HİTLER, “MUSTAFA KEMAL’İN İKİNCİ ÖĞRENCİSİ BENİMDİR” DİYOR
“Hitler’in Sofra Sohbetleri“ (Hitlers Tischgespräche)[1] adlı kitapta, M. Kemal ve İttihatçı arkadaşlarının yerli halklara yaptıkları korkunç soykırımlardan cesaret alarak Almanya’da Yahudi soykırımını yapan faşist Hitler, “Bütün enerjimi Atatürk‘ten alıyorum. O‘nun hayatı bizim feyizli ışığımızdır.“ diyerek M. Kemal’in yolunda gittiğini açıklamaktadır. Yolunda giderek kendisi ve İttihatçı arkadaşlarını Birinci Dünya Savaşı’nda işlediği Ermeni, Süryani, Pontus Rum soykırımları gibi Yahudi soykırımı yaparak insanlık suçu işlemiştir.
Hitler, “Mustafa Kemal'in ilk öğrencisi Mussolini, ikinci öğrencisi de benimdir.”[2] diyor.
İlk Sümer şehir beyliklerinden beri devletlerin, kralların, firavunların, padişahların ve imparatorlukların arkasında hep uygarlık güçleri vardır. Bu uygarlık güçlerin ellerinde, dünya halkların, devrimcilerin ve aydınların ellerinde olmayan aygıtlar, olmayan daha fazla altın ve para gücü, daha fazla bilgi ve tarihin her bunalım dönemlerinde devrimci sürece daha hızlı müdahale edip yönlendirebilme kabiliyetleri vardır. Bunların bir yüz yıllık, bir de bin yıllık uzun vadeli tarihsel planlar ve programları var. Bu yaşayan beynin tarihsel planlarından haberi olmayan tarihçiler, bilim insanları ve yazarlar yanılgıdan kurtulmadılar, kurtulmayacaklardır.
Uygarlık güçleri bölgesel yönlendirme güçlerine sahip oldukları kadar, küresel yönlendirme güçlerine de sahipler. Sümer kaynaklarındaki bilgiye göre her üç bin altı yüz yılda bir dünya düzeni bir Tanrı’nın yönetimine giriyor. Bir zamanlar Sümer şehir Beyliklerin kralları uygarlık güçleriydi. Onlarla binlerce yıl siyasi mücadele yürüten Semitik halkların bir avuç elit zengin, saldırgan, çok gerici kabile şefleri, Sümer uygarlığını toprağın altına gömdüklerinden beri dünyanın uygarlık güçleri sıfatına sahipler.
Günümüzün uygarlık güçleri (Semitik tüccarlar) kapitalist sistemin şafağında tıpkı Sümer şehir beyliklerin saraylarını girip onları içten fethettikleri gibi Avrupa kralların saraylarına girerek onları içten fethederek hegemonyaları altına aldılar.
Amerikan bilim insanı Dr. John Coleman onlar için şöyle yazıyor:
”1815-1830 yılları arasında Rothschild’ler beş büyük gücü, yani İngiltere, Rusya, Fransa, Avusturya ve Prusya’yı tam anlamıyla yağma ettiler. Prusya yüzde 5 faizle 5 milyon pound borçlandı ama sadece 3,5 milyon pound eline geçti (borçlandığı miktarın yüzde 70’i). Rothschild’ler bu alış verişten 1,5 milyon pound faiz gelir ettiler. 1823’te James bütün Fransız borcunu üstüne aldı.” (Dr. John Coleman, Rothschild Hanedanlığı, Destek Yayınları, İstanbul 2017.s.36) Böylece Almanya, Fransa ve öbür devletleri para ve altın gücüyle hegemonyaları altına almışlardı.
Almanya’da açtıkları firmalar üzerinden Osmanlı’ya yatırım yaptılar ve bu yatırımların güvenceye alınması için Kaiser II. Wilhelm’e oraya eğitimci ve uzman askerler gönderme düşüncelerini aşılayarak Türk-Alman Silah Arkadaşlığı’nı geliştirdiler. Sadece bu cümle ekonomik politikaları üzerinden uygarlık güçlerin uzun vadeli planları için nasıl çalıştıklarını göstermektedir.
İttihatçıları iktidara getirip Birinci Dünya Savaşı’na sokan Alman subaylar, eğitim verdiği Türk ordusu, yerli halklar olan Ermenilere, Rumlara, Süryanilere, Kürtlere insanlık dışı korkunç katliamlar, soykırımlar ve zulümler yaparken başlarında durup bu soykırımları teşvik ediyorlardı. Uygarlık güçleri tarafından uzun vadeli planlanan Türk-Alman Silah Arkadaşlığı’nda, bu her iki arkadaş karşılıklı olarak birbirlerinden çok kötü şey öğrendiler. “Türklerin Orta Asya’daki atalarının en vahşi fikirleri ve barbarlığı” Almanlara da bulaştı. Uygarlık güçlerinin de istediği buydu. Alman subaylar; vahşi, barbar Türk ordusunun yerli halklara yaptıkları soykırımlardan Hitler’in de söylediği gibi çok şey öğrendiler. İttihatçıların yerli halklara yaptıkları korkunç vahşi soykırımların aynısını yirmi yıl sonra Alman SS subayları ve ordusu Hitler döneminde Yahudilere yaptılar.
Hitler, “Arkasında ordusu olmayan bir komutan uzun süre ayakta kalmaz. Atatürk de iktidarını Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) sayesinde güvenceye aldı. İtalya’da da aynı şey geçerli. Eğer Antonescu bugün ortadan kaybolacak olsa, ordu içinde onun yerine talip olacaklar arasında korkunç bir mücadele başlar. Ama onun yerine geçecek kişiyi belirleyecek bir örgüt olsa, bu olmaz.”[3] diyordu.
Uygarlık güçleri, 20. Yüz yılda soykırımları yaptıracakları faşist diktatörlere kendilerini ”uzun süre ayakta” tutacak faşist partileri yaratmalarını da onlara çok iyi anlatmış, öğretmiş olmalı ki, K. Kemal, Mussolini ve Hitler aynı faşist zihniyetlerle birbirine benzer partiler kurmuşlardır.
Milliyet Gazetesi’nin 16 Temmuz 1993’te 24 putla attığı başlığı şöyle: Alman Başvekili Hitler diyor ki: ”Türkiye’de doğan ve parlayan yıldız bize takip edilecek yolu gösteriyor. (…) Faaliyet gayeleri aynı (ırkçılık zihniyetleri) olan Büyük Türk milleti ile Alman milleti arasında sempati çok kuvvetlidir.”
Yirminci yüzyılın en büyük diktatörleri olan Mustafa Kemal, Mussolini, Hitler, Franco; bunlar birbirini takip ederek, birbirinden cesaret alarak ulus-devlet döneminde o büyük soykırımları yaparak insanlık suçu işlediler.
24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan antlaşmasından birkaç ay sonra, 09 Eylül 1923’de devleti 15 yıl tek başına yönettiği, tek partili dönemde, İttihatçı zihniyetin ve faşizmin kurumsallaşmasını, herkesin Türkleştirilmesini gerçekleştiren Cumhuriyet Halk Partisi’ni kurdu ve ölene dek (10.11.1938) bu partinin Genel Başkanlığını yaptı. M. Kemal’in CHP’si, İngiliz Kraliyet Ailesi ve Rothshild’lerin Anadolu halklarını Türkleştirme projesidir.
Evet, kendisi İngiliz ajanı olarak İngilizlerle beraber çalışıyordu, İngiliz ajanlığını Şeyh Said’in üzerine atıyordu. İngilizlerin ona kabul ettirdikleri şartlardan birisi Halifeliği kaldırmaktı, Kürtlerin doğal insani haklarını savunan Azadi Hareketin önderi Şeyh Said hakkında “halifeliği tekrar getirmek için ayaklandı” diye yalan propaganda yaparak karalıyor ve suçluyordu.
Mustafa Kemal‘in Kürtlere yaptığı soykırımların kendi ağzından itirafı
Hiçbir dönemde ‘uygarlık yıkıcı görevlerinden’ vazgeçmedikleri için aynı kısır döndü, -daha önce Enver Paşa, Talat ve Cemal Paşa döneminde İttihat Terakki’nin gizli örgütü Teşkilatı Mahsusa’da çalışan- İttihatçı M. Kemal’in iktidarı döneminde de aynen tekrarlandı.
1918-1923 yılları arasında Anadolu’nun bazı şehirlerine işgalci askerlerini konumlandıran İngiltere ve Fransa’nın gözetiminde Ankara’ya taşınan suçlu İttihatçıların iktidarına Lozan’da uluslararası devlet güvencesinin verilmesinden sonra; İngiltere valisi konumundaki diktatör M. Kemal Kürtlere özerklik tanıyan 1921 Anayasa’sını rafa kaldırdı. İngiltere’nin Ortadoğu politikalarını devreye soktu. 1924 Anayasası ve 24 Eylül 1925 tarihinde Şark Islahat Planı’nın onaylanmasıyla Kürtlüğün inkârı, imhası, göç ettirilmesi ve Türkleştirilmesi başlatıldı.
Gerçekten de o döneminde Koçgiri, Bingöl-Amed, Ağrı-Zilan ve Dêrsim bölgelerinde Kürtler öylesine büyük korkunç soykırımlar yaşamışlar ki; M. Kemal‘in kendisi daha 1926 yılında, Şeyh Said ve arkadaşlarını 29 Haziran 1925’te Diyarbakır Dağıkapı Meydanında idam ettikten bir yıl sonra İsviçreli gazeteci Emile Hilderbrand’a şöyle açıklamalarda bulunuyordu:
“Geçmişte, birçok durumlarda Kürdistan’a ve Anadolu’nun diğer iç bölgelerinde, Cumhuriyet’in iradesine karşı çıkmak eğilimini gösterdikleri zaman, onları demirden bir elle ezdim. Örneğin bir defasında önderlerinden altmışını şafakla birlikte (Şeyh Said ve 46 arkadaşlarını) astırdım. O unsur (Kürtler) dersini almıştır ve bir daha benimle kılıç ölçüştürmeye kalkışmayacaktır!“
Kurduğu göstermelik İstiklal Mahkemeleri’nde bugün İran’daki Mollalar gibi binlerce Kürdü astırdı. Sadece Kürt oldukları için Şeyh Said ve Seyid Rıza gibi Kürt önderlerini astırdı.
**
Kürtleri, “Size özerklik vereceğiz, bu ülke Kürtlerin ve Türklerin vatanı olacak” diye kandırıp aldatan, kendisini sosyal demokrat, Sovyetler Birliği heyetine Komünist olduğunu söyleyen, yeri geldiğinde sosyalist gösteren ulusal faşist parti ile 15 yıl tek başına devleti yönetir. Bu süre içerisinde ulus-devletin bütün yetkilerini kullanan tek yetkili, tek yargıç ve bütün devlet organların genel başkanı gibi davranan tek seçici ölene kadar ebedi şef unvanı ile anıldı. Ölümünden sonra da Hitler’in de dediği gibi, faşist Mustafa Kemal’in fikirleri İttihatçı arkadaşları tarafından pratiğe uygulanıp devam edilsin diye İttihatçı Celâl Bayar’dan sonra CHP’nin üçüncü Genel başkanı olan İsmet İnönü tarafından 1950 yılında “Milli Şef” ilan edildi. Cumhuriyet döneminde İttihatçıların ırkçı zihniyetiyle Türkleştirilen bütün devşirme Türkler, İngiliz valisi olarak kendi dedelerini katleden, Selanikli Beyaz Türklerden olan ve arkadaşı Rıza Nur’un deyimiyle “o Anadolu halkların ırzına geçen” İttihatçı M. Kemal’i önce ülkeyi kurtaran milli kahraman olarak göstererek, sonra da Tanrı ilan ederek her tarafa heykellerini dikip tapmaya başladılar. Bu kadar cahillik, bu kadar tapma Firavunlar döneminde olmadı.
2000 yıllarından sonra Erdoğan, kendisini eleştireni, karşı çıkanı nasıl ceza evine atıp susturuyorsa, basını nasıl susturuyorsa, milletvekillerini, beledi başkanlarını nasıl ceza evine atıyorsa; İngiliz valisi M. Kemal da öyle yapıyordu. Hatta daha da fazlasını yapıyordu; hem idam ediyordu, hem muhaliflerini, Kürtleri, komünistleri Teşkilatı Mahsusa’nın Topal Osman gibi katil çetelerine öldürtüyordu, hem cezaevine atıyordu, hem basını susturuyordu, hem tek parti sistemini halka dayatarak başka partilerin ortaya çıkmasını engelleyerek daha fazlasını yapıyordu.
Türkiye Komünist Partisi’nin ilk önderi Mustafa Suphi ve 14 arkadaşını Karadeniz’de çetelerine öldürten M. Kemal’i, bugünkü (2025) ulusalcı Kemalist ‘Türkiye Komünist Partisi’ yöneticileri güya Erdoğan’ın baskılarına karşı “Diz Çökmüyoruz!” eylemi yaparken, gidip Mustafa Kemal’in heykeli önünde diz çöküyorlar! Halbuki ikisi de faşist bir sisteme çalıştığını, ikisinin de İngilizler tarafından bu halkın başına bela edildiğini, aynı şeyleri yaptıklarını çok iyi biliyorlar da faşist devlete yaranmaya çalışıyorlardı.
Sıradan insanları bırakın, kendisine aydınım diyen ulusalcı ‘Türkiye Komünist Partisi’ yöneticileri bile onca katliamları, soykırımları yapan ve Kürt önderlerini idam ederek insanlık suçu işleyen M. Kemal ve onun yalanlar üzerinde kurduğu sahte cumhuriyet ile hiçbir zaman yüzleşmemişler.
Ankara ve İstanbul üniversitelerinde mezun olan profesörler ve bilim insanları bile Atatürk ile yatarlar, Atatürk ile kalkarlar. Böyle yapmadılar mı, İstanbul Büyük Şehir Belediye Başbakanı Ekrem İmamoğlu gibi diplomaların ellerinden alacaklarını, işsiz kalacaklarını biliyorlar, seziyorlar. İşte Türkiye, insanlar üzerinde öylesine geniş ve büyük faşist bir baskı sistemini kurmuş ki, böyle bir rejimle yönetilen ülkelerde diktatörler hem halkı yukardan uygarlık güçlerinden aldıkları emirleri daha kolay bir şekilde pratiğe uygulayarak istedikleri gibi yönetebiliyorlar, hem de topluma istedikleri yalanları rahatça kabul ettirebiliyorlardı.
Batının ileri karakolu Türkiye, Batı kurumlarından biri olan NATO’ya[4] alınsın diye göstermelik olarak 1946 yılında çok partili döneme geçmiştir. Ama kurumsal faşist karakteri hiç değişmeden bugüne kadar devam etmiştir.
Alman devleti, Hitler döneminde yaptığı Yahudi soykırımından dolayı işlediği büyük insanlık suçu ile yüzleşmek için “Nürnberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi’ni” kurarak sorumlu devlet yöneticilerini yargıladı ve en ağır hapis cezalarıyla cezalandırarak bu soykırımla yüzleşmiştir. Irkçılığın suç olduğunun farkına vardılar ve bu suçu tekrar işlemeyeceklerini söylediler. Toplumsal olarak Alman yöneticilerin Hitler döneminde işledikleri Yahudi soykırımıyla yüzleştiler.
Fakat Türkiye’de böyle olmadı.
Yerli halkları defalarca soykırımlardan geçirerek insanlık suçu işleyen İttihat Terakki liderlerinden biri olan Talat Paşa’nın anısını yaşatmak için MHP’den gelme CHP’li Ankara Belediye Başkanı Mansur Yavaş, Talat Paşa Bulvarı üzerinde, bir de o faşistin anıtını yerleştirerek soykırımı, yani ‘İnsan Öldürerek Övünmeyi’ teşvik eden devşirme bir Türk olduğunu ve İttihatçı zihniyetin hâlâ devam ettiğini göstermiştir!
Birincisi Türkiye; Enver, Talat ve Cemal Paşa gibi İttihatçı liderlerin, İttihat Terakki Parti’sinin iktidarda olduğu dönemlerde işledikleri Ermeni, Süryani ve Pontus Rum soykırımları; ikincisi de, Mustafa Kemal’in İttihatçılara liderlik yaptığı dönemde Koçgiri, Bingöl-Amed, Ağrı-Zilan ve Dêrsim gibi tarihin en büyük Kürt soykırımlarını işleyip büyük insanlık suçu işledikleri halde, bu İttihatçılara Doğu’da daha büyük insanlık suçu işletmek için Batı hiçbir zaman Nürnberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi gibi bir uluslararası mahkeme kurup, üst üste çok büyük soykırımlar yaparak, büyük insanlık suçu isleyen bu suçlu devşirme Türk devlet yöneticilerini bilerek cezalandırmadılar. Dolayısıyla Batı’nın şımarık çocukları devşirme Türk devlet yöneticileri ne kendileri, ne de vatandaşları onlarca soykırımlarla yüzleşmediler. Ulus-devletin bir hastalığı olan ırkçılığın suç olduğunun farkına varmak istemediler. Yaptıkları soykırımlarla yüzleşmedikleri ve işledikleri insanlık suçun bilincine varamadıkları için yerli halklara yaptıkları katliam ve soykırımlara hâlâ devam ediyorlar. Ve bu soykırımlar devşirme Türk’ün övünç kaynağı oluyordu.
Mustafa Kemal’in kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi, tıpkı İtalya’daki Benito Mussolini’nin ulusal faşist partisi (Partito Nazionale Fascista) ve Hitler’in Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi (Nationalsozialistische Deutsche Arbeiterpartei) gibidir. Sosyalistlere karşı savaşan Hitler bile partisinin ismini ‘Sosyalist Alman İşçi Partisi’ni vurmuş ki, sosyalistlerin içine girip onları içten yıksın diye. İtalya ve Almanya M. Kemal’in öğrencileri olan Mussolini ve Hitler faşist partileriyle yüzleştiler, ırkçılık yapan bu partileri yasakladılar.
Gelgelelim Türkiye, M. Kemal’in kurmuş olduğu faşist parti ve ona benzer MHP gibi faşist ve baskıcı devlet sistemini savunan faşist ırkçı partilerle hiçbir zaman yüzleşmedikleri için yüz yıllık kurumsal faşizm olduğu gibi devam edip gitmektedir. Bunun toplumsal, inançsal ve ekolojik-kırım savaşların cezalarını ve felaketlerini yüz yıldır bu coğrafyada yaşayan halklar ödüyor.
İnsanların fiziksel olarak yok edildiği tarihin en büyük Bingöl-Amed, Ağrı-Zilan ve Dêrsim Kürt soykırımları M. Kemal’in kurduğu tek partili Cumhuriyet Halk Partisi döneminde (1923-1938) yapılmıştır. Gene Maraş, Çorum, Sivas gibi büyük Alevi katliamları Cumhuriyet Halk Partisi’nin iktidarda olduğu dönemlerde yapılmıştır. Almanya’da hiçbir Yahudi Hitlerin ırkçı düşüncelerini çağrıştıran Alternative für Deutschland (AFD) gibi sağcı partilere oy vermez. Ama Türkiye’de M. Kemal ve CHP’yi tanımayan Kürtler ve Aleviler en fazla “sosyal demokratik bir parti” sandıkları ve kendilerini sürekli katleden bu partiye oy verirler. Bu da toplumun İttihat Terakki zihniyetiyle ne kadar zehirlendiğini ve faşist ulus-devlet tarafından hafızasının nasıl köklü bir şekilde değiştirdiğini göstermektedir.
Ortadoğu halklarını 1500 yıl önceki tabularla dolu karanlığında tutmak isteyen Batı Uygarlığı, Soğuk Savaş döneminden sonra “Ilımlı İslam Projesi”ni Refah Partisi içinde çalışan Erdoğan ve Gül’e verdikten sonra, M. Kemal’ın ulus-devlet projesini çöpe attılar. CHP ve sempatileri henüz bunun farkında değiller. CHP”yi sadece ve sadece Kemal Kılıçdaroğlu döneminde olduğu gibi AKP ve Erdoğan’ı iktidarda tutacak şekilde ayarlanmıştır. Sert çıkışlar yapan Özgür Özel döneminde büyük şehirlerde CHP’li belediye başkanlarına siyasi darbe operasyonları düzenlenmesinin sebepleri budur. HDP, DEM gibi Kürt partilerine siyasi soykırım operasyonları yapıldığı dönemde sessiz kaldıkları için bugün aynı operasyonlar onlara yapılıyor. CHP biterse, Atatürk de bitecektir!
Uygarlık güçlerin ulus-devlet projesi döneminde M. Kemal ve partisi CHP’nin Anadolu halklarına yaptıklarının aynısını bugün ‘Ilımlı İslam Projesi’ ile Erdoğan ve AKP yapıyor. M. Kemal’in otoriter davranışlarını, verdiği sözlerde durmamasını sert bir şekilde eleştiren muhalif Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey’i 1923’de Topal Osman’a öldürtüp cesedini Meclis’in bahçesine gömen, 1926’da İzmir suikast girişim planı nedeniyle İttihatçı arkadaşlarını Kürtler için kurduğu İstiklal Mahkemelerinde yargılayıp 17 tanesini idam etmesi ve yaptığı birçok Kürt soykırımları ile yüzleşmeyen, eleştirmeyen CHP’nin, AKP’nın aynı devletin ‘Ilımlı İslam Projesi’ ile yaptığı aynı katliamları, aynı siyasi soykırım operasyonları, aynı metot ile yapılan 16 Temmuz 2016’da yapılan darbe girişimini eleştirmeye hakları yoktur. Dün sizin Türkçülük adına yaptığınızı bugün onlar Ilımlı İslam adına yapıyor. Siz, devletin size yaptırdığı katliam ve soykırımlarla yüzleşmediğiniz için tarih bugün onu size ödetiyor!
Türkiye’de demokratik toplum projesini pratiğe uygulamak isteyen üçüncü yol DEM parti dışında, kurumsal faşizmi savunan öbür bütün partiler birer devlet partileridir. AKP’nin yedeğindedirler.
UYGARLIK GÜÇLERİN ANADOLU’YU TÜRKLEŞME PROJELERİN SONUÇLARI
Unutmayalım ki, yüz yıl önce Avrupa merkezci ırkçı Türk milliyetçiliği ile eğitilen ve hiç birisi Türk olmayan İttihat Terakki Cemiyeti’n üyeleri dışında, Sünni İslam dinine sahip Osmanlı toplumunda hiç kimse Türk değildi ve Türk olduğunu söylemiyordu. Müslüman olduğunu söylüyorlardı. M. Kemal’in İttihatçı arkadaşlarının yarıda kalan plan ve programlarını İngilizlerin valisi olarak 1923’de Lozan’da kendisine uluslararası devlet güvencesi verilip Anadolu’da Türk ulus-devletini kurduktan sonra, devamla yerli halkları soykırımlardan geçirmenin yanı sıra herkesi Türkleştirerek gerçekleştirdi.
Kemalizm, uygarlık güçlerin herkesi Türkleştirme ve yerli halkları soykırımdan geçirme projesidir. Bu, Batı projelerinin pratiğe uygulanabilmesi için hegemonik güçlerin sömürgeci, baskıcı, çürüyen ve kokuşan bölgesel iktidarlarını koruyup kollamak amacıyla kişilikleri iğdiş edilmiş bir cellat ordusu (devşirmeler ordusu) yaratmak zorundaydılar. Yani Tevrat’ta Rab denilen efendinin toplumun genleriyle oynaması gerekir. Genleriyle oynanmış homojen bir toplum çürümüş bir toplumdur. Mustafa Kemal’in 1919 yılın başlarında İngiliz istihbaratının İstanbul’daki sorumlusu J. G. Bennett’e, “İngiliz kontrolü altında bir Türk ordusu kurmak istiyorum.”[5] demesinin amacı işte buydu.
“Mustafa Kemal’in ilk öğrencisi Mussolini, ikincisi de benim.” diyen Hitler faşizmin de esin kaynağı olan Kemalizm 1924 Anayasası ile Anadolu’da herkesi Türkleştirdi. Dolayısıyla Türk ulus-devleti yalanlar üzerine inşa ettiği bir hafıza oluşturmuştur. Şimdi Anadolu’da herkes Türk’tür! Herkes İttihatçıların ırkçı Türk zihniyeti ile zehirlenmiştir. Herkes kendi kimliğine, inançlarına yabancılaştırılmış bilinçsiz, yarı hayvan bir insandır. Doğanın kanunlarına aykırı bir şekilde sadece savaş için homojenleştirilmiş bir toplum, aynılaştırılmış, kişilikleri iğdiş edilmiş bir ordu yaratılmıştır. Herkes yerli halklara düşman edilmiş birer İttihat Terakki üyesidir. Herkes Kürdün annesini görmemesi için çalışmaktadır. Doğru düşünemiyorlar. Yalan dünyasında yaşıyorlar.
Sırrı Süreyya Önder gibi her zaman katliam ve soykırımlardan geçirilen Anadolu ve Kürdistan halkların yanında yer alan Türk yazar Hasan Bildirici şöyle yazıyor:
“Türklerin savaş ve yıkım çağrısı yapan bir anayasası var. Bu anayasaya göre herkes Türk ve Sünni olmak zorundadır. Atatürkçülük mecburidir. Herkes Türk, Sünni ve Atatürkçü olmazsa ne olur? Tabii ki Türk ceza kanunu devreye girer. Bu ceza kanununa göre Kürdüm diyenler tutuklanır ve çoğu zaman öldürülür. Aleviyim diyenler korku içinde yaşar ve saldırıya uğrarlar. Düzenin değişmesini isteyen devrimciler anayasal düzeni değiştirme teşebbüsünden Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan gibi idam edilirler, Mahir Çayan gibi öldürülürler.”
Eğer Osmanlı devleti ve onun devamı olan Türk ulus-devletin Hıristiyan topluluklar olan Ermeniler, Rumlar, Süryaniler ve öbür etnik ve inanç toplulukları olan Kürtler ve Alevilere yapılan katliamlar, soykırımlar ve zulümler hâlâ hızından hiçbir şey kaybetmeden sürüp gidiyorsa, bunun tek nedeni bin yıldan beri bu coğrafyada uygarlık güçlerine çalışan devşirme Türk ordusunu ya da vekalet savaşçıların ‘uygarlık düşmanı’ hallerini hiç anlamamış olmamızdan kaynaklanmaktadır! Tuğrul Bey ve Osman Bey’den Mustafa Kemal’e kadar uygarlık güçlerine çalışan devşirmelerdir.
Gerçek Türkler ile hep iktidarın nimetlerinden yaralanmak için Türk olmuş, kişilikleri iğdiş edilmiş devşirme Türkleri birbirinden ayırt edemedik. İçimizdeki asıl her zaman iktidara oynayan düşmanı göremedik. Orta Asya’dan gelmiş, yani aslında sonradan Türkleştirilmiş devşirme Türk’e uygarlık güçleri tarafından yüklenen hafızasına göre, yaşadığı coğrafya onun coğrafyası değil, birlikte yaşadığı yerli halklar da ondan değil; bu coğrafyayı öyle hoyratça kullanarak ekolojik-kırım savaşlarını yürütmeleri, yerli halkları katliam ve soykırımlardan geçirmelerimim tek sebebi bu ırkçı, ayrımcı zihniyetti!
Bizim gibi görünerek ve her seferinde halkı aldatıp kandırarak iktidarı eline alan ‘uygarlık yıkıcı devşirme Türkler’ yerli halkların en büyük düşmanlarıdır! Hatta İngilizlerden, Fransızlardan da daha büyük düşmanlardır! Çünkü iç işgalci Türk ulus-devletin bu coğrafyada yaşayan yerli halklara yaptıkları katliam ve soykırımları, ekolojik-kırım savaşlarını ne İngilizler ne de Fransızlar yapabilirlerdi! Ve eğer İngilizler ya da Fransızlar Anadolu’yu açıkça işgal etmiş olsalardı, yerli halklar şimdi onlardan çoktan kaç kez kurtulmuştu.
Türk yazar Hasan Bildirici ailesinden verdiği bir örnekle bu tarihsel gerçeği şöyle anlatıyor: “Resimde gördüğünüz sakallı adam babamdır, yanındaki de amcam oğludur. 1980 askeri diktatörlüğü babamı altmışında felç etti. İşkence merkezlerinin ve askeri cezaevi kapılarının önünde bir düşman ordusuyla karşılaştı. ‘Çok zalimler‘ diyordu babam, ‘İngilizin ve Fransızın işgal ordusu bu kadar gaddar değil‘ diyordu. İşkence altındaki bitkin hallerimizi görüş kabinlerinde gördükçe kahroluyordu. Duvarları parçalayamıyordu.
Uzak Asya'dan gelen bir Türk kabilenin torunuydu. Sırtını Kürdistan dağlarına verip, Kostantinopolis'i düşürüp, Viyan'a kapılarına kadar dayanmışlardı. İyi savaşçılardı, dedelerinin savaş anılarıyla büyümüşlerdi. Ancak Cumhuriyetin Türk ordusu Viyana kapılarına kadar ulaşan Türk ve Kürt boylarının torunlarına vuruyor ve buna da Türklüğün yüksek çıkarları adını veriyordu.
Sahi bu ordu neden bize vuruyordu? Hangi suçu işlemiştik ki, boyunlarımıza ölüm fermanları asmıştı? ‘Beni yasaklama, beni öldürme!‘ dediği için Kürtleri öldürüyordu. ‘Kürt sorununu çözelim, daha demokratik bir ülkede yaşayalım,‘ dedikleri için de Türkiyeli devrimcileri öldürüyordu.“
Kürtlerle gerçek Türkler Bawa İshak ayaklanmasında olduğu gibi birleşik bir ittifak kurmalı, M. Kemal ve Erdoğan gibi uygarlık güçlerin vekalet savaşçıları olan devşirme Türklere bir daha asla iktidarı teslim etmemelidirler. Anadolu ve Kürdistan halkların gerçek kurtuluşu ve özgürlüğü o zaman gerçekleşir.
Yıllar önce oturduğum Berlin’de Arnavutlu bir komşum vardı. Türkiye’deki devşirme Türkler üzerine konuştuğumuzda, ikimiz de aynı hakikatleri dile getiriyorduk. Arnavutlu komşum bir keresinde bana aynen şunları söyledi: ”Şu an Türkiye’de 4,5 milyon Arnavut yaşıyor. M. Kemal’in annesi de Arnavutludur. Türkiye Arnavutluları çok seviyor. Bizim köyümüzden İstanbul, İzmir, Ankara’ya göç eden aileler var. Bunlar diyorlar ki, ’Biz Edirne’nin kapısından içeriye, yani Türkiye girdik mi, Türk olduğumuzu söylüyoruz. Hem de birinci derecede Türküz! Böyle söylersek bize güveniyorlar, devletin en iyi görevlerini bize veriyorlar. Edirne’nin kapısından çık mı biz kendi kimliğimize bürünüp Arnavutlu oluyoruz!’ Böylece makam, para, servet peşinde koşuyorlar. Hele bir köylüm var ki, 1990’ların başında çırıl çıplak İzmir’e git. Hiçbir şeyi yoktu. İsmini değiştirdi, Osman yaptı. MHP’liler eline sopa verip sokaklardaki eylemlerde yıllarca kullandılar. Şimdi İzmir’de iki mağaza sahibi…”
2010 yılında Berlin Teknik Üniversitesi’nde düzenlenen panelde konuşma yapan Doğu Türkistan Cumhuriyetli bir profesör, bana:
“Gerçek Türkler biziz. Biz Türkiye’deki Türkleri Türklerden saymıyoruz ki; onlar başka halklardan devşirilmiş, kendi kültürlerinden uzaklaştırılmış devşirme, sahte Türklerdir.” demişti.
Türkiye’deki Türkleştirme pazarında makam, para, servet peşinde koşma vardır. Bu yüzden milyonlarca Balkan ve Kafkas göçmenleri kendilerini gerçek Türk’ten daha fazla Türk olduklarını gösterip bağırıyorlar.
İşte İttihatçıların, uygarlık güçlerin tarihsel projeleri çerçevesinde başka halklardan devşirerek Anadolu’da oluşturduğu ya da icat ettiği yapay Türklüğün gerçek Türklükle hiçbir ilgisi yoktur. Unutmayın ki bu Türklük, mimar Tanrı’nın Anadolu Siyonizmidir. İsrail’deki Siyonizmin ikiz kardeşidir. Halklar, maskeli Tanrılarımızın bize hazırladığı Anadolu Siyonizminden kurtulmalıdır. Bunu yeni tarihsel süreçlerde iktidarı iradesi olmayan devşirme Türklere teslim etmemekle başarabilirler!
Almanlar kendi soykırımcı tarihleriyle yüzleştiler. Türkler ise kendi soykırımcı tarihleriyle hiçbir zaman yüzleşmediler. Almanlar neden soykırım suçlularını yargılayıp cezalandırarak ırkçı-soykırımcı tarihleriyle yüzleştiler de? Türkler neden soykırım suçlularını yargılayıp cezalandırarak ırkçı-soykırımcı tarihleriyle yüzleşmediler?
Bunun tarih arka planını birazcık araştırıp inceleyelim.
Ondan önce kendi kirli tarihi ve devletin yaptığı Yahudi soykırımla yüzleşen bir Alman öğretmen ile kendi kirli tarihi ve devletin yaptığı soykırımlarla yüzleşmek istemeyen bir Türk öğretmenin karşılaştırmasını pratik öğrenci hayatında kendisinden örnek vererek anlatan Cem Özdemir’i dinleyelim:
“Ben Almanya‘da sabahları Alman okuluna, öğleden sonraları ise Türk okuluna giderdim... Sabah Alman okuluna gittiğimde öğretmenlerimiz bizi Nazi kamplarına götürürlerdi ve ‘Sizin dedeleriniz devletin emriyle bu katliamları yaptı. Kendi komşularını öldürdüler, işkence Yaptılar. Bu katliamlar sizin dedelerinizin eseri. Ama siz dedeleriniz gibi olmayacaksınız. Eğer devlet sizden böyle bir şey isterse karşı duracaksınız. Onlar bizim komşularımız diyerek sahip çıkacaksınız‘. derlerdi!!..
Öğleden sonra Türk okuluna gittiğimde ise, durmadan savaş kazanıyorduk, hem de her gün! Bir gün Türk öğretmenime bir soru sormak istedim: ‘Hocam biz durmadan savaş kazanıyoruz. Ama orada her geçen gün küçülen bir harita var, bu nasıl oluyor?’ diye sordum. Hoca; ‘Sen dedelerimizi yalancılıkla mı suçluyorsun’ diyerek bana bir tokat patlattı!!..
Alman Okulu'nda ‘İnsan Öldürmemeyi’ Türk Okulu’nda ise ‘İnsan Öldürerek Övünmeyi’ öğretiyorlardı!!..”[6]
Berlin, 15.07.2025
Azad Ronî
[1]. Dr. Henry Picker, Hitlers Tisch gesprâche im Führer Hauptquartier, Seewald Verlag, Stuttgart 1976
[2]. Age.
[3]. Age.
[4]. Çünkü NATO’ya ancak demokrasinin olduğu çok partili devletler alınıyordu.
[5]. Stanford Shaw, From Empire to Republic, The Turkish War of National Liberation, cild 1, Türk Tarih Kurumu, Ankara 2000, sayfa 358, 359
[6]. Alman Yeşiller Partisi Eşbaşkanı Cem Özdemir