SIRRI SÜREYYA ÖNDER BERLİN DÊRSİM CEMAATI’NDA ANILDI


Hem 2013-2015 döneminde, hem de 28.12.2024-2025 döneminde İmralı heyeti içinde yer alan barış elçisi, DEM Partili Sırrı Süreyya Önder, ‘Barış Anneleri’ ve seven yoldaşları tarafından Berlin Dêrsim Cemaatı’nda anıldı. Önder; yazar, sanatçı, siyaset ve 68 kuşağın devrimci kişiliğiyle toplumun her kesiminden sempati toplayan uzman bir dil ustalığına sahipti. O, tutarlı bir devrimci olduğu kadar, halkların ve etnik grupların birbirine düşman edildiği bir toplumda bir barış elçisiydi. İmralı heyeti içinde barış çalışmalarını aksatmamak için bilinen kalp rahatsızlığı tedavisini bilerek ertelemişti. “Önemli olan ülkeye barışı getirmek, sonra tedaviye başlarız,” demişti. Fakat belki de yorgun kalbi o hızlı tempoya, heyecana daha fazla dayanamadı, barış mücadelesi verirken aniden kalp krizi geçirdi. Oysa o, kendisine ve çevresindeki insanlara, “Bu ülkeye barışı getirmeden ölmek yok,” diyordu, her seferinde. Ama rahatsız kalbine söz geçirememişti. Barışı görmeden 15.04.2025 tarihinde aniden kalbi durdu. Saat 23:00 sıralarında kalbi durmuş bir şekilde hastaneye yetiştirilen Önder’in kalbi durdu mu, durduruldu mu açıkçası kesin bir şey bilmiyoruz. Kalp krizi geçirmeden iki hafta önce, 02.04.2025 tarihinde kendisine karşı bir suikast girişimi olduğunu öğrendik. DEM Parti 8 Mayıs 2025’de, ”2 Nisan’da, Sırrı Süreyya Önder’in kullandığı aracın sol arka lastiğini patlatabilecek, demirden yapılmış keskin bir düzeneğin yerleştirildiğinin tespit edildiğini” açıkladı. Bu açıklamanın 3 Mayıs’ta vefat eden Önder’in ölümünden 5 gün sonra açıklanması kaygıları arttırıyor.[1] MİT içinde dış güçlere bağlı çalışan hücreler tarafından öldürülmese de halk, onu ’barış şehidi’ diye sahiplendi. Evindeki yatağında doğal ölümle ölseydi, hiç kuşkusuz Çetin Altan gibi hüzünlü bir biçimde, “Ülkeye barışı getirmek istedik, ama olmadı. Çocuklarımıza bırakmak istediğimiz ülke bu değildi!” diyecekti.

 

Sırrı Süreyya Önder’in ikinci defa İmralı heyetinde yer alarak başlattığı barış sürecin nereye evirileceğini henüz bilmiyoruz. Yaşayarak öğreneceğiz. Fakat hatırlatmak gerekir ki; AKP Hükümeti, birinci İmralı barış sürecinde heyetin Öcalan’la yaptıkları görüşmeleri,[2] onun hangi örgüte mektup gönderdiğini, kimin kimle ilişkisinin olduğunu öğrenip, bunu daha sonra Kürtlere karşı başlatacakları ‘Çöktürme Planı’nda suç delili olarak kullanmak üzere Özel Harp Dairesi tarafından kayıt altına alındığını biliyoruz. Özel Harp Dairesi kayıt altına aldığı bu bilgileri hizmet ettikleri İngiliz ve Semitik tüccarların devlete danışmanlık yapan heyetlerine bildiriyor. Uygarlık güçleri de taşeron devşirme Türk politikacılarına ve ordusuna Kürtlere karşı nasıl bir özel savaş yürütmesi gerektiği planlarını çizip kendilerine bildiriyorlardı. Onun için başbakanın, bakanların pek bir şeyden haberleri olmuyor. İş olup bittikten sonra haberleri oluyor. İmralı heyetinde yer alan HDP milletvekilleri Selahattin Demirtaş, Sırrı Süreyya Önder, İdris Baluken ve Pervin Buldan barış sürecinde halkın ve ülkenin çıkarları için sarf ettikleri sözleri ve tavırlarından dolayı, -Kürtlere karşı Şark Islahat Plan’ın bir devamı olan ‘Çöktürme Planı’n başlatılmasıyla birlikte- tutuklandılar. AKP Hükümeti tarafından Kandil’e gönderilen Selahattin Demirtaş ve Sırrı Süreyya Önder daha sonra, Kandil’de görüştükleri KCK yöneticileriyle birlikte çektikleri fotoğrafı suç delili olarak gösterdiler. İddianamede, „örgütün destekçileri olduğunu belli edecek şekilde hareket etmek suretiyle terör örgütünün propagandasını yapmak suçunu işlediği” diye savunularak ağır hapisle cezalandırılmaları isteniliyordu.

 

Bu sefer öyle olmamasını diliyoruz, arzuluyoruz. Ama pek umudum da yok. Bunun için haklı nedenlerim var. Ben, tarihte ‘taşeron devşirme Türklerin’ uyarlık güçlerine ihanet ettiğini hiç görmedim. Hep Türkmenlere ve yerli halklara -uygarlık güçleri adına- ihanet ettiğini gördüm.

 

O coğrafyada barışa ve gerçek demokratik sisteme susamış bu kadar insanın Sırrı Süreyya Önder’e sahiplenmesi, bana Bawa İshak İsyanından (1239-1240) bu yana iktidar sahiplerine karşı hep yerli halklarla zalime karşı birlikte mücadele etmek isteyen gerçek Türklerin barış severliğini tekrar hatırlattı. Gerçek Türklerin yerli halklarla barış içinde bir arada yaşaması ve birlikte mücadele etmesi önünde, hep Türk olmayıp Türkler adına iktidarda olan devşirme Türkler engel olmaya çalıştılar. Ama her dönemde engel olmaya çalıştılar. Selçuklu devleti kurulduğunda, Osmanlı devleti kurulduğunda, sahte Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda hep gerçek Türk olmayan, uygarlık güçlerine çalışan devşirme Türkler söz ve iktidar sahibiydi. Bin yıldan beri biz halklar arasında birliği ve birleşik mücadele cephesini kurmayı başaramadık.

 

Bawa İshak İsyanı

 

M.S. 1239 Yılında  Bawa İshak önderliğinde özellikle Zerdüşt inancındaki halklar; kadın, erkek, genç, yaşlı, çocuk hep birlikte Dêrsim, Sivas, Bingöl, Malatya, Yozgat, Tokat, Çorum ve Amasya kentlerinde, uygarlık güçlerine çalışan Selçuklu Sultanlarının İslam’ı Anadolu’ya sokmaya, ayrı inançlardaki halkları, aşiretleri birbirine karşı kullanıp kırdırmak amacıyla bazı Dêrsim eyalet aşiret reislerine “peygamberin sülalesinden“ geldiklerine dair şerece dağıtma soy küstahlığına, katliam ve zulümlerine  karşı ayaklandılar. Üstün ahlak, kültür, barış ve doğal tabiat anlayışındaki Zerdüşt öğretisine sahip Bawa İshak bütün yerli halkları birleşik cephede buluşturarak görkemli bir yürüyüş yaratıp kısa zamanda Anadolu ve Kürdistan’da -bugünkü Kürt Özgürlük Hareketi gibi- bir insan seline dönüştürmeyi başarmıştı.

 

Yağma ve talancı devşirme Türkleri Anadolu’dan çıkarmak için, kendiliğinden büyük bir tepkiyle gelişen bu görkemli hareketin doğuşuna yol açan Bawa İshak belli bir yol güzergahında, Semitik tüccarların altın gücüyle kullandıkları ‘uygarlık yıkıcı paralı Türk Ordusu’nun üzerlerine bir insan seli gibi yürür de yürür...

 

Ayaklanmalar kısa zamanda Adıyaman, Urfa, Antep ve Elbistan’a kadar, nerdeyse bütün Anadolu ve Kürdistan’a yayılınca, Selçuklu devletinde deprem olmuş gibi sarsılıp çöküşe doğru hızla yol alır. ‘Uygarlık yıkıcı devşirme Türk (Selçuklu) ordusu‘ önce Sivas’ı, sonra Amasya ve Kayseri’yi terk etmek zorunda kalır.  Semitik tüccarların altın gücüyle besledikleri devşirme Türk ordusu arkasına bile bakmadan kaçar. Tam Selçuklu Sultanları başkent Konya’yı da terk edip Anadolu’dan kaçmayı planladıkları sırada; hatta Selçuklu Sultan’ı II. Gıyaseddin Keyhüsrev savaşı tümüyle kaybettiğini gözleriyle görerek Konya’dan ayrılıp gider. Uygarlık güçlerin, Anadolu’ya Zerdüşt ve Hıristiyanlığa karşı yerleştirdikleri İslam’ın İleri Karakolu Selçuklu devletin yıkım çanları çalmaya başlar!

 

İşte tam bu sırada kral ve devletlerin arkasındaki uygarlık güçleri dediğimiz yeryüzü tanrılarımız o günkü (NATO) askerî komuta teşkilatı devreye girer; Semitik tüccarların altın gücü sayesinde bolca paralı Hıristiyan zırhlı Frenk askerleri ve beyni siyasal İslam‘ın ideolojik silahıyla körleştirilmiş Kürt savaşçılarına (Bugün devletin kullandığı Hizbullah ve Hüda Par gibi Sünni Kürtler) kavuşup taze kan alan devşirme Selçuklu ordusu kendisini çarçabucak toparlar. Selçuklu ordusunun kendisini çarçabucak toparlamasında paralı zırhlı Frenk askerleri çok büyük rolleri vardır. Tam Anadolu ve Kürdistan halkları Bawa İshak önderliğinde bir zafer elde edecekleri sırada; biri Hıristiyanlık dini, biri İslam dini için çalışan bu askerleri kim bir araya getirdi? Kırşehir yakınlarındaki Malya Ovası’nda, davalarında haklı olan ve tüm pozitif güçleri içinde barındıran Bawa İshak’ın arkasındaki yerli Aryen halklarını; yani çoluk çocuk, ihtiyar, kadın, bebek, erkek, genç demeden korkunç katliamlarla Arabizme (İslam’a) karşı ayaklananların büyük bir kısmını kılıçtan geçirirler. Ve bir daha gerici İslam’a karşı çıkıp ayaklanmasınlar, karşı çıkmasınlar zihniyetiyle ibret olsun diye, kılıçtan geçirilip koparılan insanların kanlı kafalarından tepeler oluşturulur. İsyanın önderi Bawa İshak Amasya Kalesi’de 1240’da, aşağı yukarı yüz yetmiş yıl sonra, uygarlık yıkıcı Türk egemenlik sistemin Selçuklu mirasını devralan ve ikinci aşaması olan Osmanlı devşirme sistemine karşı aynı felsefi anlayışla isyan eden Şeyh Bedrettin gibi idam edilir.

 

Bunu neden anlatıyorum? Bawa İshak ve Şeyh Bedrettin‘in arkasında devletin ordusundan on kattan fazla bir halk ordusu, daha fazla güç, daha fazla bir inanç olmasına rağmen neden başarısızlıkla sonuçlandı? Çünkü o uygarlık ‘yıkıcı Türk egemenlik sistemin‘ arkasında tarihin derinliklerinde yaşayan bir beynin, yani uygarlık güçlerin askerî komuta teşkilatı olduğunun farkına varamadılar. İkinci, bizim gibi görünüp, uygarlık güçlerin safında bize karşı savaşan paralı devşirme Türklerin, gerçek Türkler olmadığının farkına varamadık. Belki bundan sonra farkına varırız ve Bawa İshak, Şeyh Bedrettin ve Sırrı Süreyya Önder’in barış mücadelelerini bu topraklarda yaşatabiliriz diye yazıyorum.

 

Gerçek Türkler ile devşirme Türkleri birbirinden ayırt edemedik

 

Tekrar sorumuza gelelim, ‘uygarlık yıkıcı Türk egemenlik sistemine’ karşı biz halklar arasında birliği ve birleşik mücadele cephesini kurmayı bugüne kadar neden başaramadık?

 

Neden diye kendi kendime sordum? Çünkü biz sahte devşirme Türkleri hep gerçek Türk sandık. Çünkü silinen hafızamız devşirme Türkler için yazılan sahte resmi tarih ile düzenlendi. Neyi hatırlayacağımızı, ne unutacağımızı dış güçler ile beraber çalışan iktidarlar belirler oldu. Barış sever gerçek Türkler ile savaş sever insanlık düşmanı devşirme Türkleri birbirinden ayırt edemez olduk.

 

Aslında her zaman ayrımcılığa, haksızlığa, katliam ve soykırımlara uğrayan mazlum yerli halkların mücadelesi yanında yer alan gerçek Türklerin, Türkler adına iktidarda konuşan ve kâh Arabistan merkezci dini ideoloji, kâh Avrupa merkezci ırkçı Türk milliyetçi zihniyetine sahip (Dikkat eden her iki ideoloji de bu coğrafyaya ait olmayan ideolojilerdir ve iktidardaki devşirme beyaz Türk de bu coğrafyaya ait olmayan yabancılardır.) ve hiçbirisi Türk olmayan İttihat Terakkicilerle aralarına kalın bir çizgi çizmemiş olmasından kaynaklanmaktadır. Aynı zamanda yerli halkların da uygarlık güçlerin, Ortadoğu’da ‘uygarlık yıkıcı bir ordu’ olarak kullandıkları bu devşirme Türkleri, gerçek Türkler olarak gördüklerinden kaynaklanmaktadır. Gerçek Türkler ve yerli halklar ancak bu önyargılardan kendilerini arındırdığı zaman, iktidar sahiplerine karşı daha güçlü ve birlikte mücadele etme platformu oluşturacaklarına içtenlikle inanıyorum.

 

Uygarlık yıkıcı Türk egemenlik sistemin resmi ideoloji olan Türk-İslam-Sentezi’nden etkilenmemiş gerçek Türkler, yerli ve göçmen halklar zaten her zaman barış içinde bir arada demokratik bir toplumda birlikte yaşamak istiyorlardı. Şu an Öcalan’ın, “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı“onların can suyudur. Çünkü iktidarların ırkçı-şoven siyasetine bulaşmamış, bütün Anadolu ve Kürdistan halkların birbirleriyle hiçbir sorunları, problemleri yoktur. Sorunsuz bir arada yaşayıp gidiyorlardı. Sorun, halkları çeşitli inanç ve siyasi ideolojilerle birbirlerine düşman edip, savaşları çıkarıp para kazanmak isteyen küresel uygarlık güçlerin böl parçala yönet politikalarıydı. Benim araştırmalarıma göre, gerçek Türkler Türkiye’de azınlıktadır. 4,5 milyon göçmen Arnavutlardan daha azdırlar. Zaman zaman kendime, “keşke gerçek Türkler bizi yönetseydi; onların yerli halklara hiçbir düşmanlığı olmazdı, yerli halkları katliamlardan, soykırımlardan geçirmezdi,” diye sorduğum olmuştur. Maalesef bin yıldan beri bizi yönetenler devşirme Türklerdir. Türkiye’nin en azılı ırkçı Türk milliyetçiliğini yapanlar Türklük pazarında otlayan devşirme Türklerdir; kendi kültüründen, dilinden, insanlığından koparılmış yerli devşirmeler, Balkan ve Kafkas göçmenleridir.

 

2010’de Doğu Türkistan Cumhuriyeti’nden bir profesör, Berlin Teknik Üniversitesi’nde düzenlenen panelde konuşma için Berlin’e gelmişti. Sunum konuşmasından sonra Türkistan Cumhuriyeti’nde üniversitede çalışan o profesör ile Türkiye’deki devşirme Türkler hakkında biraz konuştum.

Bana döndü dedi ki, “Gerçek Türkler biziz. Biz Türkiye’deki Türkleri Türklerden saymıyoruz ki; onlar başka halklardan devşirilmiş, kendi kültürlerin uzaklaştırılmış devşirme, sahte Türklerdir.”

“Ben de aynı sizin gibi düşünüyorum,” dedim. Türkistan’dan gelen birisinin, devşirme Türkler hakkında benim gibi düşünmesi beni çok şaşırtmıştı

O akademisyen adam da şaşırmış olmalı ki, “Aynı konuda aynı fikirde olmamız çok ilginç,” dedi.

“Hakikatin yolu birdir,” dedim. O gülümseyerek ‘evet’ anlamında kafasını salladı.

 

Sırrı Süreyya Önder, İsmail Beşikçi, Fikret Başkaya, Haluk Gerger, Hasan Bildirici, Ertuğrul Kürkçü, Sezai Temelli gibi adını sayamadığım vicdan sahibi yüzlerce gerçek Türk aydınları, yazarları, akademisyenleri her zaman uygarlık güçlerine çalışan “uygarlık yıkıcı Türk egemenlik sistemin” ayrımcılığına, haksızlığına, katliam ve soykırımlarına uğrayan mazlum yerli halkların mücadelesi yanında yer almışlardır. Her birisi vicdanlı insan Sırrı Süreyya Önder gibi Türk olduğu kadar bir Ermenidir, bir Rumdur, bir Süryanidir, bir Kürttür. Her biri gerçek birer Baba İshak’tır! Ve her şeyden önce bir insandır. Bu yüzden ülkeyi İngilizlere satmış iktidardaki devşirme Türkler, yerli halkların çocuklarına yaptıkları işkencelerin, cezai yaptırımların ve zulümlerin aynısını onlara yaptılar.

 

Ben iktidardaki devşirme Türklerin, Türk ya da Türkler adına yaptıkları katliamlar, soykırımlar, işkenceler ve faili meçhul cinayetlerden hiçbir zaman gerçek Türkleri sorumlu olarak görmedim, tutmadım. Çünkü bunların uygarlık güçlerine vekalet savaşçılığını yürüten devşirme Türkler olduğunu çok iyi biliyordum. Dünyanın hiçbir yerinde bir halk, başka bir halka katliam ve soykırım yapmaz. Katliam ve soykırımlar uygarlık güçlerine çalışan devletin komuta merkeziyle planladığı bir organizasyon işidir.

 

Türk Irkçılığı Hitler ırkçılığından daha tehlikelidir

 

Türk ırkçılığın Hitler ırkçılığından daha tehlikeli olması, sürekli uygarlık yıkıcı görevini devam ettirmesi, başka bir ırkın ruhuna girmiş, onun kimliğine bürünmüş devşirmelerin süreklilik arz eden hal almasından kaynaklanmaktadır. Uygarlık güçleri, Hun, Moğol ve Türklerin binlerce yıl Orta Asya’da Çin uygarlığına saldırıp yağma, talan ve ganimet elde edip geçimlerini sağlayan tarihin olumsuz kültür tipleri, yani ’uygarlık düşmanı’ olduklarını çok iyi bildikleri için, Anadolu’da devşirdikleri Türklerde bu Orta Asya’daki Türk barbarlığın ruhunu canlandırıp uyandırarak tarihin olumsuz, yıkıcı etmenlerini Selçuklu devletinden beri iktidara getirerek kullanmaktadırlar.

 

İşte ne olduysa, İngilizlerin  dünya ülkelerinin sınırlarını Rusya ile paylaşamadığı o yüzyıllardır süren “Büyük Oyun” ile Ortadoğu (Kürdistan) toprakları altındaki petrollere gözünü diken Rothschild Hanedanı ve İngiliz Kraliyet Ailesi’nin 1870’lerden sonra Selanik’te Avrupa merkezci Türk milliyetçiliği ile yetiştirip, önce 1908’de Jön Türk devrimiyle Osmanlı padişahın iktidarına ortak ettikleri, bir yıl sonra da, tıpkı 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi gibi, İngilizlerin senaryosunu yazdığı 31 Mart 1909’taki Darbe Girişimi ile iktidara taşıdıkları ve hiçbirisinin Türk olmadığı İttihat Terakkicilerin (Beyaz Türklerin) toplumu yukardan aşağıya doğru Türk milliyetçiliğiyle yetiştirip homojen bir toplum yaratmalarıyla başladı. O gün bugündür uygarlık güçlerin elinde daha beter bir oyuncak durumuna düşen ve genleriyle oynanmış vekalet savaşçıları ordusuna dönüşen devşirme Türkler bu coğrafyayı bir halklar mezarlığına çevirdiler.

 

Görevimiz, gerçek Türklerle güçlü bir ittifak oluşturup, uygarlık güçlerine çalışan taşeron devşirme Türklerin zulümkâr iktidarına karşı mücadele ederek, Öcalan’ın, “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı“nı gerçekleştirmektir. Ancak o zaman bu coğrafyaya barışı getirmek isteyen Sırrı Süreyya Önder gibi Baba İshak’ların anılarına sonsuz bağlılığımızı göstermiş olacağız.

 

Berlin, 08.05.2025

Azad Roni

 

Kaynaklar:

[1]. 20.08.1993 tarihinde Oslo barış görüşmeleri sonuçlandı. Filistin Kurtuluş Örgütü Başkanı Yaser Arafat ile İsrail Başbakanı İzak Rabin tarafından 13.09.1993 tarihinde Washington’da halka açık bir törenle “Oslo Barış anlaşması“ imzalandı. Filistin topraklarında barışı gerçekleştiren Yaser Arafat ile İsrail Başbakanı İzak Rabin’e Nobel Barış ödülü verildi. Fakat ne yazık ki, iki yıl sonra Oslo Barış anlaşmasını imzalayan İzak Rabin, 04.11.1995 tarihinde uygarlık güçlerin vekalet savaşçılarından biri olan aşırı sağcı Yigal Amir’in suikast girişi sonucu öldürüldü. Yaser Arafat ise 2004 yılında radyoaktif “polonium 210“ zehirlenerek öldürüldü. Türk MİT’i ise her zaman NATO Gladiosu ile beraber çalıştığı herkes tarafından bilinmektedir. Bu yüzden Türkiye’de her şey olabilir. Olmayacak diye bir şey yok.

[2].  Abdullah Öcalan, “Demokratik Kurtuluşun ve Özgür Yaşamı İnşa (İmralı Notları), Mezopotamien Verlag, Neuss, Deutschland” kitabını bakın.

 

video width="848" height="480" mp4="http://azad-roni.com/wp-content/uploads/2025/05/Sirri-Suereyya-Oender-Berlinde-anildi.mp4"][/video]