AVRUPA MERKEZCİ İDEOLOJİ OLARAK ZAZACILIK 

“Avrupa merkezci ideoloji olarak zazacılık” yazısını şu başlıklar altında sunacağız:

1.    Alman bayan Dorothee-Charlotte

2.    Zazacılığa Technische universität berlin’de ruh verildi

3.    Georg Hincha’nın ilk Kürt öğrencisi Zülfü Selcan

       4.   1979’da frankfurt am main’de yapilan komkar’ın kuruluş kongresi

5.    Zamanlaması projenin siyasi olduğunu ortaya çıkarıyor

6.    Prusya İmparatorluğu’n Profesörü Oskar Mann’ın Zaza projesi

7.    Berlin’de başlatılan proje Hamburg Üniversitesi’nde devam ettirildi

8.    Prof. Dr. Ludwig Paul’ın çelişkili açıklamaları

9.   Pro. Ludwig Paul’un zamanla değişen düşünceleri

10.  Kürtçe (Zazakî-Kurmancî) Farsça’dan çok daha eski bir dildir

11.  Almanya’da ideolojisi oluşturulan proje Türkiye’de pratiğe uygulandı

12.  Kürt dillerin Latin ‘Bedirhan Alfabesi’

13.  Zazaların Jacobson alfabesi

14.  Zazaların Zülfü Selcan Alfabesi

15.  Vate Dergisi

16.  Zülfü Selcan’ın Berlin Zaza seminerleri

17.  Halkları birbirine düşüren Avrupa merkezci ayrımcılık

18.  Zazalar, Kirmanckî dilini konuşan Kürtler’in lakap ismidir

 

1. ALMAN BAYAN DOROTHEE-CHARLOTTE

2012 yılında ilk baskısı çıkan “Berlin Dêrsim 1937-38 Konferansı ve Kürt Soykırımları” kitabımda Kürtçe’nin Kirmacî (Zazakî) lehçesini konuşan Kürtlerden, Avrupa’da devlete bağlı çalışan resmi üniversitelerin sistemi koruyan oryantalist düşünceleri işlediğini, resmi üniversitelerde çalışan Avrupalı dilbilimcilerin nasıl bir “Zaza milleti” oluşturmak istediklerini anlatmıştım. Kitap hem Almanca hem de Türkçe yayınlandı. Dêrsim soykırımını Avrupalılara Almanca dilinde ilk defa en geniş bir şekilde anlatan kitaplardan biridir. Avrupa’da okunuyor. Türkiye’dekiler kitap okumayı pek sevmezler. 2021’de “Zazalar Kimdir?” üzerine akademik bir çalışma yayınladım. Fakat ne yazık ki insanlar daha fazla olanaklara, daha fazla güce, daha fazla üniversitelere sahip devletin olağanüstü çalışmaları sayesinde Avrupa merkezci milliyetçi teorilerle uydurulan düşüncelere daha çabuk takılıp arkalarından gidiyorlar. Bu da devletin asimilasyonunda başarılı olduğunu göstermektedir.

 

03.12 2017 tarihinde Berlin Dêrsim Cemaatı’nda “Die Berliner ‘Dêrsim-1937-38-Konferenz’ und der Völkermord an den Kurden” kitabın Almanca ve Türkçe tanımı yapıldı. İlk sözü kitabın Almanca çevirisini yapan ve Almanca yüksek dilbilimi eğitimini alan bayan Dorothee-Charlotte Eren aldı. Dorothee-Charlotte, “Kitabı Almancaya çevirdik sonra Dêrsim soykırımı hakkında daha çok bilgiye sahip olduğunu” söyleyerek, benim yazdığım “Dêrsim’de katliamlar yapılırken halkın önderi de idam ediliyordu” parçasını okudu. Bitirince olumlu eleştiriler yanında, bir de böylesi platformlarda işin içine çomak sokan, kendisine ait değil de, başkaların fikrini ortaya atan birileri de çıkmıyor değil.

 

Onlardan bir genç:

“Seyid Rıza Kürt değil, siz Kürt önderi diyorsunuz. Biz Kürt değiliz. Zazayız, Zazaca konuşuyoruz, Alevi milletindeniz” deyip konuyu başka bir yöne çevirmeye başladı.

 

Söz önce bana verildi, ben de nazikçe:” Okuduğumuz parçalarda Kürt ya da Zaza diye bir kelime geçmedi. Biz o Dêrsim coğrafyada yapılan korkunç soykırımı ve o halkın 75 yaşındaki önderi Seyid Rıza’nın göstermelik mahkemede nasıl yaşının 58’ze indirilerek, çocuk yaştaki oğlunun da yaşını büyüterek idam edildikleri sahnelerini, kadın ve çocukların nasıl katledildiklerini Almanca olarak Avrupa okuyucuya ulaştırdık. Bu soykırımın Zazacılık ve Kürtçülük konusuyla bir ilişkisi ki. Nerden aklınıza geldi böyle bir düşünce?”

Genç tekrar:” Kitabın ismi öyle çağrıştırıyor.”

Ben de:

“Demek ki kitabı okumamışsınız. Kitabın ismini görmüşsünüz, ‘okumama gerek yok’ deyip önyargılı davranıp kendi kafanıza göre notunuzu vermişsiniz.” deyince Munzur Çem araya girdi.

 

Dêrsimli gence Dêrsimli Yazar Munzur Çem şöyle yanıt verdi:

“M. Bey, ben senin aileni tanıyorum. Anneni, babanı tanıyorum. Onlar bir gün kendilerine ‘Ben Zazayım’ demediler. İkisi de Kürtçe’nin hem Kirmanckî, hem de Kurmancî lehçesini çok iyi konuşuyorlardı. Herkes çok iyi biliyor ki, Dêrsim’de Kürtçe’nin hem Kirmancî, hem de Kurmancî lehçeleri konuşuluyor. Görüyorum ki, sen kendi etnik, kültürel ve dilinden yabancılaşmışsın. Yabancıların şablonculuğunu yapıyorsun burada. Sen Kürtlüğünü inkâr ediyorsan bari bunu başkalarına dayatma. Zaza ise git Zazalığın kal. Ne demek Seyid Rıza Kürt değil?!” deyince tartışmalar alevlenerek başını aldı gitti.

 

Sonunda Alman bayan Dorothee-Charlotte araya girdi: ”Yüz yıl önce biz Almanlarda da böyle bir problem vardı. Ağız şiveleri, lehçeler o kadar birbirinden uzaklaşmışlardı ki, München’dekiler Berlin’dekileri anlamazdı; Berlin’dekiler de München’dekileri anlamazdı. Yüz yıl içinde devletin kurumlarıyla bu aşıldı. Şimdi biz birbirimizi anlıyoruz. Kürtlerin Medler’den sonra doğru dürüst devletleri olmadı. Devletleri olmayan bir halkın konuştuğu dilin Ağız şiveleri, lehçeleri doğal olarak zamanla biraz birbirinden ayrışır, farklılaşır. Kürtçe’nin de lehçeleri farklı dil bir dil gibi görünse de, dilbilimci arkadaşlardan öğrendiğim kadarıyla kelimelerin çoğunluğu aynı kökenden geliyor. Hele Kürt bölgelerinde her iki lehçe aynı evde, ayı köyde, aynı kasabada da konuşuluyorsa,  bunların Kürtçe olduğundan kuşku duymamak gerekir.” dedi.

 

2. ZAZACILIĞA TECHNİSCHE UNİVERSİTÄT BERLİN’DE RUH VERİLDİ

 

Uygarlık güçlerin Orta Asya’dan gelen göçmen Türk Beylerine devlet güvencesi vererek Selçuklu devletin kuruluşuyla İslam’ı yayma görevi verdikleri ve bin yılların başından beri de, ulaşamadıkları o dağ bölgelerinde İslam olmayan Zerdüşt ve Êzîdî inancına sahip Kürtler üzerinde katliam ve soykırımlarını hiç ama hiç eksik etmediler. Bu katliam ve soykırımlar hâlâ tüm hızıyla devam ediyor. Ve „Zaza dili, Zaza milleti“ projeleri ulus-devlet çağında bu devam eden katliam ve soykırımların devamı olarak Avrupa Üniversitelerinde çalışan dilbilimcileri tarafından 1970’lerin ortalarında programlı bir şekilde kurgulanıp planlanarak devreye sokuldu.

 

Uygarlık güçleri, son olarak Osmanlı mirasını devrettikleri İttihatçı M. Kemal’a verdikleri ulus-devlet projesi ile Anadolu’da herkesi Türkleştirdiklerini, Kürtleri Ağrı Dağı’nda mezara koyduklarını yeterli görmediler. Koçgiri, Bingöl-Amed, Ağrı-Zilan ve Dêrsim’de fiziksel olarak katlettikleri halkların dil ve kültürlerini de bölüp parçalayarak yok etmek istiyorlardı.

 

Birinci DünyaDaha “Zaza dili, Zaza milleti“ diyen Zazacılık söylemleri ortaya çıkmadan yıllar önce uygarlık güçleri 1971’de Technische Universität Berlin’e (Teknik Üniversitesi Berlin) Alman dilbilimcisi Georg Hincha’yi Genel Dilbilim Kürsüsüne atadılar. Ona França, Kürtçe, Beluçça, Zazaca üzerinde çalışma görevini vermişlerdi. Hincha, resmi olarak İran ve Slav dilleri üzerinde çalışma yapıyordu. Tarafsız dilbilimcilerin neolitik devrimde ortaya çıkan “Aryen pro-Kürt Hurrilerin dil yapısından” bilinçli bir şekilde hiç bahsetmiyordu. Tarafsız dilbilimcileri, Hurrilerin  o dağlarda binlerce yıldan beri konuştukları Ana Tanrıca dilinin, yani bugün Kürtlerin birçok bölgede konuştukları Kirmanckî lehçesinin daha sonra Sümer şehir beyliklerin Emesal denilen ikinci lehçesi olduğu gerçeğini açığa çıkarmışlardı. Georg Hincha, bu bilimsel gerçeği bilerek yok sayıyor ve Avrupa merkezci siyaseti öne çıkararak, “Modern Farsça Morfem Kuramı” ile “Kürtçe’yi Farça’nın bir kolu” olarak ele alıyordu. Kürtçe’nin en eski ve en değerli Kirmanckî (Zazaki) lehçesini Kürtçe değil, ayrı bir dil ve bu dili konuşanı da ayrı bir millet olarak ele alıyordu. Eylül 1995’te çalıştığı Technische Universität Berlin’den emekliye ayrıldığında Batı’nın bu Zazacılık projesinde büyük bir yol katletmişti. Tam İngilizlerin ulus-devlet çağındaki son 200 yıllık siyaseti; böl, parçala, yönet. Yani icat ettikleri bu yeni dil Zazacılık akımına, yeni yapay bir Zaza milleti icat ederek, gizlice Avrupa merkezci milliyetçiliklerini işliyorlardı.

 

“TU Berlin’de (Technische Universität Berlin), Semitik tüccarların tarihsel plan ve projeleri için etiket olarak kullandıkları genel dilbilimcisi (İran, Fars ve Slav dilbilimcisi) Georg Hincha 1971-1995) ve FU Berlin’de, akademisyen Tessa Hofmann, Avrupa Merkezci Düşünce ve Oryantalist zihniyetle Kirmanckî’nin (yani Zazakî’nın), Kürtlerin ön ataları olan Hurrilerin, Medlerin çok eski ve çok geniş alanda konuşulan bir Kürtçe dili olduğunu; yüzyıllardan beri katliam ve soykırımlardan geçirilen o mazlum halkla birlikte yok olma durumuna getirilerek konuşma alanları (coğrafyası) daralttıkları için konuşmaya konuşmaya günümüzde nerdeyse 9-10 bin yıllık o zengin eski dil ailesinin Dêrsim eyaletine, Gımgım, Bingöl, Ahmed, Maraş bölgelerine sıkıştırılmış bir lehçe durumuna getirildiğini inkâr ediyorlardı. Bu gerçekleri bilim adına, modern kapitalist sistemin ekonomik ve siyasi çıkarları için çarpıtıp inkâr ediyorlardı.

 

Semitik tüccarların hâkim oldukları bu iki Berlin üniversitesinde çalışan iki akademisyen, Batı oryantalizm bilim insanların 20. yüzyılın başında, “Kürtlerin o bölgeye Avrupa’dan geyikleri takip ederek gittikleri” tezin bir alt versiyonu olarak, Kirmanckî (Zazaki) Kürtçe değil, Farsça (İran) dil ağaç grubunun bir dili olduğu, bu dili konuşan halkın da ayrı bir millet (Zaza halkı) olduklarını iddia ediyorlardı. O kadar çok bilim insanı ve akademisyenler içinden Georg Hincha’yi Soğuk Savaş döneminde TU Berlin’e tayin etmeleri tesadüf değildi.  Georg Hincha, tam da Sovyetler Birliği’nin yıkıldığı, daha doğrusu modern kapitalist sistemin sosyalist sisteme karşı dünya çapında büyük bir “Çöktürme Planı’n” başlatıldığı 1989’da altı ay kaldığı Çin’de, üniversitelerde okuyan gençlere modern kapitalist düşüncelerini aşılamadan döndükten hemen sonra öğrenci ayaklanmaları baş göstermişti. Onun, sosyalist Çin’de öğrenci ayaklanmalarını tetikleyip, öğrencileri “en iyi sistemin kapitalist sistem olduğu propagandası” yaparak sisteme karşı kışkırttığı birçok çevre tarafından dile getirildi. Uygarlık güçlerin akademik kadrosu ve CIA’nın akademisyen görünümlü elemanın sebep olduğundan kuşku duyulan bu gösterilerde 300 öğrenci ve sivil yaşamını yitirmişti. Georg Hincha’yi yakından çok iyi tanıyan yazar ve Kürtçe sözlük hazırlayan yazar Abuzer Han arkadaşım bu adamın Batı istihbarat örgütleriyle birlikte nasıl çalıştığını bana uzun uzun anlatmıştı. Bilim etiğine aykırı ve yakışmayan şeylerdi bunlar.

 

3. GEORG HİNCHA’NIN İLK KÜRT ÖĞRENCİSİ ZÜLFÜ SELCAN

 

İşte Zülfü Selcan, bu “Hind-Avrupa dil ailesinin İrani diller grubunda olan Zazaca Kürtçe değildir. Zazalar da Kürt değildir.” diyen ve dilbilimini uygarlık güçlerin tarihsel plan, proje, ekonomik ve siyasi çıkarları çerçevesinde kullanan Georg Hincha’nın öğrencisidir. Yüksek okul makine mühendisliği bölümünü bitiren Selcan, dilbilimci değildir. Ona sonradan kendi çıkarları çerçevesinde dil dersleri veren Semitik tüccarlara çalışan Oryantalist Yahudi dilbilimcileridir. İşbirlikçi Kürtlerin kaderine bakın; ne tesadüftür ki Ailesi Kirmanckî (zazakî) konuşan Kürtçü Ziya Bey’i (Gökalp’ı) Türkçü yapan da Avrupalı Oryantalist Yahudi Türkologlardır.

 

Yıllar önce yazdığım “Kürtçü Ziya Bey, nasıl Türkçü Ziya Gökalp oldu?” makalemde şu hakikati belirtmiştim:

Mehmet Ziya Gökalp, 23.03.1876 günü Diyarbakır’da,  Zeliha Hanım anadan ve Mehmet Tevfik Efendi (1851-1890) babadan doğan bir Kürt’tür. Anne ve babası Kirmanckî (Zazaki) konuşan Kürtlerdendir. Ziya Bey, „1896’da İstanbul’a geldiğim zaman, ilk aldığım kitap, Leon Cahun’un tarihi olmuştur. Bu kitap adeta pan-türkizm mefkuresini teşvik etmek üzere  yazılmış gibidir“[1] diyerek Avrupalı Yahudi Türkologlardan etkilendiğini itiraf eder.

 

Fakat Dêrsimli Dr. Öğr. Üyesi Sayın Zülfü Selcan, henüz Türkçü Ziya Gökalp gibi Avrupalı Oryantalist dilbilimcilerinden etkilendiğini söyleyecek erdemliğe ulaşş değildir.

 

Makine mühendisi olmasına rağmen kendisine Berlin Teknik Üniversitesi’nde özel bir Zaza dil üzerine seminerler verme, konuşmalar yapma görevi verilen ve Yahudi Alman öğretmenlerinin bu siyasi tezleri üzerinde çalışma yapan yerli akademisyen Zülfü Selcan gibi Kirmanckî konuşan Dêrsim’li Kürtleri, yardımcı bilim insanları(!) ve dilbilimcilerini Pentagon’da oturan uluslararası saldırgan Semitik tüccarlarının paralarıyla destekleyen aracı kişilerden biri Georg Hincha’dir. Biri de Yahudi Dr. Tessa Hofmann, 1983-2015 yılına kadar „wissenschaftlihe Angestellte am Osteuropa-Institut der Freie Universität Berlin”de bilimsel çalışmalar yürüttü.

 

Asıl mesleği makine mühendisliği olan Zülfü Selcan’nın Berlin’deki geçmişi kısaca şöyle özetlenebilir: Selcan; Haydar Dalgalı, Haydar Gündoğdu, Ömer Çoşkun, Arif Turan, Sait Bingöl, Sahri Demir gibi Kürt arkadaşlarıyla birlikte 1975’e Berlin’in Kreuzberg semtinde, “Kultur-und Hilfsverein der Arbeiter der Türkei / Türkiye İşçi-Kültür Yardımlaşma Derneği“ diye bir Kürt dernek kurmuşlardı. Avrupa’daki Kürtler artık tarihleri başkaları tarafından yazılmasın diye Türkiye devrimcilerden ayrı örgütlenmeye gitmeye başladılar. Fakat o dönemde (Kürdistan uluslararası bir sömürge statüsünde olduğu için olacak ki) Avrupa’da da hâlâ Kürt ve Kürdistan kelimesi adı altında bir kurum kurmak hem politik kaygılardan hem de Alman Hükümeti tarafından kabul görmeyeceğinden ve yardım almayacaklarından dolayı “Kultur-und Hilfsverein der Arbeiter der Türkei” ismini vurmuşlardı. Kürt ve Kürdistan isminden yoksun olarak 1975’te Berlin, Munih ve Franfurt am Main’da bu isimler altında kurulan derneklerin kurucuları Kürt öğretmenleri, aydınları ve devrimcileriydi. Berlin’de hazırlıkları 1974 yılın sonunda yapılan ve 1975 yılında resmi olarak çalışmalarına başlayan “Kultur-und Hilfsverein der Arbeiter der Türkei” ismindeki derneğin kurucuları şunlardır: Haydar Dalgalı, Haydar Gündoğdu, Ömer Çoşkun, Arif Turan, Sait Bingöl, Sabri Demir, Zülfü Selcan ve soyadını hatırlamadığımız öğretmen Abdulbahri Bey’di. Zülfü Bey, o zaman Kürt olduğunu, konuştuğu Kirmancki (Zazaki) lehçesinin asıl en eski Kürtçe olduğunu söylüyordu. Ve Kirmancki ve Kurmanci lehçelerini karşılaştıran gramer çalışmasını hazırlamaya çalışıyordu. Bu çalışmasında Kirmacki (Zazaki) Kürtçe’nin Kurmanci lehçesinden ayrı bir dil olarak göstermeye çalışan Avrupa merkezci ideolojiyi savunan görüşlere yanıt veriyordu ve Zazaca’nın da Kürtçe’nin lehçelerinden biri olduğunu savunuyordu.

 

Gelgelelim 1979 yılında Avrupa’daki Kürt dernekleri KOMKAR adı altında federasyona gitti. Sülfü Selcan 1979’de Frankfurt am Main’de yapılan KOMKAR’ın kuruluş Kongresinde genel sekreterliği aday oldu. Bir de iki gün süren bu kongrede sahneye çıkıp Kürtçe’nin Kırmancki lehçesinde Türküler söyleyecekti. Fakat KOMKAR Genel Başkanı A. Uçar, Genel Sekreterliğe de A. Saydam seçilip, kendisi genel sekreter olmayınca, sahneye çıkıp türkü söylemeyince çok kızdı, bazı üyeleri peşine takıp kongreyi terk ettiği gibi, Berlin’e döndüğünde derneğin bütün dokümanlarını da beraberinde alıp götürdü ve çoktan beri yanına gidip geldiği öğretmeni Alman dilbilimcisi Georg Hincha’nın “Zazaca Kürtçe değil, Zazalar Kürt değildir” diyen Zazacılık tezlerine dört elle sarılmaya başladı. Georg Hincha, nasıl uydurduysa bilmiyorum mesleği makine mühendisi olan Zülfü Selcan’a Berlin Teknik Üniversitesi’nde bizim bilmediğimiz özel bir görev verdi ve Kürt çocuklarına İranistik bölümü altında özel Zazaca dil seminerleri vermeye ve sunumlar yapmaya başladı. O şahıs orada 2010 yılına kadar Dêrsim, Gımgım, Maraş bölgelerinden gelen Kürt çocuklarına, “Zazaca Kürtçe değil, Zaza millettin konuştuğu bir dildir.” diye yıllarca özel seminerler ve sunumlar verdi. Bu özel seminerlerin paralarını Technische Universität Berlin mi ödüyordu, yoksa başka gizli bir kurum mu ödüyordu Georg Hincha’dan başka bilen yok. Çünkü bizim bildiğimiz kadarıyla Berlin Teknik Üniversitesi’nde Zazaki kürsüsü ya da bölümü yok.

 

4. 1979’DA FRANKFURT AM MAIN’DE YAPILAN KOMKAR’IN KURULUŞ KONGRESİ

 

Kemal Burkay, 1979’da Frankfurt am Main’de yapılan KOMKAR’ın kuruluş kongresine katılan Zülfü Selcan’ı, Deng yayınları’ndan çıkan ANILAR-BELGELER kitabında şöyle anlatıyor:

“Bu Kongre sırasında bize ters düşen başkaları da oldu. Bunlardan biri Zülfi idi. Dêrsim’li Zülfi’nin sazı ve sesi hoştu. Dêrsim yöresinin türkülerini yanık bir sesle söylerdi. Bize, Zaza lehçesinden bu türkülerin bir bölümünü Özgürlük Yolu’nda yayınlamıştık. Zülfi’nin zayıf tarafı çalışma çalışma arkadaşlarıyla bir türlü uyum sağlayamaması idi. Berlin’de kalıyordu ve yallardır dernekte hep sorundu. Yönetimimde kim olursa olsun, Zülfi’nin başı onlarla hep dertte idi! Öyle ki artık tüm arkadaş çevresi onunla ilgili olarak illallah demişti.

 

KOMKAR Kongresi iki gün sürdü. Birinci günün akşamı bir eğlence programı düzenlenmişti ve programda Zülfi’nin türkü söylemesi de vardı. Ama Berlin ekibi Zülfi’nin türkü söylemesine karşı çıktı. ‘Bu adam Berlin’de bizi hiçe sayıyor, bildiğini okuyor, burada da KOMKAR’a dayanarak çıkıp kitle önünde hava atıyor. Zülfi sahneye çıkmamalı!’ dediler.

 

Bu nedenle Berlin derneğinin dediği oldu ve Zülfi sahneye çıkarılmadı. Bu da Zülfi’nin bizden kopuşuna yol açtı. Yalnız KOMKAR’la değil, Parti ile de ilişkilerini kopardı ve ideolojik olarak da olumsuz bir çizgiye sürüklendi.

 

Zülfi daha önce, Zaza (Kirmancki) lehçesi üzerine, onu Kurmanci ile karşılaştırmalı olarak ele alan bir gramer kitabı hazırlamıştı. Çalışması fena değildi. Bu kitap, Zazacayı Kürtçe’den ayrı bir dil olarak gösteren kimi görüşlere cevap veriyordu ve Zazaca’nın da Kürtçe’nin lehçelerinden biri olduğunu ateşlice savunuyordu. Çalışmasını yayınlamak için bize vermişti. Yayına uygun bulduk; hem de bir boşluğu doldunacaktı. Ancak, Zülfi’nin uzunca önsözünde Türk dili ve Türklerle ilgili olarak küçümseyici, hatta ırkçı sayılabilecek kimi görüşler vardı. Kendisiyle konuştuk, bu tür değerlendirmelerin hoş olmadığını, bunları düzeltmesini istedik. Tam o arada da KOMKAR’ın kuruluş kongresi ve Zülfi’yi olumsuzluğa iten söz konusu gelişmeler yaşandı ve bu çalışma öylece kaldı. İşin ilginç tarafı, Zülfi, bu olaydan sonra 180 derece bir dönüş yaparak Zazaların Kürt olmadığını, Zazaca’nın ayrı bir dil olduğu görüşüne sarıldı!

 

Kimi insanlar için duygular akılda çok önde geliyor. Böyleleri duygularına kapılıp inançlarını, düne kadar ısrarla savundukları düşünceleri, ilkeleri bir çırpıda bir yana itebiliyorlar. Buna politik yaşamda birçok kez tanık oldum ve bu mide bulandırıcı şeyi yıllar içinde artık kanıksadım.”[2] 

 

5. Zamanlaması projenin siyasi olduğunu ortaya çıkarıyor

 

Şimdi biraz da bu Batı’nın Oryantalist düşünceyle Zazacılık projesini geliştirdikleri bir dönemde, NATO ve küresel emperyalist güçlerin tam destek verdikleri Doğu’daki ileri karakolları olan Türkiye’nin ‘uygarlık yıkıcı devşirme Türk ordusu’ eliyle Kürtlere katliam ve soykırımların devreye sokulduğu ve Ortadoğu’nun yeniden dizayn edildiği zaman sürecini incelersek, projenin siyasi olduğunu daha net görmüş olacağız!

 

1990’lardan sonra Avrupa Üniversitelerinde Zazaki dil üzerine seminerler veren ve konuşmalar yapan Avrupalı profesörler çoğalmaya başladı. Georg Hincha 1995’de TU Berlin’den (Technische Universität Berlin) emekliye ayrılınca onun görevini ağırlıklı olarak Hamburg Üniversitesi’ndeki dilbilimcileri üstlendi. Bu profesörler ve akademisyenlerin birçoğu Kirmanckî (Zazakî) dilinden pek bir şey anlamıyorlardı. İngiliz Kraliyet Ailesi için çalışan Tavistock Enstitüsü devreye girerek hâkim oldukları Batı kurumlarına, üniversitelerine, “Zazaca Kürtçe değil, kendi başına bir dildir. Zazalar Kürt değildir!” tezlerini işletmeye başladı.

 

Bunlardan ayrı olarak Zazaki (Zazaca) 2009 yılında UNESCO’nun kaybolma riski taşıyan diller listesine alındı. Bu Avrupalıların sahte gözyaşlarıydı. UNESCO Birleşmiş Milletler’in uzmanlık Kuruluşudur. Birleşmiş Milletler, Ortadoğu’nun 60 milyonluk nüfusu olan Kürtlere, Zazalara neden sahip çıkmıyor? Neden onların Ortadoğu’daki tiran ulus-devletler tarafından katliam ve soykırımlardan geçirmelerine seyirci kalıyor? Neden hep, ”kaygı duyuyoruz” boş açıklamalar dışında hiçbir şey yapmıyor?

 

İngilizler, modern sömürgecilik döneminin ulus-devlet çağında bölgesel iktidarlarını koruyup kollamak amacıyla “kendilerine karşı savaşan generalleri, politikacıları devşirilerek İngiliz monarşisine bağlı önemli askeri, siyasi ve haber alma pozisyonlarına getirdikleri”(3) ajanlarının emrine verdikleri kişilikleri iğdiş edilmiş cellatlar ordusu (devşirmeler ordusu) eliyle Kirmanckî (Zazakî) ve Kurmarcî dilini konuşan Kürt halkını katliam ve soykırımlarla ortadan kaldırmayı yeterli görmemiş olacaklar ki, onların tekrar küllerinden kendilerini var ederek özgürlük mücadelelerine başladıkları bir dönemde; böl, parçala yönet siyasetiyle “Zazaca’nın ayrı bir dil, Zazaların da ayrı bir millet olduğu” teorilerini maaş verdikleri üniversiteli dilbilimcileri tarafından yaymaya çalışmaları manidardır.

 

Zamanlaması da, bu Zazacılık projesinin Avrupalıların siyasi bir projesi olduğunu açıkça göstermektedir: NATO-Gladiosu tarafından 1986’da gerçekleştirilen Olaf Palma cinayetinin PKK’nın üstüne atılması. Ki yıllar sonra İsveç devleti Olaf Palma cinayetini PKK’nın yapmadığını açıklamak zorunda kaldı. Ama olan Kürtlere olmuştu. NATO boşu boşuna suçsuz Kürtlere bedel ödetmişti. 1989’da ne olduğu belirsiz “Düsseldorf Davası” olarak bilinen davada, Almanya Kürt siyasetçileri ve devrimcilerini kendi yasalarını da ihlal ederek göstermelik mahkemelerde hukuksuzca yargılamaya başladı. Kürtler bu davada neyle suçlandıklarını bilmiyorlardı. Alman yargıçlar da Kürtleri neyle suçlayacaklarını bilmiyorlardı.

 

Düsseldorf Davası avukatlarından Edith Lunnebach, mahkemede yaşanan hukuksuzluğu şöyle anlatıyordu: “PKK yasağı öncesinde 1989’da Kürt siyasetçilere yönelik gerçekleşen Düsseldorf Davası’nda Almanya kendi yasalarını da ihlal ederek birçok hukuksuzluğa imza attı. Almanya’da ilk defa bir mahkemede müvekkil ve avukat arasına demir bariyerler yerleştirildi. Savunma avukatlarına kayyum atandı, Almanya Türkiye’nin verdiği belgelerle yargılama yaptı.”

 

Neyse ki 3-4 yıl sonra 300’ler Komitesi’nin adamı §§ 129a/b yasasıyla imdatlarına kavuştu. 1993 yılında CDU Partisinden İçişleri bakanı olan Manfred Kanther tarafından §§ 129a/b yasasıyla NATO’dan gelen emirler çerçevesinde hem Kürdistan İşçi Partisi’ni Avrupa’da ilk defa “terörist örgütler listesine” alınmasını sağladı; ardından diğer Avrupa ülkeleri ve ABD’nin de PKK’yi “terörist örgütler listesine” alarak yurt dışında Kürtleri kiriminalize etmeye çalışmaları başladı. Hem de aynı §§ 129a/b yasasıyla “Düsseldorf Davası”ndaki tutuklu Kürt siyasetçileri ve devrimcileri yargılamak için yargıçların eline yukardan gelen emirler üzerine çıkarttığı yasayla cezalandırmalarını sağladı. Ve Türkiye’de Çiller-Güreş-Ağar Hükümeti 17 bin faili meçhul (belli) cinayet işlemekle meşgul oldukları, dört bin Kürt köyünü yakıp yıktıkları bir dönemde bazı Avrupalı dilbilimcileri de gözümüzün içine, “Zazaca kendi başına bir dildir, Kürtçe değildir. Zazalar Kürt değildir” projelerini sokuyorlardı.

 

6. Prusya İmparatorluğu’n Profesörü Oskar Mann’ın Zaza projesi

 

Almanlar yüz yıl önce dilbilimci Karl Hadank’ın (1882-1945), Prusya İmparatorluğu’n profesörlük unvanı alan Oskar Mann’dan (1867-1917) devralarak geliştirdiği “Mundarten der Zâzâ” çalışmasında Oryantalist bir düşünceyle “İran dilleri arasına yer verdiği Kürt dilleriyle ilişkili Zazaki’nin (Dımılkî’nin) Kürtçe’nin Kurmancî ve Sorânî lehçelerinden farklı bazı özellikler gösterdiğini belirten” ve ayrımcılığı kışkırtan projelerini Ortadoğu’yu yeniden dizayn ettikleri bir dönemde yeniden hortlattılar!

 

Ne olmuştu 150 yıl önce? Zazacılık akımı ve düşüncesi; 150 yıl önce Osmanlı İmparatorluğu üzerinde egemenlik kurmak isteyen Prusya İmparatorluğun Doğu halkları hakkındaki fikridir. O dönemde Kraliyet Prusya Bilimler Akademisi adına yakın Doğu’ya Prusya İmparatorluğu’nun Profesörlük unvanını almış olan Oskar Mann orda yaşayan halkların etnik kökenini araştırmak üzere 1901- 1907 yılları arasında iki kez o bölgeye gidip geldi.  Farklı iki lehçenin konuştuğunu görüyor. Ulus-devlet çağında Oryantalist bir düşünceyle farklı dil konuşuluyorsa, farklı iki halk düşüncesine vardırıyor onu. Ve Prusya İmparatorluğun Zazacılık projesine böyle başlıyor. Oryantalist Oskar Mann’ın 1917’de ölümünden sonra onun yarıda kalan çalışmalarını ve görevini Alman dilbilimcisi Karl Hadank tamamlıyor.

 

Karl Hadank, 1919-1945 yılları arasında Berlin'de İran dilleri ve Ortadoğu dilleri üzerinde çalışmıştır. Şimdi sormazlar mı? Yüzyıldır neredeydiniz? Yeni mi uyandınız? Oskar Mann ve Karl Hadank’ın çok erken zamanlarda, yani Osmanlı’nın yirmi dört ulus-devlete ayrıldığı, her ulusa bir dil inşa etmeye çalışan Batı’nın neden bu Zazacılık projelerini yüz yıl zulada beklettikten sonra, Ortadoğu’nun yeniden dizayn edildiği bir dönemde yeniden işlemeye başladıklarını aşağıda açıklayacağız. Ondan önce bu “Zazacanın ayrı bir dil olduğu” teorileri, yüz yıl önce Rothschild’lerin ve Prusya İmparatorluğun Doğu misyonerliğine soyunan ve Batı’nın çıkarlarını gözetleyen Alman dilbilimcileri Peter I. Lerch, Oskar Mann ve Karl Hadank gibi birkaç kişinin iddia ettiğini belirtelim. Alman tarihçiler ve öbür dilbilimciler Kirmancî, yani “Zazakî’nin ayrı bir dil, Zazaların da ayrı bir millet olduğunu” söylemiyorlardı! O devletçi dilbilimcilerine sormak gerekiyor: Ne oldu size? Avrupalılar Anadolu ve Kürdistan halklarını soykırımdan geçirme planlarını yapıp İttihatçı cellatları eliyle yok etmeye çalıştıkları bir halkın dili olan Zazaca (Kirmancî) için nasıl da timsah göz yaşlarını dökmeye çalışıyorlardı!

 

Avrupa’nın resmi üniversitelerinde görev verilen bazı dilbilimcileri, “Umarız Zazaca hayatta kalmayı başarır ve gelişir.” diyorlardı.  Zaten o Avrupalı atalarınız zehirli gaz, savaş uçakları ve modern silahlar vererek Doğu’daki devşirme Türk cellatları eliyle o dili konuşan halkı Koçgiri, Dêrsim, Bingöl-Amed, Ağrı-Zilan’da yok etmeye çalıştıklarında o dili yok etmişlerdir! Tıpkı Avrupa’dan paralı asker götürüp Amerika’da 300 yıl boyunca soykırımdan geçirdiğiniz Ohloniler (Kızılderililer) gibi. Artık Avrupa’dan paralı asker bulamadığınız için Avrupa merkezci ırkçı Türk milliyetçiliğiyle beyinlerin yıkayıp yerli halklara düşman ettiğiniz İttihatçı cellatlarınıza yaptırdınız bütün o insanlık suçlarınızı!

 

Avrupa’da Kürt Özgürlük Hareketine karşı savaş açan NATO karargâhı Almanya’daydı. Onun için 300’ler Komitesi’nin askeri örgütü olan NATO’dan İçişleri bakanı Manfred Kanther’e gelen emirler üzerine önce özel yasalarla Kürt siyasetçilerini yargılamaya, Kürtleri, derneklerini, sivil toplum örgütlerini kiriminalize ederek dünya kamuoyuna “terörist” olarak göstermeye çalışarak karalamaya başladılar. Sonra dillerinde ayrışmalar yaptılar. “Zazacanın kendi başına ayrı bir dil, Zazaların da ayrı bir halk olduğu” projelerini de Almanya’daki Technische Universität Berlin’de teorisini yenileyip yaratarak vücuduna ruh verdiler.

 

Aslında Avrupa siyasetiyle soykırım dayatılan Kürtler kırk yıldan beri NATO ile savaş halindeydiler. Biz bu gerçekleri kabul etsek de, etmesek de, hakikat böyledir. Son iki yıldan beri dünya çapında devam eden, "Öcalan'a Özgürlük Kürt Sorununa Çözüm" kampanyasına katılan 69 Nobel ödüllü bilim insanları ve tanınmış yazarların Avrupa kurumlarına yazdıkları mektuplarda bu gerçekleri dile getirdiler. Batı ülkelerinin Kürtlerin son önderleri Öcalan’ı uluslararası bir komplo ile tutuklayıp koydukları İmralı cezaevinde, Türkiye’ye sadece ve sadece gardiyanlık görevini vermişlerdi. Öcalan, kurduğu örgütünün Türkiye ile değil, kırk yıldan beni NATO ile savaş halinde olduğunu çok biliyordu. Bu yüzden, doğasına ve kimliğine sahip çıkan Kürt halkında bir bilinçlenme düzeyi oluştuktan sonra, yel değirmenlerine saldıran Don Kişot örneği gibi Türkiye ile yürütülen gerilla savaşın artık anlamını yitirdiğini anladı. NATO’nun, Batı’nın, modern kapitalist sistemin ve savaş lobilerin oyunlarını bozarak gerillaya silah bıraktırdı. Kürt sorununu, Türkiye ile savaşmadan siyasi alanda çözebileceğini beyan etti. Fakat iradesini Batı’ya, uygarlık güçlerine teslim etmiş, şimdiye kadar yaptıkları onca katliam ve soykırımlarla yüzleşmemiş ve hâlâ Türkleştirme projelerinin yürürlükte olduğu bir dönemde devşirme Türk politikacıların bu yüz yıllık Kürt sorununu çözemeyecekleri, sürüncemeye bırakacakları ortada.

 

7. Berlin’de başlatılan proje Hamburg Üniversitesi’nde devam ettirildi

 

Alman Oryantalistlerin çalışma ve incelemeleri 150 yıl önce II. Kaiser Wilhelm döneminde Türk-Alman Silah Kardeşliği ile birlikte başlatıldı ve birbirine paralel yürümektedir. Alman Oryantalistleri Berlin, Leipzig, Hamburg kentlerin üniversitelerinde Mezopotamya kültürü ve İran dilleri hakkında ‘Oryantal Çalışmalar Enstitüsü’nde öğrenim görmüş kişilerdir. Söz konusu bu Oryantalist araştırmacılar hangi niyet ve motivasyonla Mezopotamya kültürü ve İran dilleri hakkında bilgi topladıkları, neden enerji ve su kaynakların bol olduğu bu bölgeye ilgi duydukları göz ardı edilmektedir.

 

120 yıl önce Oskar Mann, ardından Karl Hardank Alman Oryantalist ve dilbilimcileri Zazalar üzerinde çalışmalar yürütmüştür. Kraliyet Prusya Bilimler Akademisi adına Ortadoğu’ya keşifler yapıp, Kürtler ve Zazalar hakkında çalışmalar yapan Oskar Mann’ın (1867-1917) ölümünden sonra onun çalışmalarını ve görevini Karl Handank yürüttü. Aryenler ve modern İran dilleri üzerine çalışmalar yaparken, Zazalara ilişkin argümanlarını ayrımcı dil siyaseti üzerinden yola çıkarak açıklamaktadır. Bunların Zazalar ve dilleri üzerinde çalışmalar yürüttüğü dönem, Batı’nın uygarlık güçlerin tarihsel projeleri çerçevesinde Ortadoğu’yu dizayn ettikleri dönemdir. Ulus-devlet projelerini Andolu’da Mustafa Kemal’a, İran’da Rıza Pehlevi’ye verince Zaza projelerini bir başka baharda kullanmak üzere buzdolabına attılar.

 

İşte Batılılar yüz yıl sonra Ortadoğu’yu yeniden dizayn ederken Zaza projelerini tekrar buzdolabından çıkardılar. TU Berlin’de (Technische Universität Berlin) çalışan prof. Dr. Georg Hincha 1995’de emekliye ayrılmasından sonra bu devlet projesini bu kez 2003 yılında Hamburg Üniversitesi’ne yeni gelen ve kariyer peşinde koşan başka bir profesöre verdiler. Bu profesöre İrani, Farsça, Kürtçe, Beluçça, Zazaca dilleri üzerine çalışma yapma görevi verildi. Bir yıl sonra 2004’de aynı üniversitede İran dil çalışmaları profesörü olarak atanan Prof. Dr. Ludwig Paul Hamburg Üniversitesi’nde artık sürekli öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı. İran dilleri olan Farsça, Kürtçe Beluçça, Zazca üzerine çalışmaları vardır. Batı Oryantalist düşünce İrani diller dedikleri (Çünkü  sadece ve sadece son iki bin yıllık resmi Fars kaynaklarına bakıyorlar) Farsça, Kürtçe, Beluçça, Zazaca dilleri üzerinde çalışmalar yaparken; o dilleri  konuşan halkların tarihi, 7-8 bin yıl geçmiş  bir dilin tarihini ve bu kadar uzun zaman için de lehçelerin azbiraz birbirinden ayrışmalarını doğal karşılayacağına, olaya siyasi bakış açasından bakarak lehçeler arasındaki ayrışmaları nasıl derinleştirip her bir lehçeyi kendi başına bir dil yapabilirim çalışmaları üzerinde yoğunlaşmaktadır.

 

Benim açımdan uygarlık güçlerin tarihsel projeleri çerçevesinde diller üzerindeki ayrımcı, oryantalist çalışması Avrupa merkezci milliyetçi düşünceye hizmet eden siyasi bir çarpıtma olayı olduğu için “İrani diler; Farsça, Kürtçe, Beluçça, Zazaca” dilleri hakkındaki çelişkili düşüncelerine katılmamız mümkün değil. Batı bilim insanların oryantalist düşüncelerini yıllar önce Edward W. Said,  ‘Oryantalizm’ kitabında eleştirerek yerle bir etti. “Oryantalizm, Avrupa merkezci uygarlığın kendi çıkarına göre yorumladığı Doğu fikridir.”

 

Prof. Dr. Georg Hincha’nın Berlin Teknik Üniversitesi’nde yaptığını, Prof. Dr. Ludwig Paul da Hamburg Üniversitesi’nde yapmaya çalıştı. Aynı İrani diller üzerinden Zazacılık projesini devam ettirmeye çalıştı. Dolayısıyla soykırımdan geçirilmekte olan bir halkın dillerine bilerek ayrımcılığı ve siyaseti karıştırdığı için ve son iki bin yıllık Pers resmi kaynaklarını inceleyerek, üniversitede birkaç yıl üzerinde çalıştığı İrani diller grubundaki ve özel olarak kendisine göre yabancı olan Kirmancî, yani Zazakî dil uzmanı olmamasına rağmen, Zazalar tarafından Zazaca uzmanı olarak gösterilir. 42 yıldan beri Berlin'de oturuyorum, Prof. Dr. Georg Hincha’nın Berlin Teknik Üniversitesi’nde bu Zazacılık projesini 1980'lerin ortalarından sonra nasıl geliştirdiğinin birebir tanığıyım. Bir kere bu siyasi Zazacılık projesinde önceleri çalıştığı ve dile siyaseti karıştırdığı için Ludwig Paul benim için Zazaca uzmanı değildi. O da zaten son beş yıldan beri "Zazaca ayrı bir dildir," düşüncelerini terk etti. Eğer hâlâ 7 yıl önceki fikrini değiştirmemiş olsaydı, Kırmancî (Zazaca) dilini karmakarışık bir dil haline getirerek yok etme görevi verilen bir Alman dilbilimcisi olarak görecektim. Buna gerek kalmadı. Avrupa’da devlete bağlı çalışan bütün resmi üniversiteler kapitalist sistemi koruyan oryantalist düşünceleri işliyor. Ona karşı alternatif bir tarih ve dilbilimi de gelişiyor.

 

8. Prof. Dr. Ludwig Paul’ın çelişkili açıklamaları

 

Georg Hincha, Tessa Hofmann ve C. M. Jacobson’unu iyi tanıyan ve onların meslektaşlarından çok sert eleştiriler aldığını bilen Prof. Dr. Ludwig Paul çok temkinli davrandığını ve çelişkili konuştuğunu biliyoruz.

 

23.04.2018 tarihinde Zeynem Arslan ile yaptığı röportajın bir yerinde, “Kürtçe, Farsça ile akrabadır. Ancak Kürtçe, Zazaca ile daha yakın akrabadır. Zazaca ve Farsca arasındaki ilişki ise o kadar yakın değildir.” diyor.

Biraz da daha aşağıda aynı röportajda bu söylediklerini inkâr ederek çelişkili ifadelerde bulunuyordu:

“Batı İrani dillerin arasındaki akrabalık derecesini söylemek pek mümkün değil.”

Eee hani Kürtçe, Zazaca ve Farsça’nın akrabalık derecelerini biliyordunuz. Bilmiyorsunuz demek ki!

Zeynem Arslan ile yaptığı röportajında şöyle devam ediyor:

“Batı İrani diller, Farsça, Kürtçe, Beluçça, Zazaca ve diğer dillerden oluşur. Burada önemli olan bilgi şudur: Batı İrani dillerin arasındaki akrabalık derecesini söylemek pek mümkün değil; ancak bu gruba mensup olan diller çok erken birbirinden ayrışmışlardır. Bu dillerin arasında bazıları birbirleriyle mesela coğrafik yakınlıktan ötürü daha yakın bir akrabalık gösterebilirler. Örneğin Proto Zazaca ile Proto Farsça veya Proto Beluçça ile Proto Kürtçe çok yakındırlar. Kürtçe ve Zazaca kanımızca çok erken birbirinden ayrılıp farklı süreçlere girdiler. Bu sürecin başlama tarihi aşağı yukarı bin yıl öncesine tekabül eder. Enteresan olan, Zazacanın Kurmanci ile yakınlığını tespit etmek oldu. Şöyle diyebiliriz: Zazaca ve Kürtçe çok eski tarihlerde birbirinden ayrıştılar ve yeni zamana doğru yeniden yakınlaştılar. Burada siyasi ve de coğrafik değişimler de duruma büyük etki yapıyorlar. Bugün Zazaca, Kurmanci’ye çok yakın. Kurmanci ise Sorani’ye. Sorani ise Farsçaya çok benziyor. Ancak bin yıl önce bu böyle değildi. O zamanlarda Proto Zazaca Proto Kürtçeden çok uzaktı.


Zazaca dilbilimsel açıdan ayrı bir dildir. Zazaca konuşan insanların Kürt olup olmadıkları tartışmasını dilbiliminden ayrı ele almak lazım.”(4)


Yukardaki paragraflarda söylenenleri bir lise öğrencisi bile yazabilir. İçi bomboş laflar. Ama sonunda Kürt Özgürlük Mücadelesinden uzak duranlara, asimile olup baskıcı rejimde kendi kimliğinden kaçanlara sığınacakları bir liman gösteriyor, Sayın Prof. Dr. Ludwig Paul: ”Zazaca dilbilimsel açıdan ayrı bir dildir.” Bir kez ayrı bil dil olduğunu kabul etsinler, gerisi gelir, düşüncesini işlemiştir.

 

24.04.2018 tarihinde Ludwig Paul, “Zazaca dilbilimsel açıdan ayrı bir dildir. Zazaca konuşan insanların Kürt olup olmadıkları tartışmasını dilbiliminden ayrı ele almak lazım.” diyor.

 

Sayın Ludwig Paul ile röportajın yapıldığı 2018 yılı Türkiye’de Zaza Dernekler Federasyonu’n kurulduğu yıldır. Hazırlıklarını ona göre yapmışlar.

 

Prof. Dr. Ludwig Paul Kürtçe üzerine yazdığı yazılarını, onunla yapılan bazı röportajları okudum. Önceki yıllar söylediği ile sonraki yıllar söyledikleri birbirine uymuyor. İki yıl sonra düşüncesinde bir yenilik mi yaşanıyor? Yoksa Kırmancî (Zazaca) konuşup kendisine Zazayım diyenlerin yanında, “Zazaca dilbilimsel açıdan ayrı bir dil olduğunu” söylüyor. Kirmanckî (Zazakî) konuşan ve kendisine Kürdüm diyenlerin yanında, “Zazaların Kürt olduğunu ve Zazakînin Kürdi bir ‘dil’ olduğunu” söyleyerek ikili mi oynuyor? Hayır.  

 

14.02.2020 tarihinde Amed’te Dicle Üniversitesi’nde sunum veren Ludwig Paul, “Zazaların Kürt olduğunu ve Zazakî’nin Kürdi bir ‘dil’ olduğunu, her dil bir millettir teorisinin doğru olmadığını, bir milletin birçok dilinin olabileceğini”(5) söylüyor.

 

Bütün bunlar birbirleriyle çelişen şeyler. Ve insanların kafasını karıştırmaktan başka bir işe yaramıyor.  

 

9. Prof. Ludwig Paul’un zamanla değişen düşünceleri

 

Fakat 2018’de  yapılan röportajda ve önceki çalışmalarında görülüyor ki,”Zazaca dilbilimsel açıdan ayrı bir dil olduğunu” ifade eden Ludwig Paul, 2020 tarihinde Dicle Üniversitesi’nde Zazacanın Kürdi bir ‘dil’ olduğunu söylüyor. Demek ki, bilimsel çalışmalarda daha önce yapılan erken değerlendirmeler, yeni bilgilerin ve olguların ortaya çıkması çalışmaları sonuncunda değişebiliyor.

 

Üniversitelerde kutular içinde çalışan bu dilbilimcileri, “dilbilimsel çalışma yöntemlerin ve tanımların kesin olarak doğru olmayacağı gibi yanlış da olmayabileceğini” çok iyi bildikleri için bilimi de çoğu zaman uygarlık güçlerin siyasi çıkarları doğrultusunda rahatlıkla kullanabiliyorlardı. Bu gerçeği bildikleri için son yüz yıldan beri Türkiye’nin baskıcı rejiminde katliam, soykırım ve siyasi asimilasyona tabi tutulan ve dilbilgisinden yoksun, kendi etnik kimliğinin farkında olmayan, hele hele Kürt Özgürlük Mücadelesinden uzak duran Kürtleri kolayca etkileyebileceklerini düşünüyorlardı. Haklılar, eğer gerçekten isteseler, öylesine güçlü ve geniş bir dilbilgisine sahipler ki, Türkiye’de konuşulan Türkçeyi bile Rusçanın bir lehçesi olarak bu dilbilgisinden yoksun ve kendi kimliğinden kaçan Kürtlere kanıtlayabilirlerdi. Ve işte bunu yapıyorlardı.

 

Nitekim 14.02.2020’de Amed’te Dicle Üniversitesi’nde, “The History of Iranian Languages” başlıklı bir sunum veren Pro. Dr. Ludwig Paul, dinleyicilerle karşılıklı konuşurken, “Her dilbilimcinin, her milletin kendince bir tarifi olduğunu, kendini ve dilini kendine göre tanımladığını, tanımlayabileceğini” söyleyen yazar Loşan Lezgin’e şöyle yanıt veriyordu: ”Doğru, eğer istersem Amerika’da konuşulan İngilizceyi Almancanın bir lehçesi olarak da kanıtlayabilirim.” diyordu.

 

Eee.. o zaman siz Kırmanckî’nin (Zazakî’nin) Kürtçe’den ayrı bir olduğunu da Kürtlüğünden kaçanlara çok kolay kanıtlayabilirsiniz değil mi!..

 

Ama lütfen Pro. Dr. Ludwig Paul, 2018 yılına kadar, “Zazacanın Kürtçe’den bağımsız bir dil olduğunu” ifade ettiğinizi, 2020’den sonra düşüncenizin değiştiğini ve “Zazacanın Kürdi dil olduğu” fikrine vardığınızı şu Zazalara ya da Zaza Dernekler Federasyonu’na söyleyin bir zahmet!

 

10. Kürtçe (Zazakî-Kurmancî) Farsçadan çok daha eski bir dildir

 

Alman Tarihçisi Prof. Egon Freiherr von Eickstedt, “Türken, Kurden und Iraner Seit dem Altertum” kitabında şöyle yazıyor:

 

”Kambudşiya’nın oğlu Kuraş (II. Kyros M.Ö.559-529) büyük devletini kurdu. Bu çengel burunlu adam Medlerin ülkesini de zaptetti. Hemen ardından Lidya ve Babil’i aldı. Kros’un damadı ve kendisine dördüncü dereceden kuzen olan v sarışın Ahemenidlerle övünen büyük Darayawahuş (Darius) M.Ö. 521-486 dünyanın o zaman bilinen diğer ülkelerini aldı.

 

Böylece sonradan gelen kan İskit-ari ırkından olan bu aşiretler güçlülükle Kassitlerin ülkesinde bir sığıntıyken, sonradan dünyanın en güç devletini kurmayı başardılar Ve İskitler olsun, mecburiyet karşısında güney Rusya’nın Khoaresmiş steplerinden buraya akan göçmenlerdi. Bunlardan İskitler (M.Ö. 635-625) Medlerin ülkesine gelince, Medlerin kurdukları düzeni alt üst edip kendilerini egemen oldular.”(6)

 

Bir kere 2018’den önce Pro. Dr. Ludwig Paul’un Farsçayı Kürtçe ile karşılaştırması büyük bir hata idi. Burada baltayı taşa vurduğunu anladı, bir. İkincisi Pro. Dr. Ludwig Paul, Kirmancî (Zazakî) ve Kurmancî sözcüklerin yüzde %85 ile %93’cün aynı kökten geldiğini daha önce bilmiyordu ve Kürtçe’nin diyalektiğinden haberi var, ama yokmuş gibi davranıyordu. Üçüncüsü, Neolitik devrimden beri Pro-Kürt Hurrilerin dili en 8-9 bin yıllık çok eski bir dil olduğunu unutmuştu. Farsçanın tarih sahnesine çıkışı ise Medler dönemi olduğunu ve 2600 yıllık bir geçmişi olduğunun farkına vardı. Fikri değişmemiş olsaydı biz kendisine sorardık: “Siz nasıl bu dili İran-Fars dil grubunun ağaç dalında görüyorsunuz ve çalışmalarınızı yanlış zemin üçerinde inşa ediyorsunuz?  Yanlış ile başlarsanız o iş sizi yanlışa götürür. Kürtçe ve Zazaca Farsça’dan binlerce yıl çok daha eski biri dil olmasına rağmen, onları Farsça alanında açıklamaya çalışıyorsunuz. Son iki bin yıllık resmi Fars kaynaklarına bakarak Kürtçe’nin Kirmanckî ve Kurmancî lehçelerini anlama ve incelemin yeterli olmadığını biliyorsunuz. Peki o zaman profesör olarak neden bilerek hata ve yanlış yapmaya çalışıyorsunuz?”

 

İyi ki Pro. Dr. Ludwig Paul dil çalışmaları konuşunda bir devrim yaparak düşüncelerinde değişiklik oldu da, bu zor sorularımızı yanıtlamaktan kurtuldu.

 

Alman Oryantalist dilbilimcilerin Kürtlerin dillerini yamaladıkları Persler M.Ö. 635 tarihlerinde “Rusya’nın Khoaresmiş steplerinden” Kürtlerin ataları olan Kassitlerin ülkesine geldiklerinde hiçbir şeyleri yoktu. Kassitler çok insancıl davrandılar.

 

Ve kendi dillerinde: Çîye de ne parseka çîno. Taye hard ciderîme pe îdare xo bikere.” diyorlar.

Türkçesi anlamı şöyle: ”Bu dilencilerin hiçbir şeyleri yok. Biraz toprak verelim, kendi idarelerini yapsınlar.”

 

Pers ismi Kassitlerin onlara söylediği Parsek kelimesinin kökeninden geliyor. Yani Perslere isim verenler de Kürtler. Bunların nasıl damat olarak Medlerin sarayına girdiğini, kayınpederin sarayına ve imparatorluğuna nasıl ve hangi hilelerle sahip olduğunu, o dönemki uygarlık güçlerin bu Kafkasya göçmenlerini nasıl yerli halklara ve komşu ülkelere saldırtan bir güç olarak kullandığını burada anlatacak değilim. Ama iktidara geldikten sonra Kürtlerin binlerce yıllık kültürleri, inançları ve dilleri üzerine kondular. Kendi hanelerine yazdılar. İktidara ilk geldiklerinde, -tıpkı 1930’larda Türkiye’de Türkçe kelimelerin % 70’sini Kürtçe, Farsça, Arapça kelimelerinden oluşturdukları gibi- dillerindeki kelimelerin % 70-75’si Kürtçe, Babilce ve Süryanice kelimelerden alıp dillerini oluşturdular

 

11. Almanya’da ideolojisi oluşturulan proje Türkiye’de pratiğe uygulandı

 

Böylece Avrupalı dilbilimcileri tarafından 30-40 yıl boyunca teorisi üretilip hazırlanan Zaza projesi, Batı’nın “Ilımlı İslam Projesi’nin” başlatılmasıyla birlikte Türkiye’de uygulamaya konuldu. O güne kadar Zazaca’yı Kürtçe’nin bir lehçe olarak, Zazaları da Kürt olarak gören Türkiye, Ilımlı İslam Projesi’nin başına getirilen Erdoğan’ın iktidara getirilmesiyle 2000 yılların başından sonra artık Avrupalı dilbilimcilerin geliştirdikleri “Zaza Dili, Zaza milliyeti” düşüncesini anlayışla karşılamaya başlayarak az biraz rahatladı. Hiç olmazsa Kürtlerin “Zazalar” dedikleri kesimleri Kürt Özgürlük Hareketinden uzaklaştırmayı başarmışlardı. Zazaları ve Alevileri; Kürt Özgürlük Hareketin verdiği mücadeleden koparabilirlerse, uzak tutabilirlerse rahatlayacaklardı. Bu rahatlamayla Türkiye oltaya takılıp, akvaryuma aktardığı balıklarına yem vermeye başladı. Ve Türkiye’nin Almanya’daki bir numaralı yerli akademisyen-işbirlikçi Zazacı Selcan Bey’e  2011’de Dêrsim’de iş gösterdiler.

 

Türkiye’de tahminen 36-37 milyon Kürt yaşamaktadır. Cumhuriyet son yüz yılda bu Kürt nüfusun 5-6 milyonunu tümüyle Türkleştirdi. Onlar şimdi kendilerine, ”Bız Tırkız” diyorlar. Kirmanckî (Zazakî) konuşan Kürtleri de dil bazında “Siz Kürt değilsiniz, Zazasınız” diye beyaz soykırımla asimile edip ayrı bir halk olarak ayırabilirlerse, Kürtleri daha kolay yok edebileceklerini sanıyorlar. Zaten Kürt oldukları halde Kürtlüklerinden uzak kaçanlar, altı bin yıllık geçmiş tarihlerini bilmeyenler, Kürt Özgürlük Hareketine karşı tavır takınanlar, Köy korucuları, HÜDA-PAR, MHP’li Kürtlerin sığındıkları devlet korunaklı limanlardır, Zazacılık. 

 

Bir başka Avrupa ülkesinde Zazacılık yapma görevi verilen ve bir zamanlar MİT ile birlikte çalışan eski solcu Ebubekir Pamukçu, İsveç’te Kirmanckî konuşan Kürt çocuklarına, “siz Kürt değilsiniz, Zazasınız. Zazalar ayrı bir millettir.” diye yıllarca Stockholm’de Zaza kurslarını düzenlemişti. Pamukçu, 1991 yılında Stockholm’de vefat etti. Yoksa onu da Zazacı Selcan gibi Tunceli Üniversitesi’nde Zaza Dili ve Edebiyatı Bölümü Başkanlığına getireceklerdi!

 

Alman dilbilimcileri tarafından yetiştirilen Zülfü Selcan, Tunceli Üniversitesinde “Zaza Dili ve Edebiyatı Bölümü’nün” açılması ile birlikte 2011 yılında Dêrsim’e gönderildi. Şimdi Dêrsim’de uygarlık yıkıcı Türk egemenlik sistemin asimilasyoncu “Tunceli Üniversitesi’nde” Kürt çocuklarının beyinlerini -Newroz hikâyesinde olduğu gibi- Dehak’a yediriyor. Tunceli, Dêrsim’de yaşayan halkın katliam ve soykırımlarla ortadan kaldırma, ekolojik-kırım politikasıyla doğasını ve inancını yok etmenin adıdır. Dêrsimliler hiçbir zaman bu ismi kabul etmedi. Kürtçe’nin Kirmancî ve Kurmancî lehçelerini konuşan Dêrsimliler hiçbir zaman kendilerine “biz Zazayız“ demezler. Zazalar, tıpkı Tunceli ismi gibi onlara yabancılar tarafından yakıştırılan bir takma isimdir. Selcan’ın, Semitik tüccarların tarihsel programları çerçevesinde “Tunceli Üniversitesi’nde” Zaza dili öğretmenleri yetiştiriyor olması hangi güçlere çalıştığının göstergesidir.

 

12. Kürt dillerin Latin ‘Bedirhan Alfabesi’

 

Kürtçe dil lehçelerinin standart yazılması için Kürt dillerinin Alfabesini 1930 yılında Şam’da Celadet Ali Bedirhan tarafından hazırlandı. Bedirhan’nın  oluşturduğu Kürtçe Alfabede 31 harf var. Vate çalışma grubu, Înstîtutê Ziwan û Kulturê Kirmanckî, Kurdisches Institut für Wissenschaf und Forsch e. V. , birçok Kürt Enstitüleri, Kirmancî ve Kurmancî dahil olmak üzere hemen hemen Kürtçenin bütün lehçeleri okul ve yayınlarında ‘Bedirhan alfabesi’ni esas alırlar.

 

Kürtçe’nin Latin ‘Bedirhan Alfabesi’ndeki 31 harf şunlardır:

( A B C Ç D E Ê F G H I Î J K L M N O P Q R S Ş T U Û V W X Y Z )

 

13. Zazaların Jacobson alfabesi

 

Batı istibarat örgütlerin Soğuk Savaş döneminde önce Almanya üniversitelerinde, daha sonra bütün Avrupa üniversitelerinde kullandıkları Yahudi dil bilimcisi Georg Hincha ve akademisyen Tessa Hofmann’a yardımcı olan Amerikalı dil bilimci Yahudi misyoner C. M. Jacobson tarafından 1990’larda hazırlanan ve kullanılması için Frankfurt Zaza Dil Enstitüsü eline verilen “Jacobson Zaza Alfabesi” var. Zazaların Jacobson dedikleri alfabede 32 harf vardır:

 

( A B C Ç D E Ê F G Ğ H I İ J K L M N O P Q R S Ş T U Û V W X Y Z )

 

14. Zazaların Zülfü Selcan Alfabesi

 

Birçok bilim insanı ve akademisyenlerin üniversitelerden atıldığı bir dönemde, Almanya’dan transfer edilerek Tunceli Üniversitesinde “Zaza Dili ve Edebiyatı Bölümü’nün başına getirilen makine mühendisi Zülfü Selcan kendisini dil bilimcisi sanarak o da Zazaca’yı (Kirmanckî) daha karmaşık hale getirip anlaşılmaz kılmak için yeni harfler ekleyip, yeni bir “Zazaca Alfabe” uydurdu. Türkiye’de sol, sosyal demokrat ve bilim insanı diye geçinen devşirme Türklerin tuhaf bir hastalığıdır; her zaman sol örgütler, siyasi partiler hiç farkına varmadan kendilerini işlevsiz kılmak için sürekli bölünürler; bölündükçe isimlerine yeni harfler ekleme durumları Selcan Bey gibi alfabeyi daha da karmakarışık hale getirmekten kurtulamazlar.

 

İşte buna da,  Zülfü Selcan Alfabesi” adını vererek Rehber’in Dêrsim halkına yaptığı tarihi ihaneti tekrarladı. Parantez içinde üst ve altında noktası olan harfleri saymazsak “Jacobson Zaza Alfabesi” gibi 32 harf var. Sayarsak, herhalde bir farklılık olsun ve kendisini uygarlık güçlerine hizmet etmede görünür kılmak istemiş olmalı ki Alfabesindeki harfleri 36, üstü noktalı Ẋ harfini de eklersek 37 harf var.

 

Zülfü Selcan Zaza Alfabesindeki 37 harfler şöyledir:

( A B C Ç (Ḉ) D E Ê F G H (Ḥ) I İ K (Ḳ) L M N O P (Ṗ) Q R (Ṙ) S Ş T (Ṭ) U Ü V W X (Ẋ) Y Z)

( a b c ç (ḉ) d e ê f g h (ḥ) ı i k (ḳ) l m n o p (ṗ) q r (ṙ) s ş t (ṭ) u ü v w x ẋ y z)

 

15. Vate Dergisi

 

Şunu da kısaca belirtmek istiyorum ki, Avrupa merkezci milliyetçilik anlayışıyla geliştirilen “Zazaca Kürtçe değildir, Zazalar ayrı bir millettir” teorilerini kabul etmeyip, lehçeler arasındaki siyasi ayrımcılığı sert bir şekilde eleştiren Kürt kurumları da vardır. Bunların başında 1977 yılında İsveç’in başkenti Stockhol’da Kirmanckî dili üzerine yayın hayatına başlayan Vate Dergisi var. İlk 20 sayısını İsveç’te yayımlayan Vate Dergisi 2003 yılından beri İstanbul’da yayınlanmaktadır. Vate Çalışma Grubu’nda çalışanlar ‘Bedirhan Alfabesi’ni kullanıyorlar. “Stockhol’da kurulan Vate Çalışma Grubu, 1996’dan 2021’e kadar 33 toplantı gerçekleştirdi. Bu toplantılarda Kirmanckî yazı dili için gerekli standardizasyon çalışmaları yapıldı. Günlük dilde en çok kullanılan sözcükler tespit edilip standardize edildi. 70. Sayısını çıkaran Vate Çalışma Grubu, bir araya geldikleri toplantılarında yazı dili için standart olarak belirlenen on bini aşan temel sözcük ve bunların elli bin varyantı, iki sözlük biçiminde yayınlandı. ” (Vate Yayınları)

 

Kirmanckî (Zaza) dili üzerinde çalışmalar yapan “Înstîtutê Ziwan û Kulturê Kirmancî (Zaza) -IKK-e.V” 20.11.2001 tarihinde Berlin’de kuruldu. Înstîtutê Ziwan û Kulturê Kirmancî kurumun ilk çalışmalarında onlarca Kürt yazar ve aydınları yer alıyordu. Daha sonra bu ilk aydın ve yazarlar grubuna onlanca Dêrsim ve Gımgım’ın yurtsever aydınları yazarları, sanatçıları da katılarak, bu dili koruyalım, konuşalım, geliştirelim diye büyük katkılar sundular ve sunmaya devam ediyorlar.

 

Öbür tarafta 1990’ların başında Berlin’de Kurmancî dili ağırlıklı çalışan Kurdisches Institut für Wissenschaf und Forsch e. V. diye başka bir kurum daha vardı. Orada çalışan arkadaşlar da Kirmanckî (Zazakî) dili üzerinde çalışan arkadaşlara yardımcı oluyorlardı. Avrupa Üniversitelerindeki Zaza dili seminerler veren maaşlı resmi dilbilimcilerin görevi, bu Vate Dergisi’ni çıkaranlara, Înstîtutêlerde kendi diline, kültürüne gönüllü sahip çıkıp çalışan Kürt aydınlarının, yazarlarının ve yurtseverlerin değerli akademik çalışmalarını engellemekti.

 

16. Zülfü Selcan’ın Berlin Zaza seminerleri

 

Doğrusu Avrupalı politik dilbilimcilerin resmi üniversitelerde geliştirdikleri bu Zazacılık düşüncelerini başlangıçta biz fazla anlamadık, fazlasıyla seyirci kaldık, tarihi gerçekler ortadayken bu kadar ileri gideceklerini tahmin edemiyorduk. Zaten bu Batılı dilbilimcileri de Kürtlerin tarihini ya doğru dürüst bilmiyorlardı ya da çok eski tarihlerini inkâr ediyorlardı. Bilenler de Kürtlerin ön ataları Medler’den öteye gidemiyorlardı.

 

Ben dört yıl Batı Almanya’da oturduktan sonra 1984’te Berlin’e geçtim, orada yaşamaya başladım.  1987 yılında Darmstadt’a oturan Gımgım’lı genç bir köylüm bana misafir oldu. İsmi bende saklı. İsmini yazmıyorum. Zülfü Selcan’ın bir haftalık seminerine katılmak için Berlin’e gelmişti. Ben de o zamanlar Zülfü Bey’i tanımıyordum. Ne işler çevirdiğini de bilmiyordum. Sonradan öğrendim.

 

Bir gün misafirime, “sen bu seminerlerde ne öğreniyorsun?” diye sordum.

“Zülfü Bey, biz Vartolu ve Dêrsimli gençlere Zazacılık dersleri veriyor!” deyince şaşırdım. O dönemde de, “Zazacılık” yapan henüz yoktu. Ama yabancıların Kürtçe’nin Kirmanckî lehçesini konuşan Kürtlere ‘Zaza’ dediklerini de biliyorum. Ne yaptıklarını yerinde öğrenmek amacıyla, “Peki yarın seninle birlik seminere katılabilir miyim?” dedim. “Katılabilirsin.” dedi.

 

Ertesi gün misafirimle birlikte Zülfü Selcan’ın Ernst-Reuter-Platz’da, üzerinde “Technische Universität” yazılı gökdelenin en üst katında, Straße des 17. Juni caddesinden Brandenburger Tor manzarasını görebilecek bir büroda Zaza seminerine katıldım. Büronun manzarası da müthiş güzeldi! Gelgelelim seminere katılmaz olaydım; uydurup yalanlardan canım o kadar sıkıldık ki, seminerin ilk saatinin bitmesini sabırsızlıkla bekledim.  “Biz Kürt değiliz, Zazayız. Zazalar ayrı bir millettir. Şu kelimenin Zazaca’daki anlamı şu. Kurmancî dilindeki anlamı şu. Bakın birbirinden çok farklı iki dil.” diyordu. On bin yıllık çok eski geçmişi olan bu dilin hangi tarihi süreçlerden geçtiğini bilmeden, Kirmancî’nın (yani Zazaca’nın) Kurmancî ile yakınlığını tespit edip bilmeden ve son olarak Kirmancî’nın (Zazaca’nın) Kurmancî’den hangi tarihi süreçten özellikle Med devletinden sonra Kürtlerin devletsiz geçen zamanlarında geliştirilmemiş bir dil  İslam’ın bu coğrafyaya hâkim olmasıyla birlikte  birbirinden azbiraz ayrıştığını bilmeden kelime oyunlarıyla Kürtçe’nin Kirmanckî (Zazakî) lehçesinin Kürtçe olmadığını kendi başına bir dil olduğunu açıklamaya çalışıyordu.

 

Konuşmasını bitirince parmağımı kaldırdım, “bir şey sorabilir miyim?” dedim. “Sor,”dedi. Dedim ki, “Siz diyorsunuz ki ‘Zazalar Kürt değildir.’ Kürtçe’nin Kirmancî lehçesi olan Zazakî tarihçiler Medlerin resmi dili olduğunu söylüyor. Ve bütün tarihçiler Med’lerin bugünkü Kürtlerin ön ataları olduğunu söylüyor. Peki biz nasıl Kürt değiliz? Bu size çelişkili gelmiyor mu?

 

Çok şaşırdı ve kızdı. Benim soruma yanıt vereceğine, “Bunu kim getirdi? Sen Kürt’sen buraya provokasyon yaratmaya mı geldi?” deyip konuyu çarptırarak soruma yanıt vermekten kaçındı. Seminer bittiği için herkes kapıya yönelmişti. Yanıt alamayınca biz de kapıya yöneldik.

 

Yıllar sonra Tunceli Üniversitesi’nde Sayın Zülfü Selcan’ın sınıfında ders gören bir bayan (ismi ben de saklı) Berlin’e geldi. Karşılıklı sohbet ettiğimizde bize şunları anlattı:

”Zülfü Bey, sınıfa girer girmez, ’Kendini Kürt hisseden sınıfımdan çıksın gitsin!’ deyince ben önce anlayamadım. Bu adam ne diyor? ‘Hocam, ne dediniz, anlayamadım. Kürt hisseden mi, yoksa Kürt olduğunu söyleyen mi?’ dedim. Zülfü Bey tekrar, ‘Kendisine Kürdüm diyenin zaten sınıfımda yeri yok. Ben diyorum ki, Kendini Kürt hisseden sınıfımdan çıksın gitsin!’ dedi. Başımdan kaynar sular dökülmüş gibi terledim ve kendi kendime ‘demek ki bu adam hakkında anlatılanlar doğru’ dedim. Bir daha yüzünü görmek istemedim.”

 

 17.Halkları birbirine düşüren Avrupa merkezci ayrımcılık

 

İşte Avrupa merkezci Zaza milliyetçiliğin düşmanlığı buraya kadar geliyor! Avrupa merkezci ırkçı Türk milliyetçiliğinin aşılandıkları İttihat Terakki Cemiyeti’n yerli halklara düşmanlığından tanıyoruz biz bunları. Halkları ve kardeşi kardeşe düşman ettiriyorlar. Binlerce yıl önce dünyanın kültür merkezi olan bu Mezopotamya coğrafyası ve bu coğrafya üzerinde ekolojik köy komün yaşamlarıyla kaynağını doğadan alan erdemli Aryen kültürüne sahip halk nasıl bu hale düşürülmüştü? Zülfü Selcan’ın ailesi Kürtçe’nin Kirmancî (Zazaki) lehçesini konuşan yurtsever bir ailedir. İki kardeşi Kürt Özgürlük Hareketi içinde yıllarca çalıştı. O yurtsever aile içinde bir tek bu adam kendini şaşırdı, uygarlık güçlerine hizmet etmeye gitti.

 

Zülfü Selcan, Semitik tüccarların akademisyen kadrolarından Georg Hincha’nın tezlerini Tunceli Üniversitesinde öğrencilerine ballandıra ballandıra şöyle anlatıyordu:

„Zaza halkı bir yandan şiddetli ve zoraki Türk asimilasyonuna maruz kalırken, diğer yandan da Kürt baskı ve asimilasyonuyla karşı karşıyadır. Devletin bazı kurumları 1990 yıllarında Zazaları Türk, Zazacayı da Türkçenin bir lehçesi olarak tanımlıyorlardı. Kürt milliyetçilerdi de bunun tersine Zazaları Kürt, Zazacayı da Kürtçe’nin bir lehçesi olduğunu propaganda etmektedir. Devlet bu iddiadan kısmen vazgeçti, fakat öbürleri halen devam ediyor. Her iki iddia da siyasi bir asimilasyon ideolojisidir. Yani biri Türkleştirmeye, öbürü de Kürtleştirmeye çalışıyor. İkisinin amacı da Zaza dilini eriterek yok edip, Zaza halkını tarih sahnesinden silmektir.“

 

Sayın Zülfü Bey, kendisini zorlayarak, sorunu yarı doğru yarı yanlış anlatıp sorunu çarptırarak, binlerce katliam ve defalarca soykırım yapmış Türk devleti ile (Alevi ve Sünni) mazlum Kürtleri aynı kefeye koyup bir tutuyor. Aslında bu yanlış zihniyette amaç, hiç kimsenin memnun olmadığı devleti az biraz eleştirip, asıl Kürt Özgürlük Hareketi’ni okuyucuya düşman göstermektir; „ikisinin amacı da Zaza dilini yok etmek, Zaza halkını tarih sahnesinden silmektir.“ diyerek CIA ajanı öğretmeninden öğrendiği siyasi tezleri, Türk Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan çok daha demagojik bir şekilde iyi işletiyor. TC. ve Avrupa ülkeleri de, bu yapay Zaza Hareketi etrafında topladıkları Kürt çocuklarına, yani “Zazalara,” Kürt Özgürlük Hareketi’ni düşman gösterip güçlerini bölüp parçaladıkları için bu siyasal “Zaza” akımını üstü örtülü ya da açık bir şekilde de desteliyorlardı.

 

Bu yüzden Türk devletini iş olsun diye eleştirmelerine hiç ses çıkarmıyorlardı. Çünkü, Semitik tüccarların bu “Zaza dili, Zaza milleti” projeleri Kürt aydınlarını, halkını bölüp parçalayıp güçten düşürmeyi amaçlamaktadırlar. Zaten Zülfü Bey gibi uygarlık güçlerine çalışan siyasi aktörler, Zaza (Kirmancî) dilini, bütün tarihçilerin Kürtlerin ön ataları olarak gördükleri Gutiler, Hurriler, Lulubiler, Lorlar, Mittaniler, kassitler Uraltular ve Medler’in konuştukları çok eski bir dil olduğunu kabul etmiyorlarsa, son kelime aslında kendileri için söylenmiştir; şöyle ki amaçları Kirmancî (Zaza) “dilini eriterek, yozlaştırarak, yeni bir alfabe çıkararak yok etmek, Kürt halkını tarih sahnesinden silmektir.”

 

18. Zazalar, Kirmanckî dilini konuşan Kürtleri’n lakap ismidir

 

Zaza kelimesinin kökeni Za kelimesinden geliyor. Za, hem eski çağlarda hem de bugünkü Kirmanckî dilinde “yeni doğan“ demektir. Bugünkü Kürtlerin etnik kökenlerini anlatan bir Za’gmuk (M.Ö.2340 Newroz) efsanesinden geliyor. “Zaza, kelimesini ne Kırmanc’lar, ne de Kurmac’lar kullanmazlar.” Kırmanc’lara Zaza ismini verenler uygarlık güçleridir, yabancılardır. Zazalar, Kirmanckî dilini konuşan Kürtleri’n lakap ismidir! Sümer şehir beylikleri, Akadlar ve Asurlar bunlara “dağlılar” diyordu. Türkler de bunlara, ”dağlı Türkler” diyordu. Şimdi Avrupa merkezci uyduruk milliyetçi ideolojiler de bunlara “Zazalar” demeye başladılar. Yani Ağrı Dağı’nda mezara gömülen Kürtlerin yeniden küllerinden doğduğu bir dönemde Zazacılık Avrupa merkezci ideoloji olarak karşımızı çıkıyor.

 

1980 askeri cuntasından sonra uygarlık güçlerin akademik kadroları tarafından yazılıp vekalet

Savaşçıları olan devşirme Türklerin eline verdikleri Beyaz Kitap’ta:

 

”Dağların yüksek kısımlarında, tepelerde yaz kış erimeyen karlar vardı. Güneş açınca üzerleri buzlaşan camsı parlak bir tabaka ile örtülürdü karın yüzü. Üstü sert altı yumuşak olurdu.

 

Bu kar’n üstünde yürüyünce, ayağın bastığı yer içeriye çöker, ’kırt-kürt’ diye ses çıkarırdı. Doğulu Türkmenlere Kürt demesinin nedeni buydu. Bölücülerin Kürt dedikleri, yüksek yaylalarda, karlık bölgelerde yaşayan Türklerin karda yürürken ayaklarından çıkan sesin adıydı aslında.“ diyerek Kürtler dağlı Türkler ilan edildi.

 

Dikkat edilirse Zazalar demiyorlar. Çünkü Kirmanckî (Zazaca) konuşan Kürtler de, Dağlı Türkler dedikleri Kürtlerin içindeydi.

„Her iki iddia da siyasi bir asimilasyon ideolojisidir.“ diyor.

Ama kendisi, hem daha kötü bir siyasi asimilasyon ideolojisi üreterek işi daha da karmakarışık hale getiriyor, hem uygarlık yıkıcı Türk egemenlik sistemin asimilasyoncu ideolojilerine hizmet ediyor, hem de kapısında hizmet ettiği iktidar sahiplerin yanında olmadığını göstermek için muazzam bir çaba harcayarak kendisini sinsice olduğundan başka göstermeye çalışıyor. Böyle olmamış olsaydı, Zülfü Bey, AKP Hükümetin üniversitelerden attığı binlerce akademisyenin içinde olurdu. Kamu görevinden atılan yüz bin üzerindeki insanın içinde olurdu. Ve en önemlisi de belediyenin kayyum adı altında işgal edilip iradelerinin gasp edildiği, eşbaşkanları ve milletvekillerinin cezaevlerine konulduğu Dêrsim gibi bir şehrin üniversitesinde TC’ye Zazaca öğretmen yetiştirmesi, Tunceli Üniversitesi’nde Zaza Dili Ve Edebiyatı Bölümü’nün Kürsüsünün verilmesi, Üniversite Yayınları’ndan kitaplarının çıkması imkansız olurdu.

 

Mezopotamya’nın çok geniş coğrafyasında yaşayan ve yüzyıllardır Semitik tüccarların tarihsel programları olan Türk-İslam ideolojileriyle katliam ve soykırımlardan geçirilerek yok edilmek istendikleri için, toprakları Birinci Dünya Savaşı’nda dört ulus-devlet arasında parçalara bölünen Kürtlerin günümüzde kendi fiziki, siyasi, kültürel soykırım ve coğrafi parçalanmışğı gibi değişik bölgelerde konuşulan beş lehçesi ve onlarca şivesi vardır. Kürtçe’nin başlıca lehçeleri şunlardır:

1.)   Kurmanci, 2.) Kirmancî (Zazakî), 3.) Sorani, 4.) Gorani (Hewrami) 5.) Lorî.

 

Bir halkın konuştuğu dilin beş lehçe durumuna getirilmiş tarihsel durumu, Kürtlerin özellikle son bin beşyüz yıllık siyasal İslam’ın ve son yüz yıl ulus-devletin katliam ve soykırımlarından ayrı ele alınamaz. Med devletinden sonra Kürtlerin devletsiz geçen zamanlarında Kürtçe’nin lehçelere ayrılmış doğal halini bile, kötü siyasi amaçları için kullanıyorlar. Her bölgede konuşulan dili ayrı bir halk olarak kabul edip kolay yutulabilir bir lokma haline getirmek, hiç kuşkusuz Kürtlerin ülkelerini dört parçaya bölüp yok etmek isteyen Semitik tüccarların ulus-devlet projelerinde yaşayan şeytan aklıdır.

 

Berlin 15.07.2025

Azad Ronî


Kaynaklar

[1]. Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, s.12 

(2) Kemal Burkay, ANILAR-BELGELER, Deng yayınları, İstanbul 2002, 2 cilt, s.138-139) 

[3]. Dr. John Coleman, 300’ler Komitesi, Destek Yayınları, İstanbul 2017, s. 282

[4]. www. Zeynemarslan.com/ Interview mit dem Iranisten Prof. Dr. Ludwig Paul über die Zaza-Sprache

[5]. www. zazakî.net/Ludwig Paul: Zazalar Kürt, Zazakî Kürdî bir dildir

[6]. Prof. Egon Freiherr von Eickstedt, “Türken, Kurden und Iraner Seit dem Altertum”