Koca tarih çınar Haydar Işık diyor ki,

“Tarihini bilmeyen halk, nasıl geleceğin yolunu bulabilsin? Körün değnekle yürümesine benzer!..“

Evet, asıl bütün mesele burda. Kendi toplumun tarihini bilmeyen geleceğini de kuramaz. İşgalcı ve sömürgeci uygarlık güçlerin ilk yaptıkları şey, toplumları binlerce yıllık kendi eski tarihlerinden uzaklaştırıp, geçmişlerini unutturmayı ve kendilerini saydırmayı amaçlayarak toplumu hafızasız bırakmak ve boşalan hafızalarına kendi tarihsel plan, proje ve programları çerçevesinde inşa ettikleri yeni bir ideolojiyi hafızalarına yüklemekle başlarlar işe. Bunu yüz, ikiyüz, hatta bin yıl içinde başardıklarında, gerisi çorap söküğü gibi geliyor.

İşgalcı ve sömürgeci uygarlık güçlerin ülkemiz Kürdistan’ı dört parçaya bölüp kolayca elimizden almanın büyük sebeplerinden biri; bizim Guti, Lulubi, Lor, Hurri, Kassit, Mittani ve Urartu atalarımızın Sümerler’den Medlere kadar uzanan merkezi uygarlıkta yaratmış oldukları doğayı ve insanları seven, özgürlüğü taçlandıran, doğa ile iç içe, ana ile çocuk gibi kucak kucağa özerk bir yaşam sürdüren, hümanist erdemli Zerdüşt, Êzidi, ve Mazdaizm inancı, kültürü ve felsefesinden uzaklaştırdılar. Hafızasız bıraktılar. Son bin yıldan beri de İslamı’ın baskı ve şiddeti altında alınarak kültürlerini, Zerdüşt, Êzidi ve Mazdaizm doğa inançlarını geliştirmelerini engelleyerek, Sünniler gibi kılıç zoruyla İslam olmayanları da yüzyıllardır İslam’a Şii mezhep ile yarım yamalak yamalamaya çalışarak asimile edip Alevileştirdiler. Emevi, Abbasi, Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye gibi İslam devletlerin her türlü katliam ve soykırımına uğrayan Aleviler; bu katliam ve soykırımları yaşamamışlar gibi, İslam'ın işgal ettiği bölgelerde yaşayan insanlara yaptıkları kötülüklerini bilmiyorlar, tanımıyorlarmış gibi "asıl İslam biziz" deyip tam bir bitmişliği, bir körleşmeyi yaşıyorlar!

Üç-dört bin yıl önceye kadar, daha doğrusu 14 bin yıl önce Göbekli Tepe ile başlayıp biriken bilgi ve tecrübelerin sonucu olarak Zağros dağlarından MÖ. 6 bin yıllarında deltaya inerek, Sümer Şehir Beylikleri'ni kuran ve binlerce yıl dünyanın kültür merkezi sayılan bugünkü Fırat, Dicle, Zap, Aras arasında, cennet diye tabir edilen kuzey Mezopotamya coğrafyası, bugün siyasi baraj ve HESlerle gölcükler ülkesine haline getirilerek tarih eserleri yok edilen, kadim halklarını soykırımdan geçirilen Kürdistan topraklarıydı. Bu cennet toprakları din kılıfı altında işgal edip sömürgeleştirmek için, bölge insanların hafızalarını kim, hangi Sümer mitos, efsane ve masal çalıntılarıyla yazılmış sözüm ona „Kutsal Kitap“larla sildi, süpürdü? Sonra da kadim halklarını soykırımdan geçirdi?

Son beş bin yıldan beri hegemonyaları altına aldıkları kral, peygamber, halife ve padişahları ülkemize saldırtan Sami tüccarları’n ilk yaptıkları iş, saraylarda, tapınaklarda, kütüphanelerde ve evlerde bulunan kitapları, Avesta’yı ve eski Sümer belgelerini kırıp parçalayarak ortadan kaldırmak olmuştur. Böylece geçmişimizi unutturmayı ve kendilerini, kültürlerini, Arabistan çöl merkezci dinsel ideolojilerini saydırmayı amaçladılar. İşte bu Arabistan çöl merkezci „Kutsal Kitaplar“ ile önce yavaş yavaş hafızalarımıza kilit vuruldu, bizi ülkemizde esir aldılar. Bugün Aryen halkları olarak ölülerimizin üzerinde Sami tüccarları’n Arapbistan çöl merkezci dini ideolojiler ve tarihsel plan, proje ve programları olan Musa’nın Tevratı’nı, İsa’nın İncil’ini, Muhammed’in Kuran’ını okutuyarlarsa, siz kabul etseniz de, etmeseniz de artık biz Sami tüccarların kul ve kölesi olmuşuz demektir!.. Musa ve İsa İsrailli’dir. Muhammed Arap’tır. Kendinize sorun! Neden bu peygamberlik geleneğiyle gelen peygamberlerin hepsi Sami halklarından çıkmış da, Aryen halklarından, Kızılderililerden çıkmamış? Kültür ve ekonomik olarak üç-dört bin sene Aryen halklarından daha gerilerde yaşadıkları ve onların maskeli yeryüzü Tanrı’ları Sami tüccarlar olduğu için. Ne yazik ki, son üç peygamber de onları bir adım ileriye götürmedi. Hâlâ oldukları yerde sayıyorlar. „Kutsal Kitaplar“da kendilerine ait olmayan ve Aryen halkların insanlık kültürüne kazandırdıkları ilk yazılı Sümer Kanunları ve güzel sözleri, kendilerini erdemli göstermek için koydular ama hiçbir zaman o yazılı kanunları ve güzel sözleri pratiğe uygulamadılar. Sadece Sami tüccarların kafalarına soktukları cihatı pratiğe uyguladılar ve başkaların mallarına Tanrı adına el koyarak yağmalayıp talan ederek hırsızlık yaptılar, bolca ganimetlere kondular, Tanrı adına başka ülkeleri işgal ederek, Musevi ve Müslüman olmayanları barbarca katliamlardan geçirerek mallarına, ülkelerine, kadın ve kızlarına tecavüz ederek el koydular. Sami tüccarları, Rab, Baba-Oğul ve Allah adına bizimle apaçık şöyle konuşuyorlar: „Biz sizin Tanrı'larınızı, peygamberlerini tayin ettik. Siz artık bize aitsiniz! Bizim kul ve kölemizsiniz! Bize ibadet edin! Yönünüzü Arabistan çöllerine; ya Kudüs ya Mekke’ye çevirin, öyle ibadetinizi yapın! Vergilerinizi bize verin!“ demektedirler. Evet, hafızamız onların elinde, onlara aitiz artık...

Ben kendi adıma artık onlara ait olmadığımı açıklıyorum. Eğer ölürsem, yaşadığım süre içinde güzel dünyamın sunduğu besinlerden artık yoksun kalan cansız-ruhsuz bedenim üzerinde, kitapları ve peygamberleri savaş sever olan Sami tüccarları’n tarihsel plan, proje ve programları olan Tevrat’ı, İncil’i ve Kuran’ı asla okumayın! Çünkü adım gibi biliyorum ki, onlar hakikattan ve Hak’tan gelen kitaplar değildir. Filozof Zerdüşt’ün dediği gibi, biliyoruz ki yaşamla ölüm bir aradadır, iç içedir. Tabiatta doğum kadar ölüm de normal bir şeydir. Ateş, hava, su ve toprak olarak doğanın dört ana elementinden doğup geldiğimde nasıl üzülüp ağlamadıysanız, aslıma geri dönüp öldüğümde de lütfen hiç olmazsa ilk üç gün üzülmeyin, ağlamayın. Güzel, dramatik, klasik türkü ve şarkılarınızı söyleyin. Eğer arkamda insanlara ve insanlığa yaptığım iyiliklerim varsa onlardan bol bol konuşun; ölen insanın anılarını hümanist, doğa kültürü insanlığa armağan eden Zerdüşt’tün iyi düşün, iyi konuş, iyi iş yap felsefesiyle anımsayın ki, insanlığı iyi düşünmeye, iyi konuşmaya, iyi iş yapmaya, hakikatlı adalete ulaşmayı, dünyayı güzelleştirmeye, işçi ve emekçilerin ellerine vuralan kalın zincirleri kırmaya ve özgürlüğü bir adım daha öteye götürelim.

Şimdiye kadar hiç bir filozof, dünyanın saf dört element olan ateş, hava, su ve toprak'dan oluştuğunu ve dünyanın koptuğu ateşin (güneşin) Tanrı’nın ışık yolu ve bilgesi olduğunu açıklayan Zerdüşt felsefesini geçmemiştir.

**

MÖ.12 yıllarında Göbekli Tepe ile başlayan neolotik devrimin bilgi ve tecrübeleri sonucu 6 bin yıl sonra MÖ.600-200 yılları arasında önce kuzey, sonra bataklıklar kurutularak güney Mezopotamya’da ilk büyük, erdemli merkezi uygarlık kuran ve sınırlarını doğuda Hindistan, batıda ege kıyılarına kadar genişleten Aryen halklarına ait olan Sumer uygarlığını yıktıktan 1800 yıl sonra; kötü tanrı olan Rab (Sami tüccarlar), kendi tarihsel plan proje ve programları çerçevesinde MÖ.1.250 tarihinde İsrailoğulları’nı, Firavun’un korkunç baskı ve şiddetini kullanarak -tıpkı 20. yüzyılda Avrupa’da yaşayan Yahudileri Hitler Faşizmin korkunç baskı ve şiddetini kullanarak Filistin’e yönlendirdikleri gibi- Kenan’a gitmeleri için yönlendirdi. Tevrat’ın anlatımlarına bakıldığında, baştan beri Abrahim ve İsrailoğulları’nın Rab tarafından yönlendirildiği apaçık görülmektedir! Peki bu Rab kim? Saf ve cahil olan insanlar için Tanrı olabilir. Ama araştıran, okuyan, Sumer tarihini, altın bin yıllık insanlık tarihini ve dinlerin tarihini çok iyi bilen; tarihin puzla analiz kutularını birleştirerek insanlık tarihini bir bütün olarak iyi okuyan araştırmacılar, yazarlar, tarihçiler, teologlar ve bilim insanları için Rab; Arabistan çöl merkezci semavi dinlerini peygamberlik geleneğiyle kendi aile fertlerin ekonomik, siyasi ve politik çıkarları çerçevesinde dünyaya yayan Sami tüccarları’dır.

Peki, İsrailoğulları ve Arapların atası yaptıkları Abrahim denen şahıs kim? Bu şahıs tarihçilerin ateşten gelen Huşeng olarak bildiği Hurriler’in Goş aşiretinden Aryenli ve Ur şehrinden bir filozof. Halk arasındaysa Aryen dillerinde kardeş anlamına gelen „Bra“ kelimesinin kökü, gökyüzü ya da bir şeyin arkasında anlamına gelen „him“ eki eklenerek oluşturulan Bra-him takma şahıs ismiyle anılır ve tanılır. Brahim olarak bilinen ve Kürtlerin bugünkü ataları olan Guti, Lulubi, Lor, Hurri, Kassitler Mitra güneş tanrısı etrafında birliklerini ve güçlerini birleştirip zalim Akad devletini MÖ. 2.150 tarihinde yok ettikten sonra bilgelik çağı diyebileceğimiz bir dönemde Sumer kültür ve inaçlarını Birinci Zerdüşt Ziusudra’dan (Muhabad'dan) sonra, MÖ. 2000 yıllarında ikinci kez reformdan geçiren ikinci Zerdüşt’tür. Tarihçiler ateşten gelen Huşeng’i (Brahim’i) ikinci Zerdüşt olarak bilir. Yerli kabileler çoktan birlikleri ve fikirleri ile güneş Tanrı Mitra’nın etrafında birleşmişlerdi. Bu gelişmiş birleşik güçle kendi ana bölgeleri olan Mezopotamya'yı Sami tüccarlara karşı savunmaya geçmişlerdi. Fakat uygarlığın merkezinde hâlâ çok tanrılı bir sistem geçerliydi. Bunun terkedilmesi de istenmiyordu. Tam böyle bir ortamda uygarlığın merkezinde Hurri kabilesinin tapınaklarında güneş tanrısı Mitra dışında bütün putları kırıp ortadan kaldırdığı için, Babil Kralı Nemrut’u hâkiyetleri altına alan Sami tüccarları’ın emriyle Brahim Ur şehrinde ateşe atıyor. Guti, Lulubi, Lor, Hurri ve Kassitler’in Brahim etrafında bedenlerinden ateş çemberi oluşturup sahip çıkmalarıyla o ateşte yanmıyor, kurtuluyor.

Tarihçi E. Xemgin Mezopotamya Aryen kültürünü uzun vadeli aralıklarla birbiri ardından reformdan geçiren Zerdüşt kültü önderlerini söyle sıralamkaktadır:

„Yukarda verdiğimiz belgeler ışığında birinci Zerdüşt’ün MÖ. 6000 ile 3000 yılları arasında yaşadığı ve adının Mıhabad olduğu anlaşılmaktadır. İkinci Zerdüşt olarak belirlenen ateşten gelen Huşeng veya İbrahim Peygamber’in ise MÖ. 2040 yılında doğduğu belirlenir. Üçüncü Zerdüşt ise doğum tarihi kesin olmamakla birlikte MÖ. 660 ile 630 yılları arasında doğduğu hesaplanır.“ (E.Xemgin, Aleviliğin Kökenindeki Mazda İnancı ve Zerdüşt Öğretisi, Berfin Yayınları, İstanbul 1995, s.60)

Bazı tarihçiler, Zerdüşt’ü MÖ. 2500 ile 1800 yılları arasında Kalde’de egemen olan Med ve Ur’da egemen olan Hurri soylu padişahlar silsilesinin başları olarak gösterirken, ateşten gelen Huşeng olarak belirlenen Zerdüşt’ün (Brahim’in) MÖ. 2000 yıllarında yaşadığını vurgularlar. Birinci Zerdüşt’ün Zend adında kutsal bir kitabı olduğunu, İslam’ın Kürdistan bölgesini işgal etmesi sonrası bütün eski eser ve kitaplarla birlikte Zend ve Avesta kutsal kitapların da imha edilip yok edildiğini, ancak günümüzde Hindistan’daki inananların elinde Zend kitabın birkaç yaprağının bulunduğunu belirtirler. Üçüncü Zerdüşt’ün kutsal kitabının ise Avesta olduğu, Avesta’nın Medler döneminde güzel bir Kürtçe ile yazılmış nüshalarının Hindistan’daki bu dini inanç mensupların elinde mevcut olduğunu yazarlar.

Brahim’in yaşadığı çağdan 1500 yıl sonra Yahudiler Babil sürgününde bu efsaneyi Med, Kassit ve Hurri kabilerinden öğrendiler. Tevrat’ı yazan kâhinler, hikayenin bittiği yerden yeni eklemeler yaparak hikayeyi uzatıyorlar. Brahim’i Harran’dan Filistin’e, orda kıtlık çıkıyor, Filistin’den Mısır’a; Mısır’a giderken karısını Firavuna pazarlayıp vererek pezevenklik yapıyor; böylece kadın ilk defa Arabistan çöl merkezci dini-erkek zihniyetiyle aşağılanıyor, tecavüze uğruyor, Mısır’dan da o dönemde henüz olmayan hayali şehirlerde dolaştırıyorlar ki, bakın Abrahim hakkında her şey biliyoruz diyerek İsrailoğulları’n ataları yapsınlar diye. Oysa MÖ. 2.000 yıllarında ne İsrailoğulları ne de Araplar henüz tarih sahnesine çıkmış değillerdi.

“Bazı bilginlere göre (Tevrat ve Kuran’daki) İbrahim, İshak, Yakup hikâyeleri, bu addaki kabilelerin hikâyeleri. Bazılarına göre de şahısların hikâyeleri. Bunlar Homer’in Truva (Troia) savaşları hakkında yazdıkları gibi yüzyıl boyunca destan şeklinde ağızdan ağıza gelerek en az 1500 yıl sonra yazıya geçmiştir. Bu süre içinde yeni olaylar, yeni gelenekler, efsaneler bunlara karıştırılmış ve eklenmiştir.

Arkeolojik buluntularda İbrahim’in (Tevrat’ta Abrahim’in) ataları olarak verilen şahıs adlarının, yer adları olduğu saptandı. Gittikleri yazılan (Sodom, Gomorra gibi) şehirlerin o çağlarda henüz var olmadığı, Filistin’nin güney sahillerinde bulundukları yazılmış olmasına rağmen, yapılan kazılarda oralarda olamayacakları anlaşıldı. Güney sahillerinde Mısırlara ait eserlerin bulunması, oraların Mısırlıların kontrolü altında bulunduğunu gösteriyordu.” (Muazzez İlmiye Çiğ, İbrahim Peygamber, Sumer Yazılarına ve Arkeolojik Buluntulara göre, Kaynak Yayınları, İstanbul 2009, s.19.)

İşte böylece İsrailoğulları’n resmi tarihini Babil sürgününden sonra Tevrat’ta yazan kâhinler Brahim’in önüne A harfini koyarak İsrailoğulları’n ataları yaptılar. Ve „sizin atalarınız ordan, Ur şehrinden geldi“ diye yalan hikâyeler uydurdular. Ataları ordan geldiyse düşünce, fikir, mitos, efsane, destan da atalarını takip edip ordan geliyordu, ama her ne hikmetse düşmanlıklarından Sumerliler’in, Hurrilerin isimlerini vermiyorlardı. Böylece düşüncelerini çaldıkları Aryen halkların atalarını Sami halkların ataları yaparak tarihi çarptırıyorlardı. Ve en korkuncu bu dini ideolojilerle beyinlerini yıkayıp vicdanlarını satın aldıkları vekalet savaşçıları olan İsrailli ve Arapların bu Mezopotamya toprakları ve yönetimine hakim olmalı gerektiğini Tevrat’ta net bir şekilde emrediyorlardı, Sami tüccarları. Kendi kafalarında uydurdukları Abrahim hikâyesinde, Filistin’in güney sahillerinde yaşadığı yalanını uydurdular ki, „bakın sizin atalarınız yüzyıllar önce orda yaşadı, orası sizin atalarınızın toprağı“ diyebilsinler. Ve Filistin’i İsrailoğulları ile işgal edebilsinler. Kendilerine hizmet edecek olan bir İsrail devleti kurabilsinler diye. Bu kadar yalana pes doğrusu. Hâlâ bu Tevrat, İncil ve Kuran’daki yalanlara „Tanrı’nın vahiyleri“ diye inanan saf ve cahil insanlar var!

Arapların resmi tarihini Kuran’a yazanlar ise Brahim’in önüne İ harfini koyup İbrahim yaptılar. Ulus-devlet çağında ise, Doğu’da Selçuklu devletinden beri uygarlık yıkıcı bir etmen olarak kullandıkları devşirme Türklerin tarihini de aynı Sami tüccarlar zihniyetle götürüp Sumerliler’e dayandırmaları tesadüf değildir. Sunni, yapay bir Yahudi-ulus yaratmak amacıyla bir zamanlar nasıl ki, Tevrat’taki anlatımlarla İsrailoğulları’n tarihini (güya Tanrı’nın vahiyleri olduğu için) isim vermeden Sumerliler’e bağladılar. İbranice bütün dillerin anasıdır. En eski dildir.“ diye yalanlar uyduruldu. Şimdi de, Anadolu’da herkesin Türkleştirilerek sunni, yapay bir Türk ulusu yaratmak amacıyla Türklerin resmi tarihlerini götürüp Sumerliler’e bağladıkları gibi, bir de güneş dil teorisi ile „Türkçe bütün dillerin anasıdır. Bütün diller türkçeden türedi. En eski dildir.“ diye yalanlar uyduruldu. Bu başka bir konu.

Yeniden hatırlatalım. İslamlaştırma ve Türkleştirme Türkmenlerin projesi değil, Sami tüccarları’n derin projesidir. Onları Ortadoğu’da İsrailli ve Araplar gibi vekalet savaşçıları olarak kullanmak amacıyla herkes Türk-İslam-Sentezi ideolojileriyle Türkleştiriliyor. İnsanlıktan çıkartılıyor. Bu insanlıktan çıkarılan vekalet savaşçıları devşirme barbarlıkla yerli halklar sürekli ama sürekli katliam ve soykırımlardan geçiriliyor. Kimse de Sami tüccarları’n bu kör düğümünü henüz çözmüş değildir!

Bir kez daha kendinize sorun! Neden bu son üç tek tanrılı dinlerin peygamberlik geleneğiyle gelen peygamberler Mezopotamya’da, Asya’da, Avrupa’da, Amerika’da ortaya çıkmamış da, hep Arabistan çöllerinde ortaya çıkmış?

Bu sorulara kitaplar dolu verilen yanıtlar bize birçok şeyi anlatmaktadır!..

Çünkü son üç tek tanrılı semavi kavim-dinleri Arabistan çöl merkezci dini ideolojileridir. Gerçek Tanrı’nın vahiy yoluyla gönderdiği kutsal kitaplar değildir.

„Vahiy yoluyla peygambere geldi“ denilerek insanlar ve toplumlar korkunç bir şekilde kandırılıp aldatılarak, kıskanç, intikamcı ve işgalcı kötü bir Tanrı tarafından esir alındı. Yani sömürülerini kolaylaştırmak için halklar yüzyıllarca esaret altına alındılar. Bu yüzden son iki bin yıldan beri Sami tüccarları bu tek tanrılı semavi dinleriyle insanlığa hem sürekli savaşlarla kötülükler yaşatıldı, hem de insanlık sürekli gerilere götürülerek skolastik bir dönem yaşatıldı.

Arabistan çöl merkezci dini ideolojilerin Tanrı’ları olan Sami tüccarları; uzun vadeli toplumsal mühendislik projeleri olan ve Aryen halkların binlerce yıl önce yaşayıp büyük bir merkezi uygarlık kurdukları Fırat ve Dicle arasındaki verimli bölgeleri işgal edip ele geçirmek amacıyla, MÖ. 2.800 yıllarında başlayarak yüzyıllarca sürekli Arabistan çöllerinden toplayıp getirdikleri barbar göçebe akınların yağma ve talanları sonucu MÖ.2.350’de ilk defa Sumerlileri içten yıkarak Mezopotamya’da kendilerine hâkimiyet kazandıran Akad devletini kurdular. Kurulan Akad devleti kralı ilk Sami tüccar Büyük Sargon’dan beri Sami kökenli göçebe nüfusunu yerleştirmek istedikleri Mezopotamya’nın yönetimi ve topraklarına sahip olmak amacıyla binlerce yıl hep Sumerlilerle kavgalı, savaşlı mücadele yürüten Sami tüccarları’dır. Akad ve Asur devletleri’n deneyimlerinden sonra, yani iki bin yıl sonra kendi ailelerinin ekonomik, siyasi ve politik çıkarları için, „Rab yer yüzerinde olan bütün kavmlardan üstün olarak, kendisine has bir kavm olmak üzre seni seçti.“ (Tevrat, Tesniye 14:2) diyerek araç ve vekâlet savaşçıları olarak kullanmak üzere, müsevilik dinin idelojisiyle genleriyle oynayıp sunni ve yapay bir ulus yaratmak amacıyla Firavunlar’ın köleci yönetimi altında yaşayan 12 kabilelik İsrailoğulları’nı yeryüzündeki bütün halkların arasından „seçilmiş üstün bir halk olduğunu“ iddia etmişlerdi. Aslındaysa Sami tüccarları’n kendi aile çıkarları için araç olarak kullanacakları vekalet savaşçılarından başka birşey değildi.

Sumerliler de, Zağros dağlarından ovaya inip Sumer şehir Beylikleri’nde yaşayan „Sumerlilerin Tanrılar tarafından seçilmiş üstün bir halk olduğunu“ yazmıştı. Kuşkusuz Sami tüccarları, bu „seçilmiş üstün bir halk“ kavramı ve yöntemini Sumerliler’den öğrenmişlerdi. Onlardan aldılar. Kökeni oraya dayanıyordu. Kendileri için çalışıp hizmet edecek olan „seçilmiş üstün halkın“ eline de tarihsel plan, proje ve programları olan Tevrat’ı tutuşturmuşlardı. Tevrat’a yazdıkları tarihsel programlarını o gün bugündür İsrailoğulları eliyle pratiğe uygulamaktadırlar. Kuran’da yazdıkları tarihsel programlarını da o gün bugündür Araplar ve Arabizm ideolojisiyle asimile edilip İslamlaştırılan halklar eliyle pratiğe uygulamaktadırlar.

Sami tüccarları, MÖ. 3000’yıllardan beri, Mezopotamya’nın yönetimi ve topraklarına sahip olmak için Sumerlilerle sürekli ekonomik, askeri, politik ve savaşlı mücadele yürütüyordu. Yani henüz İsrailoğulları ve Araplar tarih sahnesine çıkmadan önce Mezopotamya yönetimi ve topraklarına sahip olma hevesleri vardı. Ve bu heveslerini eylemleriyle pratiğe uyguluyorlardı. Birinci adımı Akad devletiyle pratiğe uyguladılar. O tutmayınca, ikinci adım olarak Asur devleti ile pratiğe uyguladılar. Akad ve Asur devletlerini bugünkü Kürtlerin ataları olan Gutiler, Hurriler, Kassitler ve Medler yıkınca, daha güçlü ideolojik ve kalıcı araçlar olan semavi din plan, proje ve programlarıyla o gün bugündür pratiğe uygulamaktadırlar. Ve onların tarihsel plan, proje ve programlarına engel olmak isteyen Kürtlere düşmanlıkları burdan gelmektedir.

Akad ve Asur devletleri döneminde Mezopotamya topraklarına ve yönetimine sahip olma istek ve hevesleri vardı. Ve sürekli bunun için mücadele veriyorlardı. Fakat 2 bin yıl sonra bu istek ve heveslerini semavi din programlarıyla daha sistemli, daha planlı, daha bilinçli ve daha net bir şekilde dile getirdiler. Firavun kralların köleci sisteminde yaşayan ve 12 kabileden oluşan küçük bir toplumu „seçilmiş üstün bir halk“ olarak ilk defa hizmetlerine aldıklarında, Sami halklarından biri olan İsrailoğulları için yazdıkları tarihsel plan, proje ve programları olan Tevrat’ta bu heveslerini ve düşüncelerini apaçık söyle dile getirmektedirler:

„Sınırlarınızı Kızıldeniz’den Filistin Denizi’e, çölden Fırat Irmağı’na kadar genişleteceğim. Ülke halkını elinize teslim edeceğim. Onları önünüzden kovacaksınız. Onlarla ya da ilahlarıyla antlaşma yapmayacaksınız. Onları ülkenizde barındırmayacaksınız. Yoksa bana karşı günah işlemenize neden olurlar. İlahlarına taparsanız, size tuzak olur.“ (Tevrat,

Çıkış, 23:31)

Bunları kim pratiğe uyguluyor demeyin.

10 Ağustos 1967 tarihinde Jerusalem Post gazetesinde çıkan demecinde General Mosche Dajan şöyle konuşuyordu:

„Bizler Tevrat’a sahipsek, bizler kendimizi Tevrat’ın halkı olarak görüyorsak, o zaman bizler Tevrat’ta vaad edilen bütün topraklara da sahip olmak zorundayız.“ (Roger Garaudy, İsrail, Mitler ve Terör, Timaş Yayınları, İstanbul 2019, s.33)

İşte beyinleri Arabistan çöl merkezci tek tanrı’lı din ideolojileriyle yıkanıp vicdanları satın alınmış böylesi vekâlet savaşçıları, dindar, ırkçı, cıhatçı, yobaz Yahudiler ve Araplar Sami tüccarlara uzun vadeli tarihsel programlarına hizmet ettiklerinin farkında değiller! Farkında olmadıkları için Rab-Efendi, yani Sami tüccarlar, onları vekâlet savaşçıları olarak dünyanın her yerinde istedikleri gibi araç olarak kullanmaktadır. Yahudi halkın savaşçıları olan ırkçı-milliyetçi siyonistler de, tıpkı İslamcı cihatçılar gibi, vekâlet savaşçıları olarak kullanıldıklarının farkında değiller!

4 Kasım 1995 tarihinde siyonist „İsrail Savaşçıları“ adlı grubun cihatçı vekâlet savaşçısı Yigal Amir, ‚Yahudiye ve Sâmiriye’nin (Batı Şeria’nın) ‘vaad edilmiş topraklarını,’ 20 Ağustos 1993’de Oslo Anlaşması ile Araplara bırakacak kişiyi, ki bu kişi İsrail Başbakanı da olsa öldürmeyi hak ettiğini ve ‘Rab’bin emri üzerine’ İzak Rabin’i katledilmesi olayı, Sami tüccarları’n dini ve milliyetçi ideolojilerle parasız vekâlet savaşçılarını nasıl yarattıklarının göstergesidir.

**

Çağımızın toplumsal hastalığı olan Avrupa merkezci milliyetçilik nasıl ki, ulus-devletlerin çağımızdaki dini ise ve Hegel’in devlet teorisiyle açıklayacak olursak „Tanrı’nın ulus-devlet olarak yeryüzüne inmiş şekliyse“ bana göre somut bir nesnesiyse; ortaçağın toplumsal hastalığı olan tek tanrılı semavi dinleri de ortaçağ kavim-devletlerin kabile-milliyetçilidir ve Tanrı’nın kavim-devlet olarak yeryüzüne inmiş somut bir gerçeğidir. Bu somutlaştırdığımız gerçek nesnenin adı hem kavim-devlet döneminde, hem de ulus-devlet döneminde toplumsal mühendislik projeleri olan Sami tüccarları’dır.

Kötü tanrılarımız katillerimizi bize önder ve peygamber olarak tanıtıp göstermiş!

Almanya’da Yahudi ve Roman soykırımını yaparak insanlık suçu işlemiş olan katil Hitler, Alman Nazilerine önder (Führer) olarak tanıtılmıştır!

Sami tüccarları’n vekâlet savaşçısı, İngiliz Klaliyet Ailesi’nin ajanı ve Hitler’in öğretmeni olan devşirme Mustafa Kemal da Hitler gibi, İttihat ve Terakki arkadaşlarıyla birilikte Ermeni, Pontus Rumları, Süryani ve Kürt soykırımlarını yaparak insanlık suçu işlemiş, 20. Yüzyılın en büyük diktatör ve en büyük katillerinden birisi olmasına rağmen; Anadolu’da Türk ulus-devletin inşa edilmesiyle birlikte topluma devşirme „Türklerin Atası“ olarak tanıtılıp gösterilmiştir. „Önder“ olarak tanıtılıp kabul ettirilmiştir. Biliyoruz ki, psikolojide yansıtma, kişinin kendi kusurlarını ve ihanetini başkalarında görme davranışıdır. Bütün Türk devşirmeleri gibi Mustafa Kemal de, İngiliz ajanı olmasına, gizlice onlarla birlikte çalışarak, Sami tüccarları’n çok derin tarihsel planları olan yapay Türklüğü Anadolu’da inşa edip pratiğe uygulamasına rağmen; „Kürtler İngiliz ajanıdır“ diyerek ele geçirdiği devletin bütün imkanlarıyla bu kusur, davranış ve suçlarını Kürtlerin üstüne atmıştır. Ve onları feci halde kandırıp, İttihat ve Terakki arkadaşları gibi onların gücüyle iktidara gelip uluslararası devlet güvencesini cebine koyduktan sonra Ermeniler, Rumlar ve Süryaniler gibi Kürtleri de tarihin ender görünen soykırımlarından geçirmiştir.

Sami tüccarları’n vekâlet savaşçıları olan Arap Muhammed, Ali ve cihatçı Arap orduları da, Sami tüccarları’n inşa etikleri İslam din kılıfı adı altında zengin Mezopotamya bölgelerini yağmalayıp talan etmek amacıyla başta Kürtler olmak üzere Ermeni, Rum gibi bütün Aryen halklarını baskı ve şiddet kullanarak İslamlaştırıp Arap kültürüne asimile etmek ve dört bin yıl gerilerde yaşayan Arapların kölesi durumuna getirmek için insanlık dışı korkunç katliamlar yaparak insanlık suçu işlemelerine rağmen siyasi İslam ideolojisi ile beyinlerini yıkayıp vicdanlarını satın aldıkları toplumlara peygamber olarak tanıtılıp kabul ettirilmiştir.

Sami tüccarları’n tarihsel plan, proje ve programları olan Musevi, Hıristiyan ve İslam’in düşünce yapısı Arabistan çöl merkezci ırkçı-intikamcı kavim-devletlerin din ideolojileridir. Öfke dolu, kin dolu, intikamcı ve işgalcı bir Tanrı düşünebilir misiniz? Tarihi araştırmalar gösteriyor ki Sumerliler, şehir beylikleriyle Mezopotamya’da (MÖ.6.000-2.000) dünyayı etkileyen büyük, merkezi bir uygarlık kurduktan sonra, Sami tüccarları’n bu zengin bölgelerin yönetimini ele geçirmek için binlerce yıl sürekli Arap Yarımadası’ndan topladıklar o dönemin Sami halkları olan Amori ve Arami gibi barbar göçebe akınların yardımıyla güç kazanarak, gün be gün saldırganlaştıklarını; zengin Aryen halkların ülkelerini yağmalayıp talan ettikleri Akad ve Asur devletleri döneminde buraları çöle çevirdikleri, halklara katliam ve zulm ettikleri dönemlerde uygarlık güçleri olarak öfke dolu, kin dolu, intikamcı ve işgalcı bir „Tanrı karakteri“ kazandıklarını görüyoruz.

Samuel Noah Karamer, Samilerin Mezopotamya topraklarını ve yönetimi ele geçirmek için Sumerliler ile giriştikleri tarihsel mücadeleyi şöyle anlatmaktadır:

„Ama Samilerin Sumerliler tarafından yenilgiye uğratılması iki halk arasında Mezopotamya’nın yönetimi için baş gösteren mücadelenin sonu olmadı. Kuşkusuz Arap Yarımadası’ndan gelen yeni göçebe akınlarının yardımı, Samiler giderek güçlerini yeniden kazandılar ve daha da saldırganlaştılar. Böylece üçüncü bin yılın başlarında Sumerlilerin Mezopotamya’nın daha güneyine, haritamızda yaklaşık olarak Nippur’dan Basra Körfezi’ne, sürüldüklerini görüyoruz. Kuzey Nippur’da Samiler iyice yerleşmiş gibidirler.

Yaklaşık olarak üçüncü bin yılın ortalarında, Akad hanedanlığının kurucusu büyük Sami fatihi Sargon harekete geçti. O ve onu izleyen krallar güneyki Sumerlilere saldırıp onları fena halde bozguna uğratmayı, üstelik esir ettikleri kurbanlarının çoğunu kaçırıp öldürerek yerlerine Samileri yerleştirmeyi alışkanlık haline getirdiler. (O gündür bugündür Sami tüccarların bu alışkanlıkları sürüp gitmektedir. Günümüzde sanki büyük Sargon’u izleyen krallardan birinin görevlerini yerine getirmek isteyen Irak diktatörü Saddam Hüseyin Halepçe ve çevresinde Kürtlere karşı düzenlediği El-Enfal Harekâti adlı operasyonlarda kimyasal silahlar kullandı. 200 binin üzerine Kürt öldürerek, sürgün ederek boşaltığı Kürt köy ve kasabalarına Arapları getirip yerleştirdi. Avrupa Birliği, ABD ve Rusya’nın gizlice destekledikleri Sami tüccarların Ortadoğu’daki ileri karakolu olan Türkiye’yi ise; Afrin’de, ve Serêkaniyê’de Kürtlerin üzerine saldırtılar. Rusya ve ABD Afrin ve Serêkaniyê’nin hava sahasını barbar Türklere açarak uygarlık yıkıcı vekalet savaşçıları eliyle Kürtlere katliamlar yaptırdılar, topraklarından sürdüler ve yerlerine cihatçı Arapları getirip yerleştirdiler. Sahadaki devletlere tarihsel derin planlarını pratiğe uygulatanlar perde arkasındaki Sami tüccarları’ydı.A.R.) Bu yenilgi Sumerliler için sonun başlangıcı oldu. Üçüncü bin yılın sonunda (MÖ.2.150) Sumerliler Mezopotamya’nın siyasi egemenliği için son bir çaba gösterdikleri ve Üçüncü Ur Hanedanlığı (ve Guti kabileri.A.R.) idaresinde belli bir başarıya eriştikleri doğrudur. Yine de, bir yüzyıldan fazla sürmeyen bu Yeni Sumer krallığnda önemli rollerin Samilerce oynandığı, hanedanlığının son üç kralının Sami adları taşımaları gerçeğiyle gösterilmiştir. İÖ. Yaklaşık 2050’de son başkentleri Ur’un yok edilmesiyle Sumerlilerin siyasi varlıkları giderek kayoldu. Bunun üzerinden çok geçmeden, üçüncü bin yılın sonlarına doğru aşağı Mezopotamya’ya nüfus etmeye başlamış Sami bir halk olan Amurrular başkentleri olarak Babil kentini kurdular ve Hammurabi gibi hükümdarların idaresinde Mezopotamya üstünde geçici bir üstünlük sağladılar. Çünkü bir zamanlar Sumerliler tarafından ele geçirilmiş ve yönetilmiş olan Babil kenti İÖ. ikinci ve birinci binyılda o kadar ün kazanmıştı ki, bölge bu güne kadar kullanımda kalan Babilonya olarak bilinmeye devam etti.“ (Samuel Noah Karamer, Sumer Mitolojisi, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2001, s.30)

Zerdüşt kültür ve inancı Sumerlilerle Sami tüccarlar arasında binlerce yıl Mezopotamya yönetimini ve topraklarını ele geçirmek için süren savaşlarda, aynı zamanda iyilik Tanrı’sı ile kötülük Tanrı’sının kavgalarını görmüşlerdir. İyilik Tanrı’sı, Göbekli Tepe’den, neolotik devrimden beri kendi topraklarında binlerce yıl biriktirdikleri bilgi ve tecrübeleriyle kurdukları cennetin, hak ve erdemli toplumun peşinde gittiği Tanrı’nın adıdır. Kötü Tanrı ise, Arabistan çöllerinde zorlu yaşam mücadelesi veren, henüz erdemli topluma ulaşmamış barbar, Aryenli halkların binlerce yıldır bir cennete çevirdikleri Mezopotamya’nın zengin topraklarını ve yönetimi ele geçirmek için uğraşan saldırgan, öfkeli, kinci, intikamcı ve işgalcı bir Tanrı’nın adıdır. Yasalara uyan, insan öldürmeyi, yağma, talan ve soygunu yasaklayarak yüksek kültürlü, hak, adalet ve erdemli olmayı savunan iyilik Tanrı’sı ile saldırgan, öfkeli, kinci, intikamcı ve işgalcı kötülük Tanrı’sını birbirinden çok iyi ayırt eden Zerdüşt kültür inancını yaratan Aryen halkları, kendi ekonomik, siyasi, politik, din ve kültür zenginliğine karşı sürekli savaşan, insanlığı kendi aile hanedanlığı için gerilere götüren kötü karakterli Tanrı simgesinin Sami tüccarları olduğunu görebilmişlerdir. Kötü Tanrı olan Sami tüccarları, dört bin yıllık erdemli Sumer uygarlığını yok edip toprağın altına gömdükten sonra, insanoğlunun resmi tarih anlayışı ve kaderine tek tanrılı din anlayışı olan Semavi dinleriyle ellerine aldılar. İşgal ve ilhak, öfke dolu, kin dolu, kıskançlık dolu kötü bir Tanrı anlayışı Sami tüccarları’n Akad ve Asur devlet kaynaklarından başta Tevrat’a, Tevrat’ın yorum ve açıklamalırına girmiştir. Tevrat’tan da Kuran’a ve İslam ideolojisinin tümüne geçmiştir. Tevrat, MÖ.12.000 yıllarında Göbekli Tepe ile başlayan toplumsal yaşamı ve insanlığın en büyük merkez uygarlığı sayılan Sumer uygarlığını yok sayarak, insanlık tarihini son üç bin yıllık Musevilik diniyle başlatmaktadır. Museviler bu yüzden, sadece kendi tarihlerini değil, bütün insanlık tarihini son üç yıllıkla sınırlı tutarlar. İnsanlık tarihini Musa ile başlatırlar. „Üç bin yıllık geçmişinin hesabını yapamayan insan günübirlik yaşayan insandır.“ diyen Goethe bir Alman Yahudisidir. Ve bu söz Sami tüccarları’n programlarına uygun olduğu için maya tutmuştur. Gene aynı anlayışla Kuran, sanki Muhammed’den önce hiçbir şey olmamış gibi, insanlık tarihini 1400 yıllık İslamla başlatmaktadır. Uygarlık güçlerin bu kötü Tanrı anlayışı insanlığa hakarettir!

Evet, Musevi, Hıristiyan ve Müslümanlar için „üç bin yıllık geçmişlerini bilmek“ yeterli olabilir, ama kuzey Mezopotamya’da ilk neolotik devrimi yaratan biz Kürtler ve bilim insanları için kesinlikle yeterli değildir. Çünkü son üç bin yıldan beri erdemli kültürümüz, doğayla iç içe yarattığımız cennetimiz, uygarlığımız günbegün toprağın altına gömüldü. Ve her gün katlediliyoruz, öldürülüyoruz. Bu yüzden diyoruz ki, erdemli kültürümüzü, doğayla iç içe, ana ile çocuk gibi kucak kucağa yaşayarak yarattığımız cennetimizi, dünyanın ilk merkezi uygarlığımızı bilmek ve neden bu hallere düştüğümüzü görmek istiyorsak en az altı bin yıllık geçmişimizin hesabını yapmak zorundayız.

Bu yüzden diyoruz ki, Goethe’nin dediği, „Üç bin yıllık geçmişinin hesabını yapamayan insan günübirlik yaşayan insandır.“ düşüncesi eksik ve yanlıştır. Doğrusu şöyle olmalıdır: „Altı bin yıllık geçmişinin hesabını yapamayan insan günübirlik yaşayan insandır.“ Çünkü ancak altı binyıllık geçmişinin hesabını yapabilen insan dünyanın ilk merkezi uygarlık olan Sumer uygarlığını anlayabilir. Ve Sami tüccarların bu uygarlığı nasıl kıskandığını, yüzyıllarca Arap yarımadası’ndan toplayıp getirdikleri göçmen barbarlarla nasıl saldırdığını, nasıl yağmalayıp talan ettiklerini, ilk Sami tüccar olan Sargon adında birinin Sumer şehir Beyliklerin sarayına nasıl içki satıcısı kılıfıyla girdiğini ve 17.-18. Yüzyılda evelden girdikleri Avrupa kralların saraylarını nasıl ele geçirdilerse, onların da saraylarını tek tek nasıl ele geçirdiğini anlamış olacaklar. Büyük Sargon’nun kurduğu Akad devletini yıkan (MÖ.2.150) Guti kabileleriyle birlikte yeniden kaldığı yerden Sumer devrimlerini başlatan Üçüncü Ur hanedanlığının kurucusu Urnammu zamanında yazılan ilk Sumer kanunları, 400 yıl sonra Babil Kralı Hammurabi’nın, 900 yıl sonra da Musa’nın Tanrı’dan aldığını iddia ettiği on emri ve Tevrat’a yazılan kanunlara temel teşkil ettiğini anlamış olacak. İşte bunu istemiyorlar. Bu yüzden kendi yanlış ve Arabistan çöl merkezci düşünce ve dini ideolojilerin hakim olduğu bir dönemden başlatıyorlar insanlık tarihini; ki, bu son üç bin yıllık dönem bütün insanlık asimilasyon bombardımanına tabi tutulmuş bir dönemdir. Aryenli halkların yaratmış oldukları erdemli Sumer uygarlığı çoktan toprağın altına gömülmüştür. Artık Aryen halklarından hiç kimse geçmişini bilmiyor. Tarih tahrip edilmiştir. Herkes onların Kutsal Kitaplar’la anlattığı yanlış ve çarptırılmış tarihe tabi olmak zorundadır.

Bu yüzden doğrusu şu olmalıdır:

“Altı bin yıllık geçmişinin hesabını yapamayan insan günübirlik yaşayan insandır.“

Son ikiyüz yıldan beri Sami tüccarları’n çeşitli devletler, krallar, padişahlar ve diktatörler eliyle Sumer uygarlığı’nı yaratan halklardan olan Ermenilere, Kürtlere ve Rumlara karşı yürüttükleri katliam ve soykırımlardan dolayı bizim için çok daha önemlidir, altı bin yıllık tarihimizi bilmek. Sami tüccarları, Sumer Uygarlığı’n son kalıntıları olan Kürtleri ve Ermenileri kültürleri, dil ve eserleriyle birlikte o erdemli uygarlık gibi toprağın altına gömmek istiyor.

Bu yüzden özellikle vurguluyoruz:

“Altı bin yıllık geçmişinin hesabını yapamayan Kürt günübirlik yaşayan Kürttür.”

“Altı bin yıllık geçmişinin hesabını yapamayan Ermeni günübirlik yaşayan Ermenidir.”

“Altı bin yıllık geçmişinin hesabını yapamayan insan günübirlik yaşayan Kürttür.”

Guti, Lulubi, Lor, Hurri, Kassit, Mittani, Urartu ve Med atalarımızın tarihini bilmeyen Kürt günübirlik yaşayan Kürttür. Hititlerin tarihini bilmeyen Ermeni günübirlik yaşayan Ermenidir. Altı bin yıllık tarihi bilmeyen Kürt ve Ermeni Sami tüccarları’n soykırım tuzağından kurtulamaz.

Sami tüccarları, altın hazinelerine baktıkları Firavunların baskı ve şiddetini kullanarak Mısır’dan zorla çıkarıp, Babil’e karşı Mezopotamya kapısı önünde Mısır’a bir ileri karakol kurmak amacıyla Filistin topraklarında İsrail kavim-devleti kurdukları İsrailoğulları’na, tarihsel projeleri çerçevesinde eski putperes inançlarını bırakmamaları durumunda Tanrı’ya karşı suç işleyeceklerini ve bu suçun hesabını dördüncü kuşaktan soracaklarını Tevrat’ta şöyle dile getiriyorlardı:

„Tanrı şöyle konuştu: ‚Seni Mısır’dan, köle olduğun ülkeden çıkaran Tanrı Rab benim. (Sami tüccarım. A.R.) Benden başka Tanrın olmayacak. Kendine yukarda gökyüzünde, aşağıda yeryüzünde ya da yer altındaki sularda yaşayan herhangi bir canlıya benzer put yapmayacaksın. Putların önünde eğilmeyeceksin, onlara tapmayacaksın. Çünkü ben, Tanrın Rab, kıskanç bir Tanrı’yım. Benden nefret edenin babasının işlediği suçun hesabını çocuklarından, üçüncü, dördüncü kuşaklardan sorarım. Ama beni seven, buyruklarıma uyan binlerce kuşağa sevgi gösteririm.“ (Tevrat, Çıkış, 20)

„Musa büyüdükten sonra bir gün soydaşlarının yanına gitti. Yaptıkları ağır işleri seyrederken bir Mısırlının bir İbrani’yi dövdüğünü gördü. Çevresine göz gezdirdi; kimse olmadığını anlayınca, Mısırlı’yı öldürüp kuma gizledi. Ertesi gün gittiğinde, iki İbrani’nin kavga ettiğini gördü. Haksız olana, ‚niçin kardeşini dövüyorsun?’ diye sordu. Adam, ‚Kim seni başımıza yönetici ve yargıç atadı?’ diye yanıtladı, ‚Mısırlı’yı öldürdüğün gibi beni de mi öldürmek istiyorsun?’ O zaman Musa korkarak, ‚Bu iş ortaya çıkmış!’ diye düşündü.“ (Tevrat, Çıkış, 2:11)

Bir adamı öldürene ne denir? İsa dışında, (ki o da Medler döneminde Zerdüşt felsefesinden etkilendiği için bir istisnadır) Sami tüccarları neden peygamberlerini ve diktatörlerini Akad ve Asur aile hanedanları gibi kendilerini insan öldürmede ve zulm etmede kanıtlamış katillerden geçiyorlar? Çünkü kötü Tanrı’lardır! Kötü Tanrı’ların da ancak katil elçileri olabilirdi. Bugün de kendilerine hizmet eden devletlerin başına ellerinden geldiğince katliamları, soykırımları yapan Mustafa Kemal, Mussolini, Hitler, Franco, Pinochet, Kenan Evren, Erdoğan gibi diktatörleri getirmiyorlar mı? O gelenek hala sürüyor.

„Kavm Musa’nın dağdan inmediğini, geciktiğini görünce Harun’un çevresine toplandı. Ona, ‚Kalk, bize öncülük edecek bir ilah yap’ dediler. ‚Bizi Mısır’dan çıkaran adama, Musa’ya ne oldu bilmiyoruz.’

Ve Rab (Efendi Tanrı) Musa’ya şöyle dedi: ‚ Aşağı in! Mısır diyarından çıkardığın kavmın baştan çıktı. Buyurduğum yoldan hemen saptılar. Kendilerine dökme bir buzağı yaparak önünde tapındılar, kurban kestiler. ‚Ey İsrailliler, sizi Mısır’dan çıkaran ilahınız budur.’

Rab Musa’ya, ‚Bu kavmın ne inatçı olduğunu biliyorum. Şimdi bana engel olma, bırak öfkem alevlensin, onları yok edeyim. Sonra seni büyük bir ulus yapacağım.

Musa ordugaha yaklaşınca, buzağı ve oynayan insanları gördü; çok öfkelendi. Elindeki taş levhaları fırlatıp dağın eteğinde parçaladı. Yaptıkları buzağıyı alıp yaktı, toz haline gelinceye dek ezdi, sonra suya serperek İsrailliler’e içirdi.

Musa ordugahın girişinde durdu, ‚Rab’dan yana olan yanıma gelsin.’ Bütün Levioğulları onun yanına toplandılar. Musa onlara şöyle dedi: ‚İsrail’in Tanrısı Rab diyor ki (Sami tüccarlar diyor ki A.R.), Herkes kılıcını beline kuşansın; ordugahta kapı kapı dolaşarak kendi kardeşini, kendi arkadaşını, kendi komşusunu öldürsün.’ Levioğulları Musa’nın buyruğunu yerine getirdiler. O gün halktan üç bine yakın adam öldürüldü.“ (Tevrat, Çıkış, 32)

Bir halkın bir kısmını ırkçı ideolojileri çerçevesinde kasten soykırımdan geçiren birine çağımızda Mustafa Kemal, Mussolini, Hitler, Franco, Pinochet, Kenan Evren ve Erdoğan gibi katliam ve soykırım suçları işlediklerinden dolayı insanlık suçu işlemiş faşist katil denmez mi? Denir! Üç bin yıl önce, 12 kabilelik küçük bir toplumda öldürülen üç bin insanın sayısı günümüzde 3 milyon insana eşittir. Yani geçmişte Musa bugünkü Hitler kadar İsrailoğulları’nı katletmiştir. Eğer Mustafa Kemal; Koçgiri, Dersim, Bingöl-Amed ve Ağrı-Zilan’da yüzbinlerce Kürdü katlettiği için faşist bir katilse; eğer Hitler milyonlarca Yahudiyi öldürdüğü için faşist bir katilse; o zaman gerekçe ne olursa olsun üç bin yıl önce üç bin İsrailliyi öldürten Musa da bir katildir! Bu katilin önderlik ettiği ve uygarlık güçleri olan Sami tüccarları’n tarihsel plan, proje ve programlarından başka bir şey olmayan Musevi dinine İsrailoğulları’n 600 yıl boyunca, Babil sürgününe kadar itirazları hep sürmüş, başlangıçta üst zümre ve elit tabaka dışında kimse Museviliği kabul etmemiş, kendi eski putperes inançlarını sürdürmeyi başarmışlardır.

Sami tüccarlar, Babil’e karşı Mısır’a bir ileri karakol kurmak ve Filistin topraklarında İsrail kavim-devleti kurmak amacıyla nasıl ki yolda Musa eliyle 3 bin İsrailliyi öldürdülerse; üç bin yıl sonra Batı’da kurulan modern kapitalist sisteme Ortadoğu’da Türkiye’den sonra ikinci bir ileri karakol olan İsrail ulus-devleti’ni kurmak amacıyla onların tarihsel projeleri çerçevesinde Avrupa’dan Filistin’e gitmek istemeyen milyonlarca Yahudileri Avrupa’da organize ettikleri Hitler faşizmi eliyle katliamlardan geçirdiler. Her iki katliam da aynı zihniyet ve aynı kötü Tanrı’lar olan Sami tüccarlar tarafından planlanıp Musa ve Hitler eliyle pratiğe uygulanmıştır.

Uygarlık güçleri İsraillileri sevdikleri, saydıkları için değil, kendilerine Ortadoğu’da hizmet edecek olan bir ulus-devleti inşa etmek için İsrail devletini yeniden kurdular. Kurulmadan önce İsrailllilerle Araplar Filistin’de kardeşçe bir arada yaşıyorlardı. Ulus-devletin kurulmasıyla birlikte her iki halk arasında hiç bitmeyen tarihsel bir kavga da başlatılmış oldu.

İsraildğulları’ın son üç bin yıllık tarihlerini inceledim; tarih sahnesine çıkışlarından beri Sami tüccarları’n „Buyurdukları yoldan“ gitmedikleri tarih dönemeçlerinde üzerlerine hep Firavunlar, krallar ve faşist diktatörler tarafından katliam ve soykırımlar yağdırılıyor! Ta ki onları kendi tarihsel plan, proje ve programları çerçevesinde araç olarak kullanana dek. Bu katliamları Musa’dan beri onların üzerine yağdıranlar Firavunların hazinelerine bakan, kral, faşist diktatörlerin ve ulus-devletlerin perde arkasında bulunan ve bugün de bütün finans merkezleri ve bütün ulus-devletlerin merkez bankalarını denetim altında tutan Sami tüccarları’dır!

Tevrat’ın öfkeli, intikamcı, öc alan ve işgalcı Tanrı’ları nasıl ki Sami tüccarlar’sa; Kuran’ın da öfkeli, intikamcı, öc alan ve işgalcı Tanrı’ları Sami tüccarları’dır!

„Sakın Allah’ın peygamberlerine verdiği sözden cayacağını sanma! Doğrusu Allah Güçlüdür, intikam sahibidir.“ (Kuran, İbrahim suresi, ayet 47)

„Rab’binin ayetleri kendisine hatırlatılıp da onlardan yüz çeviren kimseden daha zalim var mıdır? Şüphesiz, suçlulardan öc alacağız/ intikam alıcıyız.“ (Kuran, Secde suresi, ayet 22)

„Hatıla ki o gün, (yani Bedir Harbi’nde onları) büyük şiddetle yakalayacağız. Gerçekten intikam alacağız.“ (Kuran, Duhan, ayet:16)

„Şayet onlara azap gelmeden seni alır götürürsek, hiç şüphesiz biz onlardan intikam alacağız.“ (Kuran, Zuhruf, ayet:41)

Turan Dursun şöyle yazıyor:

„Kur’an’da tam 4 kez Tanrı için ‚intikam sahibi, intikamcı’ deniyor... Rab’bin, yani ‚Efendi Tanrı’nın suçlulardan, günahlılardan öc alacağını bildirdiği anlatılırken, ‚Biz kesinlikle, onlardan öc alacağız ya da öc alıcılarıyız’ dediği, iki ayette daha anlatılmakta: Zuhruf, ayet: 41; Duhan, ayet: 16.

Tanrı’sının ‚öcalıcı,’ Peygamber’inin ‚öcalıcı’ diye sunulduğunu görüyoruz. Tanrı’sı, Peygamberi öyle olur da, müminleri, yani inanırları öyle olmaz mı?

İslamcı, bunun için intikamcı’dır işte.

Tanrı için sevmek, Tanrı için kin beslemek (Yani Sami tüccarlar için sevmek, Sami tüccarlar için kin beslemek. A.R.), İslam’ın temel ilkelerinden biridir. Muhammed’in, bunu dile getiren sözlerine dayanır bu.

Muhammed şöyle der:

„İşlerin en üstünü, Tanrı için sevmek ve Tanrı için öfkelenip kinlenmektir.“ (Bkz. Ebu Davud, Sünen, Kitabu’s-Sünni/3, hadis no: 4599)

Bir başka kez de Muhammed’in şöyle dediği görülür:

İçinizden kim bir MÜRKER görürse, eliyle onu değiştirsin; gücü yetmiyorsa diliyle onu değiştirsin. Buna da gücü yetmiyorsa kalbiyle kinlensin...“(Bkz. Müslim, e4s-Sahih, Kitabu’I-İman/78, hadis no:49..)

Buradaki ‚münker’in anlamı ‚tanınmayan, benimsenmeyen, Müslüman olmayan kişidir.’ Demek ki Muhammed, her müslüman’a şu görevi veriyor:

Müslüman kişi, İslam Şeriatı’nca tanınmayan, benimsenmeyen bir şey mi gördü; hemen elini, yani yumruğunu kullanacak. Diyelim ki yumruğu yeterli olmadı, bununla karşı çıkamadı; diliyle karşı çıkacak. Kötüleyecek, kınayacak, aleyhte propaganda yapacak. Diyelim ki ortam buna da elverişli değil. O zaman da kalbiyle yönelip kin besleyecek.

İslamcı, ortamı elverişli bulana dek kin besler karşısında kimseye, duruma, düşünceye, davranışa. Ve intikam için zamanı kollar. Bu, kendisine verilmiş bir görevdir (Yani Sami tüccarları’n vekâlet savaşçıları olan İslamcı cihatçılara vermiş oldukları bir görevdir. A.R.).

İslam’ın Tanrı’sı, intikamı, kimi zaman (vekâlet savaşçıları olan İslamcı cihatçılar eliyle A.R.) bu dünyada, kimi zaman da öbür dünyada, yani ahiret’te alacağını bildirir. Her ikisinde de durum korkunç olarak bildirilir. Hele ahiret’te işkence olacağını da anlatır. Ölüm yok, sürekli zulm ve işkence var. En sadist insanın bile kabul edemeyeceği türden bir azap ve işkence. Bunu anlatan ayetlerle doludur Kur’an. Demek ki İslam’ın Tanrı’sı, intikam alırken, işkencesiz olmuyor intikamı.“ (Turan Dursun, Tabu Can Çekişiyor, Din Bu 1, Kaynak Yayınları, İstanbul 1993, s.246-248)

Tevrat ve Kuran’ın Tanrı’ları sadece saldırgan, öfkeli, intikamcı ve öc alan değil, aynı zamanda işgalcıdırlar!

Arabistan çöl merkezci bir din olan Musevilik ideolojisiyle genleriyle oynadıkları İsrailliler eliyle Filistin toprakları işgal edilmiştir. Ordaki yerli halklar katliamlardan geçirilmiştir. Gene Sami tüccarları’n toplumsal mühendislik projeleriyle inşa ettikleri ve Arabistan çöl merkezci bir din olan İslam ideolojisiyle genleriyle oynadıkları Araplar eliyle Mezopotamya, Kafkasya, Balkanlar ve Afrika toprakları işgal edilmiştir. O bölgelerde yaşayan yerli halklar, uygarlık güçlerin İslamlaştırma projeleri adı altında katliamlardan geçirilmiştir. Sürgün edilmiştir! Ve hâlâ bu süreç Ortadoğu’da Êzidi, Zerdüşt kökenli Aleviler ve Hıristiyan halklara karşı, Afrika’da ise gene Hıristiyan halklara karşı yapılan korkunç katliamlarla devam ediyor.

Uygarlık güçleri olan barbar Sami tüccarları’n İslam’ı hangi ülkenin resmi dini ve eğitim dini haline getirmişlerse, o ülkelerde ve bölgelerde Arabizmi yayarak sömürgeci hegemonyalarını kurmuşlar; hakiki uygarlık, erdemlik, doğruluk, hukuk ve adalet ordan fersah fersah uzaklaşmıştır.

Şunu da belirmekte yarar var: İslam, Sami tüccarları’n yüzyıllarca uğraşıp yıktıkları Sumer uygarlığın bütün kalıntılarını ortadan kaldırıp yok etmek için özel olarak kurgulanıp planlanmış Arabistan çöl merkezci dini bir ideolojidir. Bu kavim-devlet din ideolojiyle barbar ve gerici Araplar, Muhammed döneminden başlayarak, Emevi ve Abbasi devlet süreçlerin sürdüğü bin yılların başına kadar, tam dört yüzyıl boyunca uygarlık yıkıcı bir etmen olarak kullanıldılar. Yakma-yıkma, yağma, işgal, talan ve soygun yöntemlerle başkalarının artı değerlerine, Sami tüccarları’n bir şifresi olan cihat ile din kılıfı altında el koyarak Mezopotamya zenginliği ve kültürü üzerine oturup doyasıya yiyen Araplarlar, dörtyüz yıl sonra doymuş, yorgun düşmüş olmalı ki; yani onlarla artık ilerleme kaydetmeyeceklerini anlayan Sami tüccarlar bu kez bin yılların başında uygarlık yıkıcı rollerini ve İslam bayrağını Anadolu kapılarına dayanan Orta Asya’dan gelen göçmen barbar Türklere verildi. İran bölgesindeyse Medler döneminde MÖ 635-625’lerde güney Rusya’nın Khoaresmiş steplerinden Kassitlerin ülkesine bir sığıntı-dilenci (Pârs’eki) olarak gelip yerleşen göçmen Persler’e verildi. O gün bugündür „Siz göçmensiniz, yerli halkları katliamlardan geçirip yok etmeseniz burası size vatan olmaz!“ diye korku ve endişeler aşılanmış bu her iki göçmen halk İslam bayrağı altında Sami tüccarlara uygarlık yıkıcı rollerini yerine getirmektedirler!

Sami tüccarları neden o bölgelerde göçmenleri iktidar sahibi yaptıkları konusu çok derindir. Ve üzerinde konuşulması gereken bir konudur. Ama biz birkaç kelime ile vurgulayalım: Birincisi, o topraklar göçmenlerin değildir. İkincisi, o topraklar üzerinden Göbekli Tepe’den beri yeşeren erdemli bir Aryen kültürü henüz var. Sumer uygarlığın kalıntılarını ancak bu göçmen barbar Türkler ve Persler ile temizleyebilirlerdi. Mezopotamya kültürünü, eski eserlerini ve bu kültürü yaratan kadim halklarını ancak bu iki göçmen topluluğu uygarlık yıkıcı etmen olarak kullanarak mezara koyabilirlerdi. Bu yüzden 50 yıl boyunca Abbasilerin gözetiminde yavaş yavaş devlet güvencesi verilen Türkler, önce Batı’ya karşı İslam’ın ileri karakolu olarak Selçuklu devleti ile Anadolu’ya yerleştirildi. İlk kez Selçuklu devleti ile ileri karakol olarak Anadolu’ya yerleşen İslam, Selçuklu’nun devamı olan Osmanlı ile Balkanlara, Kafkaslara ve Kuzey Afrikaya kadar yayıldı. Bütün bunlar yeryüzü maskeli Tanrı’larımızın şifreli sırlarıdır. Kötü Tanrı’ların bu sırlarını deşifre ediyoruz.

Zavallı devşirme Türkler de, Sami tüccarları’n Doğu’da uygarlık yıkıcı vekalet savaşçıları olduklarının, bütün dünya halklarının kendilerine „vahşi barbar Türkler“ gözüyle baktıklarının farkında değiller; onlar, tanıyıp bilmedikleri kötü Tanrı’nın kendilerine verdikleri görev aşkıyla insanları sürekli öldürüp katletmekle, katliam ve soykırım yapmakla övünüp duruyorlar. Övündükçe insanlıktan çıkıyorlar.

Bugün Ortadoğu’da özel olarak Müslüman olmayan Êzidi, Zerdüşt kökenli Aleviler ve Kürt halkın üzerine saldırtılarak katliam ve soykırımlarda kullanılan tıpkı El Kaide, El-Nusra, IŞİD gibi cihatçı İslam örgütleri gibi, Sami tüccarları’n vekâlet savaşçısı olan Muhammed döneminde de, yani İslam dini başından beri insanların yerleşim yerlerini yakma, yıkma, yağmalama, talan, soygun ve ganimet toplamak için „gece baskınları’ düzenlenirdi.

Bir zamanlar bir din bilgini olan Turan Dursun’dan dinleyelim:

„1. Evler, mahalleler, köyler, kasabalar yakılır, yıkılır, yağmalanır.

Bunun birçok örneği var. Peygamber döneminde de, daha sonraki dönemlerde de...

Peygamber’in döneminde ‚gece baskınları’ düzenlenirdi. Peygamber’in buyruğuyla: ‚Öldür, öldür!’ parolalı (şiar) olarak. Sonra da yağmaya girişilirdi. (Bkz. Ebu Dâvud, Cihad/102, hadis no: 2638, İbn Mace, cihat/30, hadis no: 2840)

İşte bir başka hadis:

Filistin’de Übnâ (sonradan Yübnâ) denen bir yerleşim yeri. Peygamber buraya bir baskın düzenliyor. Bakını yapacaklara da buyruğu şöyle veriyor: ‘Sabahleyin Übnâ’ya ansızın baskın yap ve orayı yak!’ Buyruk yerine getiriliyor. Yani Übnâ köyü yakılıyor. İçindekilerle birlikte. (Bkz. Ebu Dâvud, Cihad/91, hadis no: 2616,c.3., s.88, ayrıcas. 124’deki 2 no’lu not; İbn Mace, Cihad/31, hadis no:2843, c.2, s. 948.)

İslam hukukunda düşman evlerinin yıkılması caiz görülmüştür. (...)

2. Düşmanın bulunduğu yerdeki ağaçlar, ürünler yakılır ya da kesilir.

Örnek:

Peygamber Benû Nadir kabilesinin hurmalıklarını yaktırmıştı, ayrıca kestirmişti. Haşr suresi’nin 5. Ayetinde bu olaya kısaca değinir. Bu ayetin Diyanet çevirisindeki anlamı şöyledir: ‚İnkârcı kitap ehlinin yurtlarında hudma ağaçlarını kesmeniz veya onları kesmeyip gövdeleri üzerinde ayakta bırakmanız Allah’ın izniyledir. Allah, yoldan çıkanları böylece rezilliğe uğratır.’

Bu ayette geçmeyen ‘yakma olayı’ hadislerde yer alır. (Bkz. Buhâri, Cihad/154, Has/6 ...)

İslam hukukunda da, cihat sırasında, düşman kesimindeki yaş ağaçların kesilebileceği, kesilmeden yakılabileceği hükme bağlanmıştır. (Bkz. Dâmâd. C.1, s.496)

3. Yalan, hile, tuzak:

Hadis: ‚Savaş hiledir!’

Yani ‚cihad sırasında ‚her türlü yalan, aldatma, hile, tuzak mübahtır’

Buhâri, buna bir örnek olarak, Eşref Oğlu Ka’b’ın hileyle öldürülüşünü gösterir.

Eşref Oğlu Ka’b (ölüm.625), genç bir şairdi, Peygamberi ve inanırlarını eleştiriyordu.

Peygamber bir gün arkadaşlarına, ‚bu adamı öldürebilecek kimse var mı?’ diye sordu. ‚Mesleme Oğlu Muhammed’ ortaya atıldı: ‚Ben varım!’ dedi. Eşref Oğlu Ka’b’ın nasıl öldürüleceği planlandı. Yalanlar uyduruldu, tuzaklar hazırlandı ve sonunda bir gece, kalesinde bulunan şairin kafası kesilerek plan sonuçlandı. Ve kesilmiş baş, Peygamber’e alınıp götürüldü. (Bkz. Buhâri, Cihad/158/1,Rehn/3, Tecrid, hadis: 1578; Müslim, Cihad/119, hadis no: 1801;Ebu Dâvud, cihat/169, hadis no:2768)

4. Cihadın ‘fazileti’ (üstünlüğü-sevabı-ödülü)

Ayetlerde, hadislerde ve yorumcuların sözlerinde, ‘cihadın’ inanırlara neler sağlayacağı uzun uzun anlatılır. Bu konuda bir ayetle bir hedisi anımsatmak yeterlidir:

Ayet:

(Savaş sever Kuran’da kâfirleri öldüren Müslümana cennet bir ayetle şöyle vaat edilmiştir. A.R.)

‚Şüphesiz Allah yolunda savaşıp öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını -Tevrat, İncil ve Kuran’da söz verilmiş bir hak olarak- cennet karşılığında satın almıştır. Verdiği sözü, Allah’tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse yaptığınız alışverişe sevinin! Bu büyük bir başarıdır.” (Tevbe suresi, 111)

Hadis:

‚Kâfirleri öldüren, cehennemde birlikte bulunmaz.’ (Bkz. Müslim, İmaret/130-131, hadis no:1891...)

Yani ‘Kâfir’ kesinlikle cehenneme gideceğine göre, onu öldüren Müslüman da kesinlikle cehenneme değil, cennete gidecektir. Öyleyse, Müslüman ‘Kâfir öldürme’ye bakmalıdır sürekli.” (Turan Dursun, Tabu Can Çekişiyor, Din Bu, 3. Kitap, Kaynak Yayınları, İstanbul 1991, s.72-75)

Sami tüccarları’n, Kureyş kabile üyelerinin baskı ve şiddetini kullanarak Arapların beyinlerine zorla yerleştirdikleri İslam ideolojisi için baştan beri kastan adam öldürten, insanların yerleşim yerlerini, geçim kaynaklarını yakıp yıkan ve ardından yağmalayıp insanların artı değerlerine müminleriyle birlikte el koyan birine günümüzün hukuk dilinde ne denir? Siz söyleyin!

Sünni İslam dinine inanan Kürt de, Aleviliği Alev ve Ateş kelimesinden gelen Zerdüşt inancı kökeninden saptıranlar ve Aleviliği götürüp Arap kültürüne dayandırıp Ali taraftarları şiar’lara (Şiiler) bağlayarak, Aleviliği İslam içi görün Kürtler de kendi katillerine tapıyorlar. Katillerine inanıyorlar. Onlara ibadet ediyorlar. Namaz kılarak onlara boyun eğiyorlar. Onların gerici Arap kültürüne, gerici İlahilerine inanıyorlar. Yönlerini Arap Yarımadası’na döndürmüşler. Onların askerleri olmuşlar. Kaybolmuş hafızalarını Mekke’de arıyorlar. Sami tüccarları’n tarihsel plan, proje ve programları olan siyasal İslam Arap Muhammed önderliğinde ortaya çıktığından beri cihatçı Arap orduları özellikle Sumer uygarlığını yaratan Aryen halklarından biri olan Kürtleri sürekli ama sürekli katliam ve soykırımlardan geçirmeleri tesadüf mü? Iraklı Saddam Hüseyin’in 1987-1988 yıllarında Kuran süresi El-Enfal adını verdiği Askeri Harekât’ta 200 binin üzerinde Kürdü katletmesi tesadüf mü? Boşaltığı Kürt köy ve kasabalarına Büyük Sargon gibi Arap Yarımadası’ndan kendi hemşerileri olan göçmenleri getirip yerleştirmesi tesadüf mü? Halepçe’de kimyasal silah kullanarak Kürtleri elma kokulu zehirli gazlarla katletmesi tesadüf mü? Hayır. Aryenli Kürtleri katlederek boşalttıkları topraklara, tıpkı Akad devletin kurucusu ilk Sami tüccar olan Büyük Sargon gibi Arabistan Yarımadası’ndan Sami kökenli nüfusu getirip Kürtlerin ülkesine yerleştiriyordu. Demek ki Sami tüccarları’n özellikle Sumer Uygarlığı’nı yaratan en önemli aryen halklarından biri olan Kürtler’e tarihi düşmanlıkları çok derindir. Kullandıkları tarihi diktatörler olan Büyük Sargon’dan, Yavuz Sultan Selim, Mustafa Kemal, Saddam Hüseyin ve R.T. Erdoğan’a kadar uzanmaktadır.

Sami tüccarlar dünya iktidarı karşılığında Kureyş kabilesini kendi soyuna düşman ettiler

MS. 610’de Arap Yarımadası’nda bir şehir devletleri bile bulunmayan barbar Araplara perde arkasında Muhammed’i peygamber olarak gösteren uygarlık güçleri Sami tüccarları’dır. Sami tüccarları, Sasani ve Bizans devletleri tarafından kuşatılıp sıkıştırılmışlardı. „Birçok topluma peygamber geldi Araplara da bir gün bir peygamber gelir“ diye Arap Yarımadası’nda onlarca yıl propagandasını yapmışlardı. Arkasında bu bahsettiğimiz uygarlık güçleri ve onların propagandası olmadan Muhammed’in peygamber olması mümkün değildi. Musa ve İsa gibi Muhammed’i de Peygamber yapanlar Sami tüccarları’dır. Muhammed, Ali, Ebubekir, Ömer, Osman; bunların hepsi aynı Kureyş kabilesinin adamlarıdır. Dedeleri ikiz kardeştir. Bunlara siyasal İslamla Hilafeti veren perde arkasındaki uygarlık güçleri, iktidar için yakın akrabaları birbirine düşman yaparak savaştırdılar. Hangisi güçlüyse, hangisi onların tarihsel projeleri çerçevesinde insanları, halkları ve toplumları daha iyi katlediyorsa, yağmalayıp talan ediyorsa, hangisi daha iyi soyguncuysa, işgalcıysa, insanların geçim kaynaklarını yok ediyorsa iktidarı ona verdiler ve toplumda bütün araçlarıyla onun propagandasını yaptılar.

Neden? Çünkü, kendi soyuna düşman edilmiş bir kabilenin bütün insanlığa en büyük düşmanlık yapacaklarını ve topluma kann davası gibi sürekli düşmanlık zihniyeti yayıp geliştireceklerini, Sami tüccarlar binlerce yıllık bilgi ve tecrübeleriyle çok iyi biliyorlardı. Sasani ve Bizans devletlerini ancak bu barbar, cihatçı, işgalcı ve kendi soyuna düşman edilmiş zihniyetle yıkabilecekleri çok iyi biliyorlardı. Bu yüzden ve böylece uygarlık güçleri, aynı soydan gelen ve Mekke hakimliği için birbirleriyle kavgalı olan Kureyş’enlileri iktidar için kendi soyunun düşmanı yaptılar. Bu yüzden Hinduların dini önderi Pandit’in söylediği gibi, “Kuran’nın Allah’ı da, Peygamberi de savaş severdir!”

En iyi ve en güçlü insan katili olan Muaviye gibi halifeleri de alıp vekâlet savaşçıları olarak kullandılar. İslam’ın savaş sever, işgalcı Allah’ı, kitabı ve peygamberi yolunda giden Emeviler de kendi soyuna düşmandı. Onları takip eden Abbasiler de kendi soyuna düşmandı. Abbasileri takip eden Selçuklu ve Osmanlı da kendi soyuna düşmandı. Muhammed, sadece kendisini eleştirdiği için Mekkke’li genç şair Eşref Oğlu Ka’b’ın kafasını, kendisine peygamberlik (iktidar) görevi verenlerin yolunda kestirmiştir. İslam’ın o baş kesme geleneği bin dört yüz yıldan beri sürüp bu günlere gelmektedir. Kureyş kabilesinin bireyleri olan Ömer, Osman, Ali halifelik iktidar kavgaları sonucu öldürüldüler. Aynı Kureyş kabilesinden olan ve halifeliği zorla Ali’den alan Muaviye, Ali’yi camide kendi adamlarına öldürmüştür. Muaviye’nin oğlu Yezid de, halifeliği Muhammed’in torunu ve Ali’nin oğlu Hüseyin’den almak için, Muhammed’in başlattığı baş kesme geleneğiyle 681’de Kerbela’da başını kestirmiştir ve onun birlikte olan 71 taraftarını katletmiştir. Muhammed, Ali, Ömer, Osman’dan tutun Yavuz Sultan Selime kadar İslamcı cihatçı önderlerin hepsi iktidar için önce kendi soyuna düşman edilmiş katillerdir. Önce kendi soyundan olan insanları öldürerek insan öldürmeye başladılar.

(...........)

Muhammed, Ali, Ömer, Osman’dan tutun Yavuz Sultan Selime kadar İslamcı cihatçı önderlerin hepsi iktidar için önce kendi soyuna düşman edilmiş katillerdir. Sonra da bütün insanlığa düşman edilmiş katillerdir. Muhammed, önce Suriye’den mal getiren Mekkeli Kureyş kabilesi üyelerin deve kervanların önünü kesip, kervan sahipleri Kureyş’lileri öldürüp, yağma, talan, soygun gasp ettiği malları kendi müminleri arasında dağıtarak başladı bu işe. Örneğin Yavuz Sultan selim, iktidar için önce kendi kardeşlerini ve babası Bayezid’i öldürerek tahta çıktı. Kürdistan üzeri İran seferine çıkarken, yol güzargahı üzerinde bulunan 50 bin Zerdüşt kökenli Alevi’yi katletti. Sadece Halifeleri değil, kendi soyuna düşman edilmiş Kureyş kabilesinin bireyleri olarak Ali ve Muaviye’nin halifelik iktidar kavgalarıyla birlikte Sünni ve Şii olarak iki mezhepe ayrılan İslam müminleri de birbirlerinin düşmanları yapılarak sürekli kavgalı duruma getirildiler. Böylesine bir din düşman başına! Dipsiz bir kuyu. İslam teologları kendi soyuna düşman edilmiş bir kabilenin hile ve savaş tuzaklarıyla dolu kaprisli hikâyelerini anlatırken; o şunu dedi, bu şunu dedi, peygamber böyle yaptı, şöyle söyledi dışında anlatacakları bir şeyleri yoktur. Çünkü Sami tüccarları’n Kuran ve Muhammed adına kendilerine çizmiş oldukları kurulların dışına çıkamıyorlar. Başka bir dünyanın, başka bir inancın, başka bir kültürün varolabileceğini pek inanmıyorlar. İşte beyni İslam ideolojisiyle yıkanıp vicdanı satın alınmış biri, bir daha o kuyudan kolay kolay çıkamıyor. Çünkü onun kalbi Kuran ve peygamberin mühürü ile mühürleşmiş, esir alınmıştır. Ancak o esirlik zincirini Turan Dursun gibi kırarsa hakikata kavuşup gerçeğe ulaşabilir.

İslamlaştırılan Kürt Alevilerin Sami tüccarlar’a hizmet eden misyonerleri, Arapların kendi aralarındaki iktidar kavgasından başka birşey olmayan bu Kerbela olayını o kadar büyütüyorlar, o kadar çok işliyorlar ki kendilerinden geçercesine, cihatçı Arap ve cıhatçı Türk ordularının ondan yüz misli, bin misli kendilerine yaptıkları katliam ve soykırımlarda çocuk, kadın, ihtiyar demeden tümden imha edip yok edildiklerini görmüyorlar. O zaman Kerbela olayı kendilerine yapılan korkunç katliam ve soykırımları görmeme ve hafıza körleştirme propagandası değil de nedir? Siz kendi katillerinizin yasını tutarken, aynı kabilenin katilleri sizi cihatçı barbar Arap ve Türk ordularıyla katletmeye devam ediyorlar.

Şimdi soruyorum size, bu kendi soyuna düşman edilmiş barbar Arap akrabalarının iktidar çatışmaları bize ne? Aynı Arap kabilesi arasındaki iktidar kavgalarında Zerdüşt kökenli Alevilerin ne işi var? Neden taraf oluyorsunuz? Hangi devlet, hangi işbirlikçi sizin üzerinizde baskı kurarak götürüp Allah’ı, kitabı ve peygamberi savaş sever İslam’a bağlamaya çalışıyor? Bunu devamlı kendinize sorun.

Nasıl bu hale geldiğimizi dörtbin dörtyüz yıl önce Guti-Sümer yazarı Ludingirra görmüş ve kil tabletlere yazmıştır. Daha Tevrat, İncil ve Kuran yazılmadan 2400 yıl önce, zalim Akad devletini kuran ilk Sami tüccar hanedan aile reisi olan Büyük Sargon döneminde; yerli Aryen halkların topraklarına yerleştirilmek üzere gerici Sami halkları olan Amori ve Aramileri Mezopotamya göçmenler olarak taşıyıp yerleştirmek isteyen Sami tüccarları’n plan ve programlarını görmüş olmalı ki, kil tabletlerine aynen şöyle yazmış:

„Ne yazıdan, ne tarımdan, ne sanattan, ne dinden, ne okuldan, ne attan, ne arabadan, ne aydan, ne yıldan haberleri vardı. Hepsini bizden öğrendiler. Sonra da ‚biz yaptık, biz bulduk’ diye övünmeye başladılar. Hep korkuyorum, bir gün gelecek, adımız da uygarlığımız da unutulacak. Biz ne yaptık, ne başardıysak hepsini onlar üstlenecekler.“ (Ludingirra’nın Yaşamöyküsü, Tablet 1)

Evet, Ludingirra haklı çıktı. 2 bin, 2.500 yıl sonra Sami halkları’n bir avuç elit, en zengin, en saldırgan, en gerici hanedan aile reisleri olan Sami tüccarları, o kültürü, ‚biz yaptık, biz bulduk’ diye „Kutsal Kitaplar“ adı altında üstlendiler. Tarihsel programları olan Tevrat’ı İsrailoğulları’n eline, Kuran’ı Arapların eline verdiler.

Batı basın ve medyası ve tarihlerini Sokrates’in temsil ettiği Helenizmden alıp getiren sosyal bilimcileri günübirlik eksik ve anlayış yöntemlerle hareket ederek Yahudi düşmanlığını kışkırtmak için bilinçli ve sistemli olarak Yahudi diye gösterilen günümüzün Büyük Sargon’u olan Rothschild hanedanı Yahudi değildir. Yukarda kısaca anlattığımız gibi yüzyıllardır Yahudi düşmanlığın asıl kaynağı da, bu dini imanı, kültürü olmayan, Sami halkların bir avuç elit, en zengin, en saldırgan, en gerici hanedan aile reislerin tarihsel projelerine alet ve araç ettikleri Sami Halkları’dır. Onları dünya halklarına düşman göstererek politikalarını yürütüyorlar. İsrailoğulları ve Araplar daha tarih sahnesine çıkmadan çok önceleri Sami tüccarları’ın Sümerler’le kavgaları başlamıştı.

Sümerler, Sami tüccarları’nı yenilgiye uğratıp, Mezopotamya’da sınırları doğuda Hindistan, batıda Ege kıyıları ve Akdeniz’e kadar uzanan bölgelerde şehir beylikleriyle merkezi bir uygarlık kurduklarında da, çok kıskandılar, hiç boş durmadılar. Güney ve kuzey Mezopotamya yönetimini ve topraklarını ele geçirmek için binlerce yıl hep Arap Yarımadası’ndan topladıkları barbar Amori ve Arami göçebe akınların yardımlarıyla Sümer şehir beyliklerini yağmalayıp talan ettiler. Sümer uygarlığı, MÖ. 2800 yıllarında başlayan en büyük yeni göçebe akınların yağma ve talanlarına uğradı. Büyük bir kısmı geri püskürtülürken, içlerinden bir kısmı Mezopotamya topraklarına yerleşip geri dönmedi. Bu yüzlerce yıl süren göçebe akınların sonucu olarak ilk Sami tücccar olan Büyük Sargon Arap Yarımadası’ndan topladığı barbar Amori ve Arami göçebe akınların büyük yardımlarıyla Sümer şehir beyliklerini yağmalayıp talan edip yıkarak MÖ. 2.350’de Akad devletini kurdu. Bu yüzden biz Sami tüccarları’n Sümer Aryen kültür ve halklarına karşı savaşlarını MÖ.3000 yıllarından başlatıyoruz. Bu yüzden diyoruz ki, bu kötü yeryüzü Tanrı’ları olan Sami tüccarları’nı Yahudi ya da Arap olarak görmek büyük bir yanılgıdır. Tarihi olayları çarptırıp yanıltmak isteyenlerin oyununa gelmektir. Sami tüccarları kelimesini kullanmak semitizm değildir. Tam tersine Yahudileri ve Arapları Sami tüccarların inşa ettikleri din köleliğinden kurtarmaktır.

Tek tanrılı Semavi dinleri onların tarihsel plan, proje ve programlarıdır. Bu plan, proje ve programlarla İsrailoğulları ve Araplar hiç değişmeyen tek tanrılı dinin kendilerine izin verdiği belirli kalıplara dökülüp esir alınarak araç ve vekâlet savaşçıları olarak kullanılmaktadırlar. Önce Musa ve Muhammed müminlerin şiddetini kullanarak zorla Sami halkların kafalarına yukardan boca ettiler. Tek tanrılı semavi din ideolojileriyle beyinlerini yıkayıp vicdanlarını satın alarak esaret altına aldılar. Sonra da onları araç olarak kullanarak, işgal ve sömürgeleştirecekleri zengin Aryen halkların yönetimlerini, topraklarını ve ülkelerini yağmalayıp talan etmek için o gün bu gündür parasız vekâlet savaşçıları ve cihatçılar olarak kullanmaktadırlar.

**

Geçmiş erdemli tarihimizle köprü bağımızı oluşturmadığımız müddetçe, kötü Tanrı’larımız olan Sami tüccarları’n kul, kölesi ve vekâlet savaşçıları olmaya devam edeceğiz. Kendi düşmanlarımızın kul, kölesi ve vekâlet savaşçıları olmak kadar kötü bir şey var mı dünyada? Yukarda birkaç kelimeyle açıkladık; Sami halkların gerici tarihi, Aryen halklarından biri olan Kürtlerin tarihinden çok çok daha yenidir. İsrailoğulları ve Arapların tarih sahnesine çıkışlarından başlatırsak üç bin yıllık tarihleri var. Sami tüccarları, İsrailoğulları ve Arapların resmi tarihini de Kutsal kitaplarla götürüp gizlice Sümerlere bağlıyorlar. Yani son üç bin yıllık tarihleri de kendilerine ait olmayan; onların en gerici, en yobaz ve en zengin kalibe reisleri olan Sami tüccarları’n kendi ekonomik, siyasi ve politik çıkarıları çerçevesinde Sümerler’in mitos, efsane, destan ve kültürlerinden çalıp çırparak, değiştirip güncelleştirerek peygamberlik geleneğiyle yukardan onların kafasına boca ettiği tek tanrılı semavi dinleridir. Bütün tarihçiler; tek tanrılı dinlerin kitapları olan „Tevrat, İncil ve Kuran’ın kökeni Sümerler“ olduğunda hemfikirdirler.

Fransız bir gezgin Anquetil Duperron 1761’de Hindistan’daki Zerdüştilerden aldığı hakiki Avesta’yı fransızcaya çevirerek Paris’deki ulusal kütüphaneye kazandırmıştı. Bunu 1765’de Danimarkalı gezgin ve biliminsanı Carsten Niebuhr’un, Persepolis’deki eski eserlerin kopyalarını çıkarıp, 1774-1778 yılları arasında Avrupa’da yayımlanması izledi. Çok geçmeden yazıtların üç dilli oldukları anlaşıldı. Bunları başka eski yazılı yazıtların ortaya çıkması ve arkeolojik kazılar izledi.

Arkeolojik kazılar sonucu toprağın altında gömülü olan binlerce Sümer tabletleri çıkarılıp günümüz dilene çevrildi. Kürtlerin atalarının Guti-Sümer döneminde büyük uygarlık yarattıkları bugünkü Kürdistan bölgesinde ilk resmi arkeolojik kazı çalışması İngiliz bilim insanları James Rich ve Henry Rawlinson tarafından 1820’de Ninova şehrin merkezindeki Koyuncuk’ta yapıldı. Bu kazılarda bulunan bütün tarihi eserler 1825 yılında British Museum’a gönderildi. İngilizler’den sonra bu kez Fransız arkeolojik ekibi Paul Emile Botta başkanlığında 1842’de Horsabad’da, Louvre Müzesi adına kazılara başladılar. İki yıl süren kazı çalışmalarında Botta, Ninova ve Horsabad’da (Dur-Şarrukin), Büyük Sargon sarayının pek çok bölümlerini ortaya çıkardılar ve çıkardıkları bütün kil tabletlerini, tarihi eserleri 1847’de Fransa’ya götürdüler.

1845’de İngiliz biliminsanı Austen Henry Layard Nimrud, Ninova ve Kalat Şergat’ta kazılara başladı. Buralarda eski sarayların kalıntalarını kazarak, çıkardığı çok sayıdaki eserleri gene British Museum’a gönderdi. Henry Layard 1951’de hastalanıp İngiltere’ye geri dönünce, kazı çalışmalarını Henry Rawlinson ve yardımcısı Hormuz Rassam devam etti. Rawlinson’un yardımcısı Hormuz Rassam İngiltere’de arkeoloji eğitimini alan Musul’lu bir ailenin çocuğuydu. Musul’un karşısında akan Dicle’nin sağ kıyısı üzerindeki Koyuncuk tepesinin altında Ninova’da Asur Kralı Asurbanipal sarayın yıkıntıları arasında bulunan kütüphanede çok sayıda kil tabletler ve tarihi eserler ortaya çıkardılar. Ve gene British Museum’a gönderdiler.

Bir kısmı Sümerlere ait olan bu kil tabletlerin arasında çok önemli bir metin olan Gılgamış Destanı da vardı. Üç bin satır olan Gılgamış Destanı on iki kil tablet üzerine kazılarak yazılmıştı. Her tablette bir öykü yazılmıştı. Metin Sümerler’in orjinal tufan olayını da medeni bir dille anlatıyordu. Yalnız bu orijinal tufan olayını yaşayan Guti-Sümer kralın adı Ziusudra olarak geçiyordu. Demek ki hırsızlar düşmanlık ettikleri Guti-Sümer ismini bilerek değiştirmişti. Demek ki, Sümerler’den çalmış oldukları bu tufan olayını 2500 yıl sonra Sami tüccarları Rab’bin vahiyleri diye Musa’nın kitabı Tevrat’a değiştirip, Nuh şahısa yeni uyduruk hikâyeler ekleyip genişleterek kopyasını koymuşlardı ve İsrailoğulları’nı kandırıp dolandırarak esir almışlardı. Musevi din inancıyla genleriyle oynayarak, devşirme Türkler gibi yapay, sünni bir ulus yarattılar. Tufanı yaşayan Ziusudra’nın ismini de Nuh yapmışlardı. İsrailoğulları ve Arapların ataları yapmışlardı. Sanal bir ata. Nuh’un oğulları Sam, Ham ve Yafet’e yeni öyküler uydurmuşlardı ve Sam’dan Ur şehrinde yaşayan Hurrili Huşeng, yani Brahim’e kadar İsrailoğulların -Sümer kralların listesi gibi- binlerce yıllık atalarının sanal tarihçesi sıralanmış. (Tevrat, Yaratılış, 9-11)

Guti-Sümer yazarı Ludingirra daha Tevrat, İncil ve Kuran yazılmadan 2400 yıl önce, Sümer kralları listesi hakkında 9. kil tablete şunları yazıyordu:

„Tufan gelip geçtikten sonra ülkemize yeniden krallık iniyor ve ilk krallık Kiş kentinde başlıyor. Bu kentte tam 23 kral 24.516 yıl 3 ay ve 3,5 krallık yapıyor. Buna göre bir kral 1000 yıldan fazla yaşamış demektir. Doğrusunu isterseniz buna inanmak çok zor geliyor bana. O zamanlar henüz yazıyı icat etmemiş atalarımız. Bu sayılar ve kral adları ağızdan ağıza binlerce yıl sonraya ulaşırken belki de arada birçok kral adı unutuldu. Her neyse, bu 23 kralın arasında 1560 yıl krallık yapmış Etana’ya ait bir olay beni pek ilgilendirir.“ (Ludingirra’nın Yaşamöyküsü, Tablet 9)

Tevrat, İsrailoğulları’n ataların listesini sıralarken, apaçık Sümerler kral listelerini nasıl yazmışsa ve yaşlarını nasıl abartarak sıralamışlarsa aynı örnekten kopyalayarak sıralamışlar. „Nuh tufandan sonra 350 yıl daha yaşadı. Sam 500 yıl yaşadı, Şelah 403 yıl yaşadı, Ever 430 yıl yaşadı, Pelek 209 yıl yaşadı.“ (Tevrat, yaratılış, 9-11) diye abartılarak öyküleri anlatılıyor.

1877’de De Sarzec başkanlığında Fransız arkeologları Sümerlerin en eski kralların geldiği Guti şehri olan Lagaş harabelerini ortaya çıkardılar. Ve bu Guti-Sümer Kralı Ziusudra’nın geldiği kadim Sümer kenti Lagaş’da Sümer kralların soy ağacı üzerinde kesin bilgiler veren mezar taşlarını ve kil tabletler buldular.

Kutsal kitaplardan iki bin beşyüz, üç bin yıl önce yazılan bu kil tabletlerin çevirilerini okuyan herkes; Tevrat, İncil ve Kuran’ın Sümerlerdeki kökenlerini görebilir. O zaman insanlar ne diye Sami tüccarları’n „vahiy yoluyla Tanrı’dan geldi“ diyen yalanlarına hâlâ inanıyorlar?

Biz Kürtler, atalarımız Guti, Lulubi, Lor, Hurri, Kassit ve Medler’den bugüne kadar üzerimizden onca felaket geçmesine, yazılı eserlerimiz yüzlerce, binlerce kez yakıp yıkılıp yer altına gömülmesine rağmen atalamızın binlerce yıldır ağızdan ağıza anlata anlata günümüze kadar gelen tufan, Gılgamış, Brahim ve Newroz efsaneleri gibi birçok efsane, destan, masalı, Zerdüşt inancı ve Avesta kitabını biliyorduk ve hâlâ Kürdistan’ın birçok yerinde anlatılıyordu. Avrupalıların 18. yüzyılın sonrarına doğuru arkeolojik kazılar sonucu bulup çevirilerini yaparak müzelerine koydukları tarih eserler, atalarımızın sözlü olarak bize aktaranlarını kanıtlıyordu.

Yalnız Avrupalı bilim insanları Sümer kil tabletlerini çıkarıp müzelerine koyduktan sonra da, Batı ülkelerin saraylarına girmiş olan Sami tüccarları, yüzyıl boyunca onların Sümerlere ait olduğunu inkar edip çevirilerine engel oldular. Sümer Aryen dili, Sami halkların dillerinden farklı olmasına rağmen, Sümer eserlerini Akad ve Asur Sami tüccar hanedanların dilinden yazılmış gibi göstermeye çalıştılar. Bilim insanlarına habire zorluk çıkardılar. Çünkü Sami tüccarları; Sümer, Guti, Lulubi, Lor, Hurri ve Kassitlerin adını ve uygarlıklarını son iki bin yıldan beri insanoğlunun zihninden ve belleğinden silip süpürmüşlerdi. O uygarlığı yakıp yıktıkları gibi tarihi eserlerini de toprağın altına gömmüşlerdi. Ve üstüne tek tanrılı semavi dinlerini inşa etmişlerdi. Şimdi o Sümer uygarlığın tekrar gün ışığına çıkmasını istemiyorlardı. Sümerlerin kil tabletlerindeki tarihi kaynaklarda; Tevrat, İncil ve Kuran kitaplarına giren birçok mitos, efsane, yasa ve kurallarla ilgili malzeme vardı. Bunların ortaya saçılmasını, daha doğrusu yalanlarının ortaya saçılmasını istemiyorlardı.

(..............)

İslamiyet öncesi hiçbir önemli konumu olmayan çok gerici Arap halkına Muhammed önderliğinde Sami tüccarları’n tarihsel projeleri çerçevesinde uygarlık yıkıcı bir düşünce sistemi olan siyasi İslam ideolojiye kavuşturup, onları cihatçı ordular olarak Mezopotamya uygarlığın üzerine saldırmalarıyla birlikte o bölgenin zenginlik, bolluk ve rahatlığın kendilerine sunduğu altın parlaklık ortamında; barbar Arap kültürünü ve Araplığı Arap olmayan halklara üstün kılıp zorla kabul ettirebilmek için bir sürü hadis uydurdular. Arap olmayan halklar onlara göre inançsız kölelerdi ve bu köleleri dinsizlikten, kültürsüzlükten kurtaran cihatçı Arap ordularıydı. Bu, Akad ve Asur hanedan devletinden sonra kötü tanrı (Sami tüccar), barbarlığın Kureyş kabilesi öncülüğünde (Emevi, Abbasi, Selçuklu, Osmamlı) kavim-devlet şeklinde yeryüzüne inmiş halinden başka bir şey değildi.

“Halife Ömer’in verdiği bir emir ile Kürdistan halkına ait yazılı yazısız her türlü ilmi ve tarihi, siyasi, edebi, ekonomik ve kültürel belgeler yakılıp yıkılarak imha edildi. Bununla amaçları Kürdistan halkını köklerinden, geçmişlerinden kopararak daha kolayca asimile etmek olmasına rağmen, bu tür katliamlara gerekçe olarak, “Eğer bu eserler Kuran ile uyumlu ise, Kuran olduğu için bunlar gereksizdir. Eğer Kuran ile uyumlu değillerse o zaman yanlıştırlar. Halkın yanlışı öğrenmesi gerekmez.” diye belirtiliyordu. Böylece Kündistan’nın Şehrizor, Kırmanşah, Medayın, Mamedan diğer yerleşim merkezlerindeki kütüphanelerde bulunan onbinlerce yazılı eserin yanında halkın elinde bulunan onbinlerce Kürtçe yazılı eserler yakılarak imha edildi.” (Etem Xemgin, İslamiyet ve Alevilik, Doz Yayınları, İstanbul 2005, s.16-17)

İslamiyet öncesi Kürdistan şehirlerin kütüphanelerinde ve birçok evde bulunan Zerdüşt’ün kutsal kitabı Avesta yakılarak imha edildi. Avesta’yı okuyan ve Kürtçe konuşanların makasla dili kesildi. Süleymaniye’de yapılan arkeolojik kazılarda, cihatçı Arap ordularının Kürdistan’da barbarlık sınırında devam eden katliamların sürdüğü bir dönemde ceylan derisi üzerine Kürtçe yazılmış bir ağıtta şunlar dile getiriliyordu:

Kürtçe:

„Hûrmûzgan ruman

Atîran kujan

Hoşen şarêve gewrê gerêgan

Zorkerî Areb kirdine Xabur

Gihane pale pêşê Şarizor

Jin û kenikan ve dil û beşinan

Merdî aza dilên ji ruye hevînan

Rewiştê Zerdeşt mayê bêdest

Bizika nakit Hûrmûz ve hîç kes“

MS.669

Türkçe:

„Kutsal yerler yakıldı,

Kutsal ateşler söndü

Herkesten gizlerdi namlı büyükler

Zalim Araplar girdi ta Fırat’a dek

Köylerden tut da ta Şehrizur’a kadar

Esir alındı bütün kızlar ve kadınlar

Kendi kanında boğuldu özgür adamlar

Kimsesiz kaldı Zerdüşt’ün töresi, dini

Yüce Hürmüz affetmeyecek hiç birini.“

Kürtler İslam’dan önce atalarının binlerce yıl kendi bilgi ve tecrübeleriyle yaratmış oldukları Zerdüşt kültürü ve inancındaydı. İslamiyet, Sami tüccarların tarihsel projeleri çerçevesinde çok kısa zamanda Arap siyasi ideolojisi haline getirildi. İşgal edilen Mezopotamya ve Afrika bölgelerindeki halkları baskı ve şiddet temelinde Arap barbar sömürüsüne tabi tutulduğu dönemden sonra, kendi köklerinden ve geçmişlerinden koparılıp İslamlaştırılan Kürtler hafızasız bırakıldılar. Kendilerine İslam’ın ya Sünni ya da Şii mezhebinde olmaları dayatıldı. O gün bugündür Kürtler kendi ülkelerinde sürekli kann kaybediyor; kendi ülkelerinde köle muamelesi görüp esaret altında tutuluyorlar.

Albert Hocheimer, “Flüsse Forscher Abenteuer” kitabında

Bugünkü Kürtlerin ataları olan Guti, Lulubi, Lor, Hurri, Kassitlerin ise dokuz bin yıllık tarihleri var. O zaman bizim Araplar ve İsrailoğulları gibi üç bin yıllık tarihden değil, en az altın bin yıllık tarihten bahsetmemiz gerekiyor. Çünkü son üç bin yıllık tarih, Sümerlerle hep kavgalı olan Sami tüccarları’n o erdemli Sümer Aryen uygarlığı yıktıktan sonra, kültürünü, mitos, efsane ve destanlarını değiştirip çarptırarak revizoyana uğrattıkları bir dönemdir. O dönemin öncesine varmadan hakikata ulaşmamış mümkün değildir. O yüzden diyoruz ki, Altı bin yıllık tarihini bilmeyen Kürt günübirlik yaşayan Kürttür. Günübirlik yaşayan Kürt, ne başını yerden kaldırabilir, ne sırtını yerden kaldırabilir, ne de barbar Türklerin ve Arapların işbirlikçisi ve vekâlet savaşçısı olmaktan kurtulabilir.