de gericiliği hortlandırdığını, azınlıklara, Alevilere saldırıların arttığını, kadınlara ve çocuklara tecavüzlerin taban yaptığını, bu ülkenin Afganistan ve İran gibi şeriat düzenine doğru gittiğini iyi görün ve buna Arabistan çöl merkezci gerici semavi dinlerine karşı tavır alarak gericiliğe dur diyebilirsiniz!..

En iyi ve köklü  yanıt da, cenazelerinizde Arabistan çöl Tanrı’ların kitapları olan Tevrat, İncil ve Kuran’ı okutmayın! Okutursanız, Sami halkların gerici, cihatçı linç kültürünü, örf ve adetlerini, insanlık düşmanı kıskanç çöl Tanrılarını, adam öldürmüş peygamberlerini, işgallerini, sömürülerini, siyasi doktrinli dinlerini, kadın ve çocuklara tecavüzlerini, sapkın hastalıklı kabile milliyetçiliğini kabullenmiş oluyorsunuz. Bu kitapların hiçbirisi evreni ve dünyayı yaratan ve içimizde inandığımız gerçek Haq’dan, yani Tanrı’dan gelmemiştir. Sümerler’den çalınan, yozlaştırılıp değiştirilerek kendilerine mal edilen mitos, efsane ve hikâyelerdir. Sami tüccarları, Akadlar’dan beri Sümerlerin peygamber adlarını değiştirerek, mitos, efsane, destan ve hikâyelerini çalmakta uzmanlaşmış toplumsal mühendislerdir. Bu yüzden çocuklarınızı tek tanrılı Semavi din derslerine ve kurslarına göndermeyin. Hem tecavüz ederler, hem de size düşman ederler!.

Bunu çok önemli nedenlere dayanarak söylüyoruz.

MÖ. 2000 yıllarında Hurriler’in Goş aşiretinden olan ve aşiret tapınaklarında Güneş Tanrı’sı dışında bütün putları kırdığından dolayı Nemrud tarafından atıldığı ateşte, bugünkü Kürtlerin önderi Abdullah Öcalan (takma adı Apo) gibi Kürtler çevresinde bedenlerinden bir ateş çemberi oluşturdukları için yanmayıp kurtulan Brahim’i (asıl ismini tarihçiler ateşten gelen Huşeng olarak bilirler. Brahim, Huşeng’en takma adıdır.) 1500 yıl sonra (Babil sürgününden sonra yazılan Tevrat'ta) İsrailoğulları „Abrahim“ diye değiştirip ataları yaptılar. 2500 yıl sonra Araplar Brahim’in önüne „İ“ harfini ekleyerek İ-brahim diye Hurrili Brahim’in ismini değiştirip Sami halkların ataları yaptılar. Ve onun düşencelerini, fikirlerini çarptırıp yozlaştırdılar. Siyasi, ekonomik ve sömürgeci çıkarları için kullanıp Mezopotamya’nın topraklarını ve yönetimi ele geçirmek amacıyla kullandılar ve kullanmaya devam ediyorlar.

Sami tüccarların hahamlarına yazdırdığı Tevrat, İsrailoğulları’n toplumsal beyinlerini yüzlerce, binlerce düşünce ve travmalarla (vahiylerle) kotlamıştır. Bu kotların birileri tarafından kendi siyasi, ekonomik ve sömürgeci çıkarları için beyinlerine kotlandırdığının farkına varmadan, onlarla yüzleşmeden, helâllaşıp kurtulmadıkları sürece İsrailoğulları bir 3 bin yıl daha Tevrat’ın onlara gösterdiği Mezopotamya toprakları ve yönetimi için komşularıyla hep savaş halinde olacaklar ve bunları onlara yaptıranlar da onlara hep katliam ve soykırım yaparak korkutacaklardır. Çünkü korku, endişe, ruhi bunalım, soykırımlar gibi büyük travmalar olmadan bunları İsrailoğulları’na yaptırmaları mümkün değil. Yüzleşmedikleri sürece bu kısır döngü böyle sürüp gidecektir.

Kotlamalardan biri şöyle:

„Sınırlarınızı Kızıldeniz’den Filistin Denizi’ne, çölden Fırat Irmağı’na kadar genişleteceğim. (İşgal edeceğiniz. A.R.) Ülke halkını elinize teslim edeceğim. Onları önünüzden kovacaksınız. (Filistin’in yerlilerini nasıl kovuyorlar? A.R.) Onlarla ya da ilahlarıyla antlaşma yapmayacaksınız. Onları ülkenizde barındırmayacaksınız. Yoksa bana karşı günah işlemenize neden olur. İlahlarına taparsanız (Tanrılarına taparsanız, kültürlerine inançlarına geçerseniz. A.R.) size tuzak olur.“ (Tevrat, Çıkış, Bad 23)

Beyinlerine kazılan kotlamalardan biri de şöyle:

„O gün Rab Abrahim ile antlaşma yaparak ona şöyle dedi: ’Mısır Irmağı’ndan büyük Fırat kadar uzanan bu toprakları –Kenilerin, Kenizzilerin, Kadmonilerin, Hititlerin, Perizzilerin, Refaların, Amorilerin, Kenanların, Girgaşilerin ve Yevuslilerin topraklarını- senin soyuna vereceğim.’“ (Tevrat, Tekvin, Bad 17)

Tevrat’ı okuyup ona sahiplenen İsrailoğulları’nın beyinleri bu şekilde kotlanmıştır.

„Kutsal Kitaplar“ın bu sözleri ve kotlamaları sözde kalmıyor.

Beyni Tevrat’la kotlanan General Moşe Dayan 10.08.1967 tarihinde, Jerusalem Post Gazetesi’ne şöyle konuşuyordu:

„Bizler Tevrat’a sahipsek, bizler kendimizi Tevrat’ın halkı olarak görüyorsak, Tevrat’ta vaad edilen bütün topraklara sahip olmak zorundayız.“ (Roger Garaudy, İsrail, Mitler ve Terör, Timaş Yayınları, İstanbul 2019, s.33)

Bir tek General Moşe Dayan değil, tarih boyunca beyinleri Tevrat’la kotlanan bütün İsrail yöneticileri, siyonistler, hahamlar böyle düşünüyor. Bunlar, en elit, en zengin, en gerici, en barbar ve katil kabile reisleri olan Sami tüccarları’n parasız vekâlet savaşçıları olduklarının farkında değiller. Çünkü Sami tüccarlar henüz İsrailoğulları ve Araplar tarih sahnesine çıkmadan 4 bin yıl önceden, yani Sümerler’den  beri Mezopotamya’nın topraklarını ve yönetimini ele geçirmek istiyorlardı. Bunu Akad ve Asur devletleriyle gerçekleştirmeye çalıştılar, olmadı. 3 bin yıl sonra Tevrat ve Kuran’a yerleştirdikleri kotlamalarla İsrailoğulları ve Arapları parasız vekâlet savaşçıları olarak kullanarak gerçekleştiriyorlardı.

Sorunu böyle Sümerler’den tarihsel derinlemesine; Sami tüccarları'n yüzyıllar boyu göç saldırıları düzenleyip şehir beyliklerini yağma ve talan ettikleri Sümerlilerle olan savaş ve kültürel ilişkileri etraflıca ele almadan ne Musa, musevilik sorunu, ne İsrail sorunu, ne siyasi siyonizm sonunu, ne de İslam ve Arap sorunu anlaşılmaz.

Tevrat’ta Abrahim adına hikâyeler uydurdular: Onu Hurrilerin ülkesi olan Ur kentinden Harran’a; Harran’dan, Kenan’a götürüyorlar. Orda kuraklık oluyor, Kenan’dan alıp Mısır’a götürürken, Abrahim’ karısı Saray’ı “kızkardeşim diye“ Mısır Firavun’una satarak pezevenklik yapıyor. Herhalde böylesi pezevenklik olayları hâlâ o gerici Sami kabilesinde yaşıyor olmalı ki, ya da o kabile kabulleniyor olmalı ki, bu kotlamayı doğalmış gibi atalarının gerici bağnazlığı sonraki kuşaklara şöyle antarılıyor:

„Mısır’a yaklaştıklarında karısı Saray’a, ’Güzel bir kadın olduğunu biliyorum. Ola ki Mısırlılar seni görüp, bu onun karısı diyerek beni öldürür, seni sağ bırakırlar. Lütfen, onun kızkardeşiyim de ki, senin hatırın için bana iyi davransınlar, canıma dokunmasınlar.’“ (Tevrat, Çıkış, Bad 12)

„Arkeolojik buluntularda İbrahim’in ataları olarak verilen şahıs adlarının, yer adları olduğu saptandı. Gittikleri yazılan şehirlerin o çağlarda henüz var olmadığı, Filistin’in güney sahillerinde bulundukları yazılmış olmasına rağmen, yapılan kazılarda oralarda olamayacakları anlaşıldı. Güney sahillerinde Mısırlılara ait eserlerin bulunması, oralarda Mısırlıların kontrolü altında bulunduğunu gösteriyordu.“ (Muazzez İlmiye Çığ, İbrahim Peygamber, Sümer Yazılarına ve Arkeolojik Buluntulara göre, Kaynak Yayınları, İstanbul 2009, s.19)

Oradan o dönemde daha henüz kurulmamış olan sodom, Gomora, Adma gibi şehirlerden dolaştırıp gene Kenan topraklarına getiriyorlar. Bu aşağılayacı hikâyelerle Tevrat açıkca kendisine inanan saf insanları pezevenklik yapmaya özendirerek, kişiliğini ve özbenliğini yitirerek boyun eğmeyi öğretiyor. Oysa erdemli ve iyi düşünceleriyle bilinen filozof Aryenli Brahim (ateşten gelen Huşeng) hiçbir zaman pezevenklik yapmamıştır. Ne Kenan’a, ne de Mısır’a gitmemiştir. Karısını Firavuna satmamıştır. İkincisi, eğer sizin atanız Abrahim Ur ve Harran’dan gelmişse; büyük Fırat Irmağı’n oralardan gelmişse, „Hurrilerin Mezopotamya’sından Hititlere ve Mısır’a kadar uzanan bu toprakları senin zürriyetine verdim.“ diye toplumsal hafızalarına kotlayarak, İsrailoğulları’n bu „vaad edilmiş topraklar için“ savaşmaları emrediliyor, çöl tanrıları (Sami tüccarları) tarafından. Onun için İsrail devleti, son üç bin yıldan beri kurulduğu her dönemde uygarlık güçlerin Mezopotamya topraklarını ve yönetimini ele geçirmek için kullandığı parasız askerleri olmuştur. Sami tüccarları, Akad ve Asur devletleriyle amaçlarına ulaşamadılar; ama kutsal kitaplarla hafızalarını kotladığı İsrailoğulları, Araplar ve İsrailoğulları’n kaybolmuş 13. Kabilesi olan devşirme Türk vekâlet savaşçılarıyla bunu gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Nasıl olsa bu gerici kabileler anlamaz diye, Sami halkları arasında en gerici kabileler olan İsrailoğulları ve Araplar arasından birer peygamber çıkarmış olmaları bu yüzdendir. Ama buna rağmen insanlar bu gerici kabile yobazlığına karşı çıkıyor, farkına varıyor. Her dönemde karşı çıkanları, farkına varanları öldürüp, insanlığı katlederek yollarına devam ediyorlar. Bu gerici kabileler sadece Aryen halkların topraklarını işgal edip, onlara katliam ve soykırımlar yapmadı. „Bizim kabilemize peygamber geldi, biz ayrıcalıklıyız“ deyip Arabistan bölgelerinde yaşayan öbür Sami halklarını da yok ettiler.

İşte Aryen efsanelerini, kültürlerini, inançlarını çalırken bile böyle yozlaştırarak, gerici kabile bağnazlığına çeviriyorlar, içini boşaltarak anlatıyor gelecek kuşaklara.

Abrahim’in Tevrat’taki akrabalarının isimleri Kürdistan’daki coğrafya isimleridir. Kardeşi Harran’ın oğlu Lut, Abrahim ile birlikte Kenan’a, oradan Mısır’a gidiyor. Mısır’dan çıkarken ayrılıyorlar. Lut, hem pezevenklik yapıyor, hem de kendi kızlarıyla yatıyor. Sodom şehirin erkeklerine, „Erkek yüzü görmemiş iki kızım var. Size onları getireyim, ne yaparsanız yapın.“ (Tevrat, Çıkış, bad 19) diyor. Lut peygamber arkasına bakmadan Tanrı’nın taş yağdırıp yıkacağı Sodom kentini kızlarıyla terk edip dağa çıkıyor. Dağdaki mağarada normalmış gibi „insan nesli tükenmesin“ diye kendi kızlarıyla yatıyor, tecavüz ediyor. Bu kotlamalar da özel olarak İsrailoğulları’n, genel olarak Sami halkların sonraki kuşaklarına aktarılıyor.

Arapların peygamberi de 6 yaşındaki kızla evleniyor, 9 yaşında onunla gerdeğe giriyor.

1400 yıl sonra Peygamberin bu durumunu örnek alan Hiranur Vakfı kurucusu dindar ve yobaz Yusuf Ziya Gümüşel de, 6 yaşındaki kızını bir tarikat üyesiyle evlendiriyor. Damat, üç yıl sonra 9 yaşındaki küçük kızla gerdeğe giriyor. Yani Tevrat'ta, İncil'de ve Kuran'da anlatılanları dindar ve yobaz bir Yahudi, bir Hıristiyan ve bir Müslüman "Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed gibi saygın peygamberlerin" örneklerini neden takip etmesin ki?

Muhammed’in cihatçı-İslamcı Arap orduları, Medine yakınlarında baskın düzelttikleri bir Yahudi köyünde babasını, kardeşlerini ve kocasını işkenceyle öldürdükleri genç Safiyye adında Yahudi bir kadını o gün peygamber Muhammed’in koynuna koyarak karısı yapıyorlar. Aslında ilişkiye girmek istemeyen Safiyye'ye tecavüz ediyor. Bütün bunlar Arabistan çöl Tanrı’ların kutsal kitaplarına inananlar için örnek oluyor. Peygamberimiz 6 yaşındaki kızla evlendi diye kızlarını çocuk yaşlarda evlendiriyorlar. „Peygamberimiz; köylerine, kasabalarına gece baskınları düzenledikleri gayrı müslümanların mallarını , kadın ve kızlarını Müslümanlara helal kılmıştır.“ diyerek başkaların kadınlarına tecavüz ediyorlar bu barbarlar. Ve Peygamber Lut gibi kendi kızlarına da tecavüz ediyorlar. İslamcılar bugün, 21 yüzyılda bile gayrımüslümanların köylerini kasabalarını, şehirlerini vahşice basıp erkeklerini öldürüyor, ganimet olarak topladıkları kadın ve kızlarına hem tecavüz ediyor, hem de daha sonra köle pazarlarında satıyorlar. İşte örnek: IŞİD’in 2014’de Şengal’da yaşayan Kürt Êzîdî halkına yaptıkları katliam, soykırım, yaşlı insanları ve çocukları öldürmeleri, kadın ve kızlarına ettikten sonra köle pazarlarında satma vahşetleri Muhammed döneminde olağan şeylerdi. Ve bunu İslam peygamberin kendisi yapıyordu. Tarikat, cemaat ve kilise okullarında, din dersi verilen kurslarda bu Arabistan çöl putların kitaplarının gösterdiği yoldan giderek çocuklara tecavüz ediliyor. Çünkü tecavüz edilen çocuklar, kendilerini ve insanlığı değersiz hissedecekler. Büyük travmalar yaşayacaklar. Kin ve nefret içlerine akıtılmış oluyor ve böylece başka din ve inançlara düşmanlık duyacak şekilde eğitiliyorlar. Dindar ve kindar bir nesil yetiştiriliyor. Özbenliklerini yitiriyorlar, sistemin her kurumuna, her yasasına kolayca boyun eğdiriliyorlar. Sömürü sistemleri için en ideal insan tipleridir bunlar.

Sümer yazarı Ludingirra, Sami tüccarları’n Mezopotamya’da kurdukları ilk Akad devleti için 4200 yıl önce şunları yazıyordu:

“Akadlar ülkemizi işgal ettiklerinde ilk yaptıkları şey, bizim Barış Kapımızı, kadın ve kızların erkeklere satıldığı yer olan Fuhuş Kapısı yapmaları oldu.”

Turan Dursun Muhammed’i şöyle anlatıyor:

«49 yaşındaki adam (Muhammed), 6 yaşındaki bir çocuk (Aişe) ile evleniyor:

Yine Aişe'nin kendisinin anlattığını dile getiren bir hadis:

Bu hadisin başında, Aişe aynen şöyle diyor:

-"Peygamber benimle evlendi; ben o sırada 6 yaşındaydım." (Bkz. Buhâri, e’s-Sahih, Kitabu Menâkıbi’-Ensâr/44;Tecrîd, hüdis no: 1553; Müslim, e’s-Sahih, Kitabu’n-Nikâh/69, hadis no: 1422)

Evet, bir yanda 49 yaşındaki Muhammed, öbür yanda 6 yaşındaki Aişe. Evleniyorlar. Muhammed’le evlendiği zaman Aişe'nin 6 yaşında olduğunun İslam dünyasında, tüm müslümanlarca kabul edilmesi zorunlu. Çünkü bunu anlatan hadis, tartışmasız sağlam (sahih) kabul edilir. Bu hadisi, İslam dünyasında en sağlam olarak benimsene gelmiş olan Buhari'nin ve Müslim'in E's-Sahih’lerinde de buluyoruz.

Anlatıldığına göre evlilik gerçekleşiyor ama, yine de 3 yıl kadar zifaf (yani gerdeğe girme, cinsel birleşme olayı) gerçekleşmiyor. Bu süre geçtikten sonra oluyor zifaf !

Aişe 9 yaşındayken 52 yaşındaki Muhammed ile gerdeğe giriyor:

Hadisi izleyelim. Aişe anlatıyor:

-„Ve be dokuz yaşındayken benimle gerdeğe girdi.

Medine'ye göçmüştük. Hâris İbn Hazrec oğullarına konuk olduk. O sırada sıtmaya yakalandım. Saçlarım döküldü. Saçlarım yeniden geldi; bölükler oluştu. Annem Ümmü Ruman bana geldi. Arkadaşlarımla birlikte salıncakta sallanıyorduk. Annem beni çağırdı. Yanına gittim. Benden ne istediğini bilmiyordum. Elimi tutup alıp götürdü. Evin kapısına gelince durdu. Soluk soluğa kalmıştım. Sonunda soluğum biraz yatıştı. Annem, sonra biraz su alıp yüzüme başıma değdirdi. Sonra beni eve soktu. Bir de baktım ki bir takım Medineli kadınlar. Evdeler. Bana şöyle demeye başladılar:

-Hayırlı, bereketli olsun. İyi şanslar.

Annem beni bu kadınlara teslim etti. Bunlar benim saçımı başımı yıkadılar, beni güzel bir biçimde hazırladılar. Peygamberle birden karşılaşmaktan başka hiçbir şey beni korkutmamıştı. Kadınlar, beni ona teslim ettiler. Ve ben o sıralar 9 yaşındaydım.“ (Bkz, aynı hadis kaynakları.)

Bu hadislerden çıkan kimi sonuçları şöyle özetlenebilir:

Muhammed’le Aişe evlendiklerinde 3 yıl geçmeden cinsel ilişkide bulunmamışlardır.

Evlendiklerinde Aişe 6 yaşında, cinsel ilişkide bulunduklarındaysa kız 9 yaşında bulunuyordu

Muhammed’se bu evlenme sırasında 49, gerdeğe girdiğinde 52 yaşındaydı.

Aişe, Muhammed’in koynuna verilmek üzere götürüldüğünde, salıncakta sallanıp oynayan bir oyun çocuğuydu. Yani Muhammed, 52 yaşında böylesine bir çocukla cinsel birleşimde bulunmuştu.

9 yaşındaki Aişe, gerdek odasında Muhammed’le karşılaşınca –kadınlar tarafından teslim edilmiş olsa bile- çok korkmuştu.

Bunu, sağlam hadis kaynaklarında bulunan sağlam hadisler anlatmasa, İslamcı kesim, „yalan, iftira“ diye niteleyecektir.» (Turan Dursun, Tabu Can Çekişiyor, Din Bu 1, Kaynak Yayınları, İstanbul 1993, s. 24,25,26)

Herkesin Türkleştirilip İslamlaştırılarak (Türk İslam Sentezi ile) kendi eski kültüründen ve inancından uzaklaştırılarak kişilikleştirildiği, değersizleştirildiği ve kültürsüzleştirildiğinden dolayı insanların korku, endişe, ruhi bunalım ve travmalar yaşadıkları Türkiye’de olmaz diye bir şey yok, her şey olur.

Aralık 2022’de İslamcı Türkiye’de, Hiranur Vakfı kurucusu Yusuf Ziya Gümüşel’in peygamberine özenerek, 6 yaşındaki kızını bir tarikat üyesiyle evlendirdiği haberleri konuşuluyordu. Çocuk yaştaki kızını tarikatına mensup Kadir İstekli ile evlendiren tarikatçı bir baba! Damadı Kadir İstekli, yıllarca bir kız çocuğa tecavüz etmiş! İslam dünyasında bu tür olaylar çok yaşanıyor. Neden?

Yakın tarihlerde tarikat, vakıf yurtlarında ve kuran kurslarında yaşanan birkaç tecavüz olayları:

Adıyaman’da İslam’ın Menzil tarikatı ve yobaz hocalarla bağı olan bir aile, 2010 yılında Medine Memi adında, 16 çocuk yaşlarındaki kızlarını, kendi yaşlarındaki erkeklerle konuştuğu için evin bapçesinde diri diri toprağa gömülerek öldürdü. “Erkeklerle konuştu.“ diye öldürülen Medine Memi’nin cesedi iki metrelik bir çukurda, elleri bağlı ve oturur vaziyette bulunmuştu. Malatya Adli Tıp otopsi raporuna göre,“vücudunda darp izine rastlanmayan, kanında uyuşturucu veya zehirli bir madde bulunmayan genç kız elleri bağlı, canlı ve bilinci açıkken gömüldü. Zira genç kızın mide ve ciğerlerinde yoğun toprak olduğu belirlendi.“

Mayıs 2021 yılında Ensar Vakfı yurtlarında kalan ve yaşları 8 ile 10 arası değişen 45 çocuğun taciz ve tecavüze maruz kaldıkları, bu çocuklardan 10 tanesinin Karaman Devlet Hastanesi’nden tecavüz edildiğine dair rapor aldıkları haberlerini okuduk. Adana’da Süleymancılar Cemaatına ait yurtlarda kalan 11 kız çocuk cayır cayır yandı.

Erzurum’daki Kuran kursunda küçük yaştaki çocuklara tecavüz olaylarını Artı Gerçek şöyle anlatıyordu:

„Erzurum’da 2021 yılında Diyanet İşleri Bakanlığı’na bağlı Hacı Bahattin Evgi Yatılı Erkek Kuran Kursu’nda yedi çocuğun kursun belletmeni Hakan Aslankafa tarafından beş ay boyunca cinsel istismara maruz kaldığı ortaya çıkmıştı. Mahkeme, 31 Mayıs 2022’de sanık Hakan Aslankafa’ya ’nitelikli cinsel istismar’ suçundan toplam 119 yıl 6 ay hapis cezası vermişti.“(Artı Gerçek, Kuran Kursurdaki cinsel istismar davası, 14.03.2023)

 Aynı Hacı Bahattin Evgi Yatılı Erkek Kuran Kursu’da 14 çocuğun işkenceye ve sistematik cinsel istismara maruz bırakan yurt müdürü Nuhi Karababa ve hizmetli Uğur Göngür hakkında, ’görevini kötüye kullanmak ve işkence’ suçlamalıyla 1.Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açılmıştı. Mahkeme, 13.03.2023’de yurt müdürü Nuhi Karababa’ya 36 yıl, hizmetli Uğur Göngür’i 36 yıl hapis cezası verdi.(Agg. 14.03.2023)

Sadece Erzurum’da değil, birçok kente Kuran kurslarında görevli yobaz hocaların çocuklara tecavüz ettiği ortaya çıkmıştı. Hepsini buraya alırsak kalın bir kitap olur.

Dehşet ve vahşet dolu liste böyle uzayıp gidiyor.

Öbür İslam ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de çoçukların diri diri toprağa gömülmesi, çocuklara tecavüzü, kadınlara aşağılık köle muamelesini normal gören bir şeriat zihniyeti var. Bu, Arabistan çöllerinde yaşayan Arapların ilkel zihniyetidir. İslam’ın zihniyetidir.

Çünkü bu, Arabistan merkezci Semavi dinleri yukarda anlattığımız gibi baştan beri böyledir. Tevrat, İncil ve Kuran’da sıralanan bu gerici, sapkın düşünce, fikir ve inançların Arabistan çöl bölgesine ait olduğu, gerçek Tanrı’nın vahiyleriyle hiçbir ilişkisinin olmadığı, çevrilen Sümer tabletlerini okuyan her tarihçi, araştırmacı, yazar ve bilim insanları bilmektedir.

„Musevilik dini Hz. Musa öldükten, Hıristiyanlık dini Hz. İsa çarmıha gerildikten, İslam dini Hz. Muhammed öldükten sonra kökenlerinden koparılmıştır ve bu durum tek tanrılı Semavi dinlerin sapkın hastalığının özüdür.“ diyerek  kendinizi kandırabilirsiniz. Ama gerçek şu ki, çoklu putlardan uzaklaştırarak, tek bir puta tapmalarını sağlayan Tanrı anlayışını yayan Arabistan merkezci Semavi dinleri baştan beri;

1.) Siyasi bir doktrindi,

2.) Gerici kabile milliyetçiliği bir doktrindi,

3.) İşgalcı bir doktrindi,

4.) Sömürgeci bir doktrindi.

Dolayısıyla putlaştırılmış semavi dinlerin sapkın hastalığının özü baştan beri vardı.

1921’de 12. Siyonist Kongre’de, siyonizme karşı çıkan Yahudi Martin Buber şunları söylüyordu:

„Yahudi dini kökünden koparılmıştır ve bu durum onun hastalığının özüdür.“

Sami tüccarları, Musevilik dinini Musa önderliğinde Sami halklarından İsrailoğulları’n, İslam dinini ise gene Sami halklarından Muhammed önderliğinde Arapların kafalarına yukardan şiddet kullanarak yerleştirip kendilerine yabancılaştırmaya, özünden uzaklaştırmaya çalıştılar. Yani ne İsrailoğulları, ne de Araplar ilk başta uygarlık güçleri tarafından yukardan hafızalarına yerleştirmek istenen bu siyasi doktrinleri; yani çok put siyasetinden tek put siyasetini kabul etmek istemediler. Hatta İsrailoğulları Musa’nın ya da Tanrı’nın (yani Sami tüccarları’n) yolunda gitmedikleri için günahkâr halk ilan edildiler. Tarihin her dönemecinde, onların çizdiği yoldan gitmedikleri anlarda üzerlerine -Mısır Firavunlarını, Babil Krallarını, İspanya Kraliçelerini ve Hitler faşizmini saldırtarak- katliam ve soykırımlarını hiç eksik etmediler. Korkuttular, ruhi bunalım ve büyük travmalar yaşattılar kendilerine. Tevrat’taki beyin kotlamalarını, genleriyle oynamayı bu dönemlerde yaptılar. Bu dönemlerde travmalı toplumsal bilinçaltını oluşturdular.

Kürtlerin ataları olan Medler, bin yıllık zalim Asur devletini yıkarak bütün Mezopotamya halklarına özgürlük getirdikleri gibi, onları da Babil kralların esirliğinden kurtararak özgürlüklerine kavuşturdular. Ama onlar bugün Ortadoğu’da Kürtleri soykırımdan geçiren uygarlık yıkıcı Türk egemenlik sistemine her türlü yardımı yapıyorlar, silah ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Gizli örgütleri MOSAD, Soğuk Savaş döneminde NATO-Gladio'sunun verdiği emirleri MİT ile birlikte pratiğe uygulayarak, Ortadoğu ve Afrika'da sosyalist devrimcileri vahşi bir şekilde katletmekle uğraştılar, uğraşıyorlar. Ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ı uluslararası bir komplo ile tutuklayıp Batı’nın ileri karakolu olan Türkiye’ye teslim ederek uygarlık güçlerin emirlerini yerine getiriyorlardı. Unutmayın ki, eğer bugün Kürt Özgürlük Hareketi bin yıllık zalim Türk egemenlik sistemini tarihin dönüşü olmayan çöplüğüne atarsa, inanın ki Asurların yıkılış döneminde olduğu gibi bütün Ortadoğu halklarına özgürlük getirecektir! Uygarlığın beşiği sayılan o bölgede gene bir bilgi fışkırması olacaktır. İsrailoğulları ve Araplar da şiddet sarmalığından kurtulup özgürlüklerine kavuşmuş olacaklar.

Bugün modern çağımızda soykırım kıskacına alınan Kürtlerin ataları Gutiler, Lulubiler, Hurriler; uygarlık güçlerinin o bölgede yaşayan halkların başına bella etttikleri zalim Akad devletini tarihin dönüşü olmayan çöplüğüne MÖ. 2150’de attıklarında bütün Mezopotamya halklarına özgürlük ve barış getirmişlerdi. Ve bir bilgi fışkırması olmuştu. Ateşten gelen ikinci Zerdüşt Huşeng (Brahim) bu dönemde birinci Zerdüşt olan Ziusudra’nın inanç ve kültüründe büyük reformlar yaptı. İlk yazılı kanunlarını Sümerler o dönemde yazdı. Bu ilk yazılı Sümer kanunlarından, önce Babil Kralı Hammurabi esinlendi. Sonra Musa esinlenerek İsrailoğulları’n Tanrı'sı Yahova’dan On Emir aldığını iddia etti. Bu Bir. İkincisi, Kürtlerin ataları Medler, filozof Zerdüşt'ün düşünceleriyle eğittiği çocuklarını Zağros dağlarına çıkararak, savaştıkları Tiran devlet Asur’ları tarihin dönüşü olmayan çöplüğüne MÖ. 612’de attıklarında gene bütün Mezopotamya halklarına özgürlük ve barış getirmişlerdi. O dönemde üçüncü Zerdüşt'ün doğayı seven ekolojik ve hümanist düşünceleri bütün dünyaya yayıldı. Med devletindeki ateşli Zerdüşt tapınaklarında çalışan rahipler, bir nevi klasik sosyalizm olarak komünal sosyal cemaatlar oluşturdular. Geçmiş atalarının kültür ve inançlarında büyük reformlar yapan üçüncü Zerdüşt, klasik sosyalizm ekonomik sistemi açıklıyordu insanlığa. O çağın Karl Max'ıydı. Ona göre, iyi Tanrı "Hürmüz'ün  bakışı her zaman çalışkan çiftçinin üstündedir. Gerçek inanç, oruçla ve tapınmayla değil; tarım ve hayvan çalışmalarıyla elde edilir. Bacası tüten, içi tarım hayvanları ve çocuklarla dolu bir çiftçi evini seyretmek kadar Hürmüz'ü sevindiren hiçbir şey yoktur." Karl Max da, "İnsan içinde bulunduğu şartların bir ürünüdür." diyerek Zerdüşt'ün düşüncesini biraz daha ileriye götürüyordu. Şartları düzeltirseniz, bolluk bereket olursa, insanlar iyi bir sistemde yaşamış olurlar. Avesta, tarım hayvanlarına iyi bakılması, toprağın iyi sürülmesi üstüne öğütlerle doludur. Zerdüşt'ün sorusu şudur: "İnsanlar, iyilik ile kötülük arasındaki bu evrensel savaşa nasıl katılacaklar? İyi Tanrı Ahura Mazda tarafında mı, kötü Tanrı Ahriman tarafında mı, bu evrensel savaşa katılacaklar? İnançlı olarak, açık yürekli olarak, çalışkan olarak... İyi, düşün, iyi konuş, iyi yap." felsefesini açıklıyordu insanlığa. Bu bilgi fışkırması, 1500 yıl önceki ikinci Zerdüşt, yani ateşten gelen Huşeng'in (Brahim'in) düşünceleri gibi Doğu'da Hindistan üzeri Çin'e; Batı'da, Yunanistan üzeri Avrupa'ya yayıldı. Buda, Konfüçyüs, Sokrates, Platon, Aristoteles Zerdüst'ün öğrencileridir. Sadece Mezopotamya halkların yaşam ve inançlarında değil, bütün dünya halkların yaşam ve inançlarında büyük reformlar yaşandı. Bilim, edebiat, sanat gelişti.

Şimdi eğer Kürtler, Öcalan’nın Zagros dağlarına çıkardığı Zerdüşt çocuklarıyla birlikte Ortadoğu’nun Tiran devleti olan uygarlık yıkıcı Türk egemenlik sistemini tarihin dönüşü olmayan çöplüğüne atarlarsa gene bütün Ortadoğu halkları özgürlüklerine kavuşacaklar ve barış içinde bir arada yaşamaya başlayacaklar. Dörtüncü Zerdüşt’ün düşünceleri bütün dünyaya yayılacak. Ekim Devrimi'nden daha büyük bir kadın devrimi yaşanacak. Uygarlık doğduğu topraklara geri dönüş yapacak. Mezopotamya halkların yaşam ve inançlarında büyük reform yaşanacak. Bilim, edebiat, sanat, tarım ve Sanayi gelişecek…

İşte bütün bunların birinci ve ikinci örnekteki gibi gerçekleşmesinden korkan uygarlık güçleri, bütün NATO güçlerini, Batı’nın bütün gelişmiş-ilerlemiş devletlerini, yeraltı yerüstü canavarlarını, savaş teknolojilerini, kimyasal silahlarını modern çağımızın en az masraflı paralı askerleri olan uygarlık yıkıcı Türk egemenlik sistemin arkasına dizmişler... Kürtleri fiziki, siyasi, kültürel soykırımlardan geçiriyorlar, dünyanın gözleri önünde. Bu yüzden Zagros dağlarına devrimci gerillayı çıkaran ve soykırım kıskancına alınan bir halkın öz savunmasını örgütleyen Kürt Halk Önderi Öcalan’ı uluslararası bir komplo ile tutuklayıp ileri karakolları olan Türkiye’nin Ege Denizi’ndeki İmralı kayalarına Tanrılardan ateşi çalan Prometheus gibi çarmıha gerildi. Bu yüzden insanlığı savunan Öcalan’dan bu kadar korkuyorlar. Bu yüzden Tanrılardan ateşi, ışığı, özgürlüğü ve barışı çalıp, bütün dünya halklarına dağıtacak olan kadim Kürtleri soykırımdan geçirmek istiyorlar. Bu yüzden Tiran devletin baskılarından kaçıp Avrupa’ya gelen Kürtlere bile Paris’de, Brüksel’de, Viyana'da, Berlin’de katliamlar yapıyorlar.

13.07.1989 tarihinde Dr. Qasımlo, Abdullah Kadirzade, Dr. Fazıl Resul Avusturya'nın başkenti Viyana'da katledilmişlerdi. 17.09.1992 tarihinde Sadık Şerefkendi ve 3 yakın arkadaşı Almanya'nın başkenti Berlin'deki Mykonos lokantasında katledilmişlerdi. 09.01.2013 tarihinde Sakine cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez Fransa'nın başkenti Paris'te NATO-Gladio'sunun görev verdiği MİT tetikçisi Ömer Güney tarafından katledilmişlerdi. 23.12.2022 tarihinde gene Fransa'nın başkenti Paris'te Evin Goyi, sanatçı Mir Perwer ve Addurrahman Kızıl MİT tetikçisi Williams M tarafından katledilmişlerdi.

Profesör Reinhart Dozy, “Spanish İslam: A History of the Muslims in Spain” (İspanyol İslamı: İspanya’daki Müslümanların tarihi) kitabında şunları yazıyor:

“Muhammed devrinde Müslümanların kılıçlarının korkusu uzak ülkelere kadar ün salmıştı. Bu korku neticesinde insanlar Müslüman olmaya mecbur kalmışlardı... Araplar, baskınlarda kendi mallarını kaybetmek korkusu ve aynı zamanda başkalarının mallarını gaspetmek arzusu ile İslam bayrağı altında toplanıyorlardı.”

Arabistan çöllerinde yaşayan Sami halkları genellikle çalışarak değer üretmediği, binlerce yıl Mezopotamya’daki Sümer şehir beyliklerini yağma ve talan ederek, gasp edip ganimet toplayarak geçimini sağlayan göçmen topluluklar olduğunu Sümer yazarlarından öğreniyoruz. İslam, çöl yaşantılarında değer üretmeden köy ve kasabalara baskın düzenleyerek başkaların mallarını gasp etme, ganimet toplama ve hırsızlık yaparak zenginleşmenin en önemli yöntemi olan Kureyş Kabilesi’nin bu barbar, gerici kültürünü şiddet kullanarak, „Allah düzenini yayıyoruz“ adı altında İslamlaştırdığı bütün toplumlara yaydı. Bu, üretmeden gasp eden gerici, yobaz İslam kültürün bulaştığı her toplum en az üç bin yıl gerilere götürüldü. İlk insan uygarlığın ve cennetin inşa edildi bu Mezopotamya topraklarından uygarlık ve medeniyetin uzaklaşması bu yüzdendir.

Aynı uygarlık güçlerinin 2014 yılında Ortadoğu’da görev verdikleri birçok ulus-devlet eliyle organize edip, Mezopotamya’da soykırım kıskacına aldıkları Kürtlerin üzerine saldırttıkları IŞİD’in vahşi saldırıları ve intihar bombaların sesi bütün dünyaya ün salmamış mıydı? IŞİD’in, aynı İslami dini kotlarla Şengal ve Rojava’da yaptıkları vahşi saldırılar, gasp, kadın ve kızların kaçırılıp köle pazarlarında satılması, katliam ve soykırımlar; Muhammed döneminde yapılan vahşi saldırıları, köy, kasaba baskınlarını, başkalarının mallarını gaspetmek, çalınan kadın ve kızların köle pazarlarında satılmasını andırmıyor muydu?

Musa, Babil’e karşı Mısır Uygarlığı’na, ya da o dönemdeki uygarlık güçlerine Mezopotamya’nın kapısı önünde bir ileri karakol, siyasi bir İsrail devleti kurmak isterken, Firavun’un kırbacını, katliamlarını, baskılarını İsrailoğulları’n üzerine saldırtarak ve bu baskılar yetmiyormuş gibi bir de bizzat Musa’nın kendisi yolda buyruklarına uymayan, düşüncelerine katılmayan üç bin İsrailliyi katlederek bunu gerçekleştiriyordu.

İşte inandığınız Tevrat’tan bir belge:

„Musa, ordugahın girişinde durdu, ’Rab’dan yana olanlar yanıma gelsin!’ dedi. Bütün Levililer çevresine toplandı. Musa şöyle dedi: ’İsrail’in Tanrısı Rab diyor ki, Herkes kılıcını kuşansın. Ordugahta kapı kapı dolaşarak kardeşini, komşusunu, yakınını öldürsün’. Levililer Musa’nın buyruğunu yerine getirdiler. O gün halktan üç bine yakın adam öldürüldü. Musa: ’Bugün kendinizi Rab’be adamış oldunuz’ dedi. ’Herkes öz oğluna, öz kardeşine düşman kesildiği için bugün Rab sizi kutsadı.’„ (Tevrat, Çıkış, Bad 32)

Uygarlık güçlerinin 20. Yüzyılda Musa gibi kullandıkları siyonistler ise, Batı’da yaşayan Yahudilerin, „siyasi bir İsrail devletin kurulmasını istemiyoruz“ istemlerini görmezden gelerek, Batı Uygarlığı’na Ortadoğu’da Türkiye’den sonra ikinci bir ileri karakol, yani siyasi bir İsrail devleti kurmak isterken, Avrupa’da organize ettikleri Hitler faşizmini Yahudilerin üzerine saldırtıp katliam ve soykırımlar yaparak, mağduriyeti oynayarak, abartılı sayılarla dünya kamuoyu aldatılarak, soykırımı yaptırdıkları Alman yöneticilerini tehdit edip finans destek sağlayarak bunu gerçekleştiriyorlardı.

Amerika’daki Yahudi ileri gelenleri, Almanya Hahamlar Birliği, Avusturya İsrail İttifakı, Fransa Evrensel İsrail İttifakı, Londra Yahudi Birlikleri 20. Yüzyılın başında siyasi siyonizme karşı çıkıyorlardı. Siyonizmin kurmak istediği siyasi bir İsrail devletin kurulmasını istemiyorlardı. (Bkz, Roger Garaudy, İsrail, Mitler ve Terör/ İsrail siyasetinin Dayandığı Efsaneler. Timaş Yayınları, İstanbul 2019, s.20-24)

Musa’nın çöl Tanrısı, „Git İsrail ihtiyarlarını topla (kongreni yap.A.R.), onlara şöyle de: ’Atalarınız İbrahim’in, İshak’ın, Yakup’un Tanrı’sı Yehova beni size gönderdi. Sonsuza dek adım bu olacak. Kuşaklar boyu böyle anılacağım. Git İsrail ihtiyarlarını topla, onlara şöyle de: Atalarınız İbrahim’in, İshak’ın, Yakup’un Tanrı’sı Yehova bana görünerek şunları şöyledi: Gerçekten sizi ziyaret ettim. Sizinle ve Mısır’da size  yapılanlarla yakından ilgileniyorum. Söz verdim, sizi Mısır’da çektiğiniz sıkıntıdan kurtaracağım: Kenan, Hitit, Amori, Periz, Hivi (Hurri) ve Yevuslilerin topraklarına,  süt ve bal akan ülkeye götüreceğim.’„ (Tevrat, Çıkış, Bad 3/15) dediği ve yine Musa’nın bir İsrailliye hakaret eden bir Mısırlıyı öldürerek İsraillileri etrafında topladığı, her kabileden birinin katıldığı bir heyeti Kenan bölgesine gönderdiği bir dönemde; „Ben Mısır’da İsrail Devletini kurdum. En geç 40 yıl sonra İsrail devleti kurulacak.“ dedi ve Babile karşı hep Mısır ordularının yanında savaşlara katılan „siyasi İsrail devleti 40 yıl sonra kuruldu.“

Alman Musevi Cemaati’nin, siyonistlerin isteklerine karşı çıkması yüzünden, München şehrinde yapılamayan Birinci Siyonist Kongre 29 Ağustos 1897 tarihinde İsviçre’nin Basel şehrinde Theodor Herzl önderliğinde yapıldı. Herzl, yaklaşık 200 delegenin katıldığı kongrede bütün isteklerini delegelere kabul ettirdi.

Kurduğu Yahudi halkın Vakıf paralarıyla Osmanlı’nın Filistin bölgesinde toprak satın alan ve oraya heyetler gönderen siyonist önder Theodor Herzl Basel Kongresi’nde:

„Ben Basel’de İsrail Devletini Kurdum. En geç 50 yıl içinde bu gerçek olacak.“ demesinden yaklaşık 50 yıl sonra, gerçekten de perde arkasındaki maskeli Tanrı’ların bu Büyük Ortadoğu Projesi, yani Batı Uygarlığı’na Ortadoğu’da ileri karakol olarak İkinci Dünya Savaşı ertesinde siyasi İsrail devleti kuruldu. Bu modern çağımızın ikinci ileri karakolu, hep Batı Uygarlığı’n birinci ileri karakolu olarak Birinci Dünya Savaşı ertesinde kurulan Türkiye’yi açık ve gizliden destekledi ve savaş silah ihtiyacını karşıladı.

Uygarlık güçlerin parasız askerleri olan İsrail devletin biri, Arabistan merkezci ilkel kabile milliyetçi dinin gelişti kabile-devlet çağında gerçekleşiyordu, biri de Avrupa merkezci milliyetçiliğinin geliştiği ulus-devlet çağında gerçekleşiyordu.

Ne Musa, ne de Theodor Herzl’in söylemleriyle İsrail devleti kurulmuyordu. Arkalarında, siyasi-dinsel bir doktrinle kendi tarihsel program ve projeleri için siyasi İsrail devletin kurulmasını planlayan bir beyin vardı; ekonomik, siyasi, işgalcı ve sömürücü politikalarını uygulamak isteyen uygarlık güçleri vardı. Musa’nın en büyük başarısı İsrailoğulları’nı çoklu putlardan uzaklaştırmak oldu, ama tek bir puta tapmalarını sağladı. Siyonizmin ise en büyük başarısı, Yahudileri Musevilikten uzaklaştırmak oldu, ama tek bir güce tapmalarını sağladı. Her iki durumda da hiçbir ilerleme olmadı. Yerli halklarla savaşlara devam denildi...

Türkiye ve İsrail devletleri, modern çağımızda Batı Uygarlığı’n en az masraflı paralı askerleri olmuştur; NATO içine alıp koruyarak finansman destek verdikleri ileri karakollardan birini, bütün silah ihtiyacını karşılayarak soykırım kıskacına aldıkları kadım Kürt halkın üzerine saldırtıyorlardı; birini de Filistin halkın üzerine saldırtıyorlardı.

Kürtler, sadece üzerine katliamlar yağdırarak saldıran Türk devletin barbar devşirme Türk askerlerini görüyor ve onlarla savaşıyorlardı; Filistinliler ise sadece üzerine saldıran SS eğitimli İsrail devletin askerlerini görüyor ve onlarla Don Kişot gibi savaşıyorlardı. Hiç kimse perde arkasında asıl bu halklara savaşları, katliamları, soykırımları reva gören vampir ruhlu maskeli Tanrı’ları göremiyordu.

Biz vampir ruhlu maskeli Tanrı’ların yüzlerini gösteriyoruz, sırlarını açıklıyoruz.

Son düzeltme tarihi: Berlin, 14.03.2023

Azad Roni